Suriye'de Esed rejiminin devrilmesi ve muhaliflerin ortaklaşarak Şam'da yeni bir devlet inşasına girdikleri bir dönemde, gözler artık iyiden iyiye PKK/YPG'nin üzerinde. Tel Rıfat, Şehba ve Menbiç bölgelerini kaybeden terör örgütü çeşitli pazarlıklarla ayakta kalmaya ve varlığını sürdürme gayretinde. Türkiye tarafında ise Şam ile koordineli olarak yürüttüğü bir strateji var. ABD'nin Suriye'den çekilmesi, DEAŞ ile mücadele, PKK/YPG'nin Suriye'de tasfiyesi ve kalan unsurların Şam'a entegrasyonunu içeren başlıklar söz konusu.
Türkiye'nin pozisyonu çok açık: Ya siyaset yoluyla yada askeri açıdan PKK/YPG dosyasının Suriye'de yakın bir dönemde kapatılması. İmralı'da devam eden sürecin de PKK/YPG'nin Irak ve Suriye'den askeri olarak tasfiyesini kolaylaştıracak bir rolü olabilir. PKK/YPG'nin tasfiyesine yönelik sürecin somutlaştığı bir konjonktürde daha önce gölgelerde kendini gizleyen bir aktör, artık iyice görünür olmaya başladı. Elbette İsrail'den bahsediyoruz.
İsrail bağlamında PKK/YPG'ye yönelik haber akışı ciddi anlamda artmaya başladı. Son olarak İsrail medyasında Trump'ın ABD askerlerini Suriye'den çekmeyi planladığı, bu konuda Netanyahu hükumetine bilgi verdiği ancak Türkiye'nin İsrail ile normalleşmesini de şart olarak öne sürdüğüne ilişkin haberler dolaşıma sokuldu. Bu habere ilişkin iki farklı değerlendirme yapılabilir. Bir yandan Türkiye'nin baskısı, kendi siyaset tarzı ve bölgesel yaklaşımı itibariyle Trump halihazırda Suriye'den askerlerini çekmeyi planlıyor ve İsrail, Siyonist lobiler ve ilgili bürokrasinin baskısını aşabilme arayışıyla, en azından kâğıt üzerinde de olsa İsrail'in güvenlik endişelerini karşılayarak elini kolaylaştırmak istiyor. İkinci ihtimal ise; İsrail, Trump'ın asker çekmekteki kararlılığının farkındalığıyla PKK/YPG'nin tasfiye edileceğini ve Türkiye'nin Suriye üzerindeki nüfuzunun artacağını da görerek en azından Türkiye ile ilişkilerinin normalleşmesi ve ABD-Türkiye-İsrail güvenlik mekanizmasının oluşturularak Suriye üzerinden kendine yönelebilecek tehditleri minimize etme arayışı. Bunun için de medya manipülasyonları yapılıyor.
Her halükarda İsrail açısından baktığımızda ABD'nin Suriye'den çekilecek olmasının büyük bir risk olarak değerlendirildiğini söyleyebiliriz. Nihayetinde İsrail, Türkiye'nin Suriye'deki nüfuzundan rahatsız. Özellikle de Esed rejiminin devrilerek Şam'da Türkiye'ye müzahir güçlerin iktidarı ele geçirmesiyle birlikte büyük bir tehdit algılaması söz konusu. İsrail, Şam'ın özgürleştiği dönemde yaşanan kaostan da istifa ederek saldırgan bir hareket tarzının içerisine girmekten çekinmedi. Öncelikle yüzlerce hava saldırısı yaparak rejimden geriye kalan askeri donanım ve mühimmatları, tesisleri yok etmeye çalıştı. Başkent Şam başta olmak üzere Halep, Hama, Humus gibi birçok bölgede askeri üsler hedef alınırken, Tartus'ta donanma üsleri de bombalandı.
Golan'da da ayrıştırma bölgelerini stratejik Hermon dağını da kapsayacak şekilde işgal etti. Şam'a neredeyse 25 km bir mesafede bulunuyorlar. Son gelen saha bilgilerinde İsrail'in bu bölgede bazı askeri tahkimatlar yaptığını da gösteriyor. İsrail, Suriye'ye ait Golan Tepeleri'ni 1967'den bu yana işgal altında tutuyor. İki ülke arasında 1974'te imzalanan Kuvvetlerin Çekilmesi Anlaşması ile tampon bölge ve silahtan arındırılmış bölgenin sınırları belirlenmişti. Ancak İsrail de facto olarak bu anlaşmayı da bozmuş oldu.
İsrail, Suriye bağlamında saldırgan hareket tarzına PKK/YPG'yi daha görünür şekilde eklemlemiş durumda. CENTCOM himayesinde PKK/YPG ile daha açıktan angajman kurmaya başladılar. Netanhayu sık sık Türkiye'nin Suriye'de "Kürtleri hedef aldığını ve katliamlar yaptığına" ilişkin iddialar ortaya atıyor. Savaş kabinesindeki bakanlar da benzer söylemlerle PYD/YPG destek verilmesi gerektiğine ilişkin kamuoyuna açık şekilde konuşmaktan çekinmediler. İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Sa'ar "Menbiç'te gördüğümüz gibi Kürtlere yönelik saldırılar durdurulmalı! Bunu ABD yönetimindeki dostlarımızla ve diğer ülkelerle görüşüyoruz. Uluslararası toplumun IŞİD'e karşı cesurca savaşan ve aynı zamanda Suriye'de istikrar sağlayan güç olanlara karşı ahlaki bir yükümlülüğü var." şeklinde söylemler ortaya koyarken, Türkiye'ye müzahir güçlerin Tel Rıfat ve Menbiç'i terör örgütü PKK'dan temizlemesine ilişkin rahatsızlıklarını da göstermiş oldular.
Sa'ar, PKK'nın Suriye'deki sözde yetkilileri ile de doğrudan temas kurmaya başladı. Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) Dış İlişkiler Sorumlusu İlham Ahmed ile telefonda görüşüp destek beyanında bulunurken, Mazlum Abdi de bu temasların olumlu olduğunu dile getirdi. PYD'nin eski ele başlarından Salih Müslim, İsrail'in desteğinden memnun olduklarını, İsrail'den sözlerin ötesinde somut adımlar da beklediklerini belirten açıklamalar yaptı. Esasında İsrail, 2014 yılının ortalarından itibaren ABD üzerinde etki üreterek PKK/YPG'ye verilen desteğin arkasındaki itici güçlerden birisi oldu. Yine Trump'ın ilk döneminde bölgeden asker çekilmesine karşı pozisyon aldı ve ABD bürokrasisi ve Senato'nun her iki kanadındaki lobi gücünü kullanarak Trump'ın asker çekmesini engelledi. Aynı şekilde MOSSAD da PKK/YPG ile uzun süredir temaslarını devam ettirirken, örgüt adına çeşitli örtülü faaliyetler de yürüttü. Ancak şu ana kadar görünür olmamayı ve perde arkasından pozisyonlanmayı tercih ediyorlardı.
Nihayetinde büyük fotoğrafa baktığımızda İsrail adına bölgede "Kürt kartı" stratejik bir değer olarak öne çıkıyor, IKBY'nin bağımsız bir devlet olması için destek veren İsrail açısından, PKK/YPG çok daha kullanışlı bir aparat konumunda. Suriye'de toprak bütünlüğüne haiz, halkı ile barışık, İslami değerlere sahip bir iktidarı kendi varlığı için tehdit olarak gördüğünden Suriye'nin parçalanması ve zayıflaması İsrail için öncelik. Bu nedenle PKK/YPG'nin ABD/İsrail himayesinde bir özerk/bağımsız alana sahip olmasını önemli görüyorlar.
Keza PKK/YPG'nin Suriye'deki varlığını Türkiye'nin yükselen gücü ve nüfuzunu da kısıtlayacak bir unsur olarak yatırım yapılması gereken bir alan olarak gördüler ve görmeye devam ediyorlar. Ancak İsrail'in doğrundan PKK/YPG'yi askeri himaye altına alabilecek askeri kapasitesi yok. Ayrıca bunun Türkiye ile askeri bir çatışmaya dönüşeceğinin de farkındalar. Dolayısıyla örgütten gelen İsrail'in koruma kalkanı, hava sahası kontrolü gibi talepleri İsrail tarafından karşılık bulmadı. Ancak İsrail içerisinde yürütülen yeni ulusal güvenlik tartışmalarında Türkiye'nin artan askeri ve siyasi gücünün dengelenmesi için Kürt kartının daha fazla kullanılmasına ilişkin yaklaşımlar öne çıkmış durumda. Yine de burada kapasite sorunu İsrail'in hareket tarzını etkiliyor ve ABD'ye daha fazla dayanmasını beraberinde getiriyor. Bu bağlamda İsrail'in ABD ve Trump üzerindeki etkilerini kullanarak ABD'nin Suriye'den çekilmemesi için çaba gösterecekleri çok açık. Burada ABD'de ilgili dosyalara bakan askeri ve siyasi bürokrasi ile de birlikte hareket ederek Trump'a politika dayatmaya çabası hala devam ediyor. Öne çıkarttıkları meselesi ise elbette DEAŞ ile mücadele. Ancak Trump'ın asker çekme planını durduramazlarsa alternatif bir yaklaşımla Türkiye'ye çeşitli koşulların dayatılmasına yönelik çabaları söz konusu olabilir.
Trump için Suriye meselesine baktığımızda kendi gücünü tahkim ettiği ve muktedir olduğunu göstereceği bir dosya olduğu söylenebilir. Malum, Trump ilk döneminde de Suriye'den çekilmek istemiş ancak ilgili güç odakları tarafından engellenmişti. Şimdi onun için önemli test alanlarından birisi olacak, dolayısıyla dosyanın kişisel bir yönü var. Yine Trump'ın Ortadoğu'ya ilişkin genel dış politika yaklaşımı bağlamında da bölgedeki çatışmalara taraf olmayan, güç ve enerji harcamayan bir ABD arayışı söz konusu. Bu bağlamda Erdoğan-Trump arasında iyi dizayn edilmiş bir ilişki ve taraflar arasında yapılacak teknik görüşmeler neticesinde Türkiye'yi tatmin edecek bir formülün hayata geçmesi çok olası görünüyor. Burada Türkiye'nin Trump'ın karar verme konusunda elini güçlendirecek şekilde Şam ile ortaklaşılmış bir DEAŞ yol haritasının ortaya konulması önem arz ediyor.
DEAŞ ile sahici mücadelenin Ankara ve Şam tarafından nasıl yapılacağı net şekilde ortaya konularak İsrail, Siyonist lobiler ve Türk karşıtı bürokrasinin DEAŞ kozu da ellerinden alınıyor. Bürokratik engellemelerin aşılması için gerekirse uluslararası kamuoyuyla da bu planlamalar paylaşılmalı ve gündem yapılmalı. Türkiye'nin İsrail ile olan angajmanı ise temelde bu ülkenin saldırgan tutumu, bölgedeki işgal ve soykırım suçlarından kaynaklı. ABD, Netanyahu hükumetini ne kadar dizginlerse bölgesel normalleşmeye de o kadar katkı sunacaktır. Ayrıca Türkiye, yeni Suriye'nin bölgedeki hiçbir devlet için bir tehdit olmayacağını ortaya koyarken, Şam üzerindeki nüfuzunu da bu bağlamda kullanacağını ifade ederek, bölgesinde istikrarı hedefleyen bir aktör olduğunu bir kez daha ortaya koymuş oldu.
[Sabah, 1 Åžubat 2025]