7 Ekim'deki Hamas saldırısının üzerine İsrail'in 75 yıllık işgal ve soykırım siyasetinin bir diğer halkası olarak başlayan katliamlar durmaksızın devam ediyor. Bu süreçte İsrail, sivil konutları, hastaneleri, ibadethaneleri, mülteci kamplarını, ambulans konvoylarını, tahliye koridorlarını bombaladı ve bombalamaya devam ediyor. 11 binin üzerinde Filistinli, İsrail'in saldırıları sonucunda hayatını kaybetti. Bunların yarısından fazlasının kadın ve çocuk olduğu biliniyor. İsrail'i şu ana kadar ne bir devlet, ne bir uluslararası organizasyon ne de uluslararası hukuk durdurabildi ya da dizginleyebildi. İsrail karşısında hukuk, insan hakları ya da evrensel değerler gibi kavramların ne kadar etkisiz olduğu müşahede edildi. Bunun yanında İslam dünyası ve Arap devletlerinin de Filistin meselesinde anlamlı bir fark yaratacak müdahale kapasitesinden yoksun oldukları görüldü.
7 Ekim'deki Hamas saldırısının üzerine İsrail'in 75 yıllık işgal ve soykırım siyasetinin bir diğer halkası olarak başlayan katliamlar durmaksızın devam ediyor. Bu süreçte İsrail, sivil konutları, hastaneleri, ibadethaneleri, mülteci kamplarını, ambulans konvoylarını, tahliye koridorlarını bombaladı ve bombalamaya devam ediyor. 11 binin üzerinde Filistinli, İsrail'in saldırıları sonucunda hayatını kaybetti. Bunların yarısından fazlasının kadın ve çocuk olduğu biliniyor. İsrail'i şu ana kadar ne bir devlet, ne bir uluslararası organizasyon ne de uluslararası hukuk durdurabildi ya da dizginleyebildi. İsrail karşısında hukuk, insan hakları ya da evrensel değerler gibi kavramların ne kadar etkisiz olduğu müşahede edildi. Bunun yanında İslam dünyası ve Arap devletlerinin de Filistin meselesinde anlamlı bir fark yaratacak müdahale kapasitesinden yoksun oldukları görüldü.
İsrail'in katliamları uluslararası hukuk ve normatif sistemlere rahmet okutarak devam ederken meselenin insani ve hukuki tarafına ek olarak Ortadoğu bölgesine kısa ve uzun vadedeki muhtemel siyasi etkileri üzerine de kafa yormak gerekiyor. Kısa vadede savaşın nasıl bir seyir izleyeceği önemli bir soru işareti. Bu soruya cevap ararken İsrail'e yönelik küresel baskı, ABD'nin tutumu, bölge ülkelerinin tavrı ve devlet dışı silahlı aktörlerin eylemlerini birlikte ele almak gerekiyor. Savaşı kısa vadede şu anki seyrinin dışına, bambaşka bir bağlama taşıyacak olan yegane gelişme, İran'a müzahir grupların yeni cephe ya da cepheler açması olabilir. Zira ne Körfez Arap ülkelerinin ve Mısır'ın ne de İran'ın İsrail'e karşı doğrudan müdahil olmaya istekli olduğu anlaşılmıştır.
Bu anlamda sahada dengeleri değiştirecek tek aktörün Hizbullah olduğu söylenebilir. Hizbullah lideri Hasan Nasrallah'ın geçtiğimiz hafta Cuma günü yaptığı konuşma, Hizbullah'ın şimdilik beklenenin aksine cephe gerisinde taciz atışları ile yetineceğini işaret etmiştir. Nasrallah, İsrail ordusunun bir kısım askerini Lübnan sınırında tutmak marifetiyle yormasını şimdilik yapabileceği maksimum katkı olarak ifade etmiştir. Ancak İsrail'in kara operasyonu, Gazze şehir merkezine ulaştığı takdirde Hizbullah'ın tavrını değiştirmesi ve savaşa daha yoğun bir biçimde dahil olması muhtemeldir. Hizbullah'a ek olarak Yemen'deki Ensarullah hareketinin de İsrail ve ABD askeri varlıklarını hedef aldığı ve zaman zaman drone saldırılarının hedefi bulduğu bilinmektedir. Ayrıca Suriye ve Irak'taki askeri üslere mütemadiyen İran'ın kontrolündeki silahlı gruplar tarafından taciz mahiyetinde saldırılar düzenlenmektedir.
Tüm bu saldırılar, gerektiği takdirde İran'ın dolaylı olarak İsrail ve ABD'ye askeri cevap verebileceğini göstermesi açısından önemlidir. Böylesi bir senaryoda en büyük farkı yaratacak aktörün Hizbullah olduğunu tekrarlamakla birlikte senaryonun gerçekleşme ihtimalinin yalnızca İsrail'in eylemlerine bağlı olduğunu görmek gerekmektedir. Zira İsrail dışında neredeyse hiçbir aktörün savaşın uzamasına ve yayılmasına taraftar olmadığı bilinmektedir. Netanyahu'nun siyasi kariyeri ve kendisi gibi aşırı sağcı/faşist İsrailli siyasetçiler dışında savaşın derinleşmesinin en azından şu an için hiçbir aktörün faydasına olmadığı söylenebilir. Ancak Netanyahu'nun sahada bir oldubitti yaratarak ABD ve İran'ı doğrudan savaşın bir parçası haline getirmeye çalışabileceği ihtimali göz ardı edilmemelidir.
ABD'nin zikredilen ihtimallere karşı Doğu Akdeniz'e uçak gemileri göndermesi ve bölgedeki üslerine hava savunma sistemleri kurmasının bir kaç amacı bulunmaktadır. Bunlardan biri İran'ı caydırmaktır. Diğeri Çin ve Rusya'ya karşı bölgede hegemon aktör olma vasfını sürdürmeye çalışmak ve bu aktörlerin bölgedeki çatışma ortamını fırsat bilip etkilerini artırma girişimlerinin önüne geçmektir. Bir diğeri ise İsrail'e gerekli askeri desteği sağlamaktır. Öte yandan Çin'in İran-Suudi Arabistan normalleşmesine arabuluculuk yapmasıyla elde ettiği prestij ve Ortadoğu'nun yeni hegemon aktörü olma yolundaki iradesi, ABD askeri varlığının bölgeye geri dönmesi ve Gazze saldırıları sonrasında da kalıcı olma temayülü ile baltalanmış görünmektedir. Dolayısıyla ABD'nin bölgedeki askeri ve siyasi etkisini devam ettireceği öngörülebilir.
İsrail'in saldırılarına aynı yoğunlukta devam etmesi ve diğer aktörlerin de izleyici pozisyonlarını bozmamaları durumunda Filistin halkının daha ne kadar katledilmeye devam edileceği belirsizdir. Bölgedeki tansiyonun yükselmesi şüphesiz ki küresel vicdanın her bir ülkedeki iktidar sahiplerine ateşkes yönünde aktif tavır almaları için baskı uygulanması sonucunu doğurmaktadır. Özellikle ABD kamuoyunun artan oranda duyduğu ve sokaklara yansıttığı rahatsızlık, Demokrat Parti'ye oy veren Arap, Hispanik ve seçmenlerin siyasi tercihlerine yansımaya başlamıştır. Yapılan kamuoyu yoklamaları Demokrat Parti ve Biden'a olan desteğin azaldığını göstermektedir. ABD'nin ve Biden'in, İsrail'in ürettiği siyasi maliyetlere daha ne kadar katlanacağı sorusu cevaplanmayı beklemektedir.
İsrail'i durduracak tek faktör, güçtür. İsrail, hukuktan değil güçten anlamaktadır. ABD başta olmak üzere güçlü ülkelerin İsrail'e uygulayacağı baskılar, Netanyahu'nun elini günden güne zayıflatacaktır. Ayrıca İsrail kamuoyunda mevcut Netanyahu karşıtı havanın günden güne daha da güçlendiği ve güçleneceği görülmektedir. Böyle bir durumda Netanyahu'nun taktik nükleer silahlara başvurmak ve bir üçüncü dünya savaşını tetiklemek gibi aşırı irrasyonel hamlelere başvurmayacağının garantisini kimse veremez. Ancak bu seçenek devre dışı bırakıldığında ABD baskısının zamanla İsrail'i bir tür ateşkese razı edeceği söylenebilir. Fakat o günün gelmesine en iyi ihtimalle daha bir kaç haftanın olduğu söylenmelidir.
Son tahlilde, İsrail ile normalleşme süreçlerinin uzun bir süre daha konuşulmayacağı söylenebilir. Yine ABD'nin bölgede tekrar aktif olacağı da öngörülebilir. Ancak ABD bölgeyi bıraktığı gibi bulmayacaktır. Rusya ve Çin'in ABD'ye Ortadoğu'da meydan okuma kapasitesinde ciddi bir artış söz konusudur. Üstelik ABD'nin bölgedeki meşruiyeti ciddi şekilde sarsılmıştır. Arap kamuoyunda İsrail ve ABD'ye karşı öfke oldukça artmıştır. Savaşın doğrudan yıkıcı etkileri ile birlikte düşünüldüğünde Ortadoğu bölgesini önümüzdeki dönemde aydınlık bir tablonun beklemediği görülmektedir.
[Sabah, 11 Kasım 2023]