Kriz dönemlerinde, toplumlar yönetenlerin etrafında daha çok kenetleniyor. Bu bir varsayım değil. Sosyolojik çalışmalarla test edilen bir olgu.
Krizi iyi yöneten, zor dönemlerden çıkaran, geleceğe yönelik güven oluşturan liderler ve yönetimler zor dönemlerde öne çıkıyor.
Türk toplumunun büyük çoğunluğu da her kriz döneminde, farklılıkları ve siyasi karşıtlıkları bir tarafa bırakarak kenetlenme, dayanışma ve yardımlaşma için seferber oluyor.
Son yıllarda, toplumun büyük kesimi bir kriz anında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çıkıp ne diyeceğini öncelikle bekliyor. Açıklaması biraz gecikince huzursuz oluyor. Açıklama yapınca rahatlıyor. Kendini güvende hissediyor. Bu sadece Erdoğan ve partisine oy verenler için böyle değil. Muhalif kesimler de, oy vermeyenler de benzer bir ruh hâline bürünüyor. Bunu 15 Temmuz darbe girişimi başta olmak üzere birçok krizde ve bu son virüs tehdidinde de yaşayarak gördük.
İnsanlar, Erdoğan’ın siyasi liderliğine, yönetim becerisine güvenerek, “daha önceki krizleri atlattık bu krizi de atlatırız” diye düşünüyorlar.
Bu güven ya da bakış açısı tabii ki zamanla denenerek sınanarak oluşuyor. 2008 dünya ekonomik krizinde “bu kriz Türkiye’yi teğet geçecek” demesinden bu yana; 17-25 Aralık’ta, 15 Temmuz’da, ekonomik saldırılarda, terörle mücadelede ve Suriye krizi gibi toplumu karamsarlığa iten her olumsuz gelişmede bu durum bir kez daha sınandı.
Bu hususlar bilindiği için…
Siyasetini, ideolojisini ve hatta yaşama pratiklerini bile sadece sert iktidar ve Erdoğan karşıtlığı üzerinden yürütenler; kriz dönemlerinde oluşan toplumsal dayanışmayı kırmak ve muhalefet aktivizmini devam ettirmek için, kutuplaştırıcı, ötekileştirici ve düşmanlaştırıcı eylem ve söylemlerini bir üst seviyeye çıkarıyorlar. “Erdoğan ve iktidarı bu krizden de güçlenerek çıkmaması lazım” diyerek özel çaba sarf ediyorlar.
Bu bağlamda, devleti, milleti, yoksulları ve dezavantajlı grupları falan dert ettikleri için değil, söylem ve pratiklerini perdelemek için bu kesimleri araçsallaştırıyorlar.
Bu son koronavirüs krizinde, benzer süreçleri bir kez daha yaşıyoruz.
Hükûmet, bilim kurulunun oluşturulmasından, yurt dışından vatandaşların getirilmesine, hastanelerin altyapı ve ihtiyaçlarının tanzimine, hijyen ve gıda maddelerinin kesintisiz halka ulaştırılmasına kadar birçok hayati sürecin kriz yönetiminde iyi bir sınav veriyor.
İktidar elinden geleni yaptığı için de toplumsal dayanışma ve bütünleşme üst düzeye çıkmış durumda. Kendi ülkesinde olanları, dünyada yaşananlarla karşılaştırabiliyor. Yönetenlere sahip çıkıyor. Desteğini esirgemiyor.
Krizin ilk günlerinde, “iktidar işte şimdi bu sorunun altında kalır” beklentisine girip, birkaç gün suskun kalan bazı muhalefet çevreleri de bir süre geçtikten sonra yavaş yavaş meydana çıktı.
Dayanışmayı kırmak, kutuplaşmayı körüklemek, kimlik grupları ve farklı siyasi konumlanmalar arasında daralan mesafeyi açmak için özel bir kampanya yürütüyorlar.
Uzun bir süre, “koronovirüs Türkiye’ye geldi, saklıyorlar” dediler. Ardından, “testler yetersiz”, “maske yok”, “hastaneler hazır değil” gibi suçlayıcı yöntemlere başvurdular. Her görüşten doktor, dünyada en iyi sağlık sistemlerinden birinin Türkiye’de olduğunu söyleyince bir sonraki aşamaya geçtiler.
Bilim kuruluna söyleyecek söz bulamayınca, “hükûmet, kurulun dediklerini yapmıyor” dediler. “Vaka ve ölü sayılarını eksik açıklıyor” benzeri her türlü tezvirata başvurdular.
Buradan da beklediklerini bulamayınca, muhalefet tarafından yönetilen bazı yerel yönetimler üzerinden bir tartışma başlatmak istediler. “Otobüslere organize biniyorlar” gibi saçma sapan bir argümana bile başvurmak zorunda kaldılar.
Mültecilere yapılan yardımlar üzerinden gittiler, İspanya ve İtalya başta olmak üzere bazı ülkelere gönderilen yardımları eleştirdiler. Bir türlü toplumdaki dayanışma ve bütünleşmeyi bozucu bir sonuca ulaşmadılar.
Cumhurbaşkanı çıkıp kendilerine iki çift söz söylesin diye, muhalefet partisi CHP, “Saray'ı, uçakları satın” gibi sözlerle dayanışmanın altını oymak için çaba sarf ediyor.
Şimdi ise ellerinde kalan son kozlara başvurarak, toplumun dinine ve değerlerine saldırıyorlar. “IBAN suresi âyet 1”, “ey IBAN edenler” gibi paylaşımlarla kutsal kitabımız Kur'ân-ı kerimle, Allah’ın âyetleriyle dalga geçiyorlar!..
Yani bu kriz dönemlerinde bile kutuplaşmayı canlı tutmak, toplumsal dayanışmayı kırmak, farklı siyasi görüşler arasındaki daralan mesafeyi açmak için canla başla çalışıyorlar.
Sonra da çıkıp, Türkiye’de kutuplaşmayı iktidar ve çevresi çıkarıyor, diye laf ediyorlar. Görüyoruz kimin kutuplaşmadan medet umduğunu...
[Türkiye, 4 Nisan 2020]