Almanya denilince aklımıza Avrupa’nın en büyük gücü olarak gerek Avrupa Birliği üyesi ülkelerin gerekse AB’nin komşularının siyasetine yön vermeye çalışan bir ülke geliyor.
Macaristan, Polonya, İtalya, İspanya ve Yunanistan gibi ülkelerde Almanya’yı sorsanız, herkes bu devletin ne kadar müdahaleci olduğunu anlatacak ve kendi iç siyasetlerine aşırı karışmasından şikâyet edecektir.
Almanya’nın gücünün AB sınırlarının ötesine kadar uzandığını, Berlin’in Doğu Avrupa, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin önemli bir kısmı üzerinde nüfuz kurmaya çalışan bir güç merkezi olduğunu da herkes bilir.
Türkiye de hem tarihte hem de günümüzde Berlin’in müdahale ve manipülasyonlarına sık maruz kalan ülkelerden biridir. Türkiye’deki iktidarı devirmeye yönelik kampanyanın Avrupa ayağında başı çeken aktörlerin önemli kısmının Almanya merkezli olduğunu ifade etmek gerekir.
Fakat bu kadar güçlü olan, başka ülkelerin iç ve dış siyasetlerini dizayn etmeye çalışan Almanya’nın nedense kendi ülkesindeki camileri, Müslümanları ve mültecileri koruma konusunda bir türlü başarılı olamadığı görülüyor.
Geçtiğimiz hafta sonu da yine bu ülkedeki iki camiye saldırı gerçekleştirildi. Bremen kentindeki Rahman Camii’ne yönelik saldırıda çok sayıda Kur’ân-ı kerim tahrip edilirken, taşlı saldırıya uğrayan Kassel kentindeki Mevlâna Camii’nin pencereleri kırıldı.
Bu saldırıları kınayan Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Batı dünyasındaki ırkçılığın yeni bir tezahürü olarak tanımladığı “İslam karşıtlığına karşı küresel düzeyde mücadele edilmediği takdirde dünya barışının büyük tehditlerle karşı karşıya kalmaya devam edeceği” uyarısını yaparak herkesi el birliğiyle ırkçılığın tüm formlarıyla mücadele etmeye çağırdı.
Türk yetkililer Alman muhataplarıyla her görüşmelerinde Müslümanları hedef alan bu saldırıları dile getirip önlem alınmasını istiyorlar ve Alman yetkililer de bu saldırılardan duydukları rahatsızlığı ifade ediyorlar.
Şimdi şu iki olguyu alt alta yazıp analiz etmeye çalışalım.
Birincisi, Almanya dendiğinde herkesin aklına işleyen bir devlet düzeni ve sağlam çalışan güvenlik birimleri gelir. Her şeyin devletin kontrolü altında olduğuna ve hayatın bu kontrol sayesinde düzenli bir şekilde aktığına dair güçlü bir algı vardır.
İkincisi ise bu algıya rağmen yaşanan gerçekliği ifade eder. Almanya’da neredeyse her gün mülteciler, Müslümanlar ya da yabancılar ırkçı ya da İslamofobik saldırılara maruz kalıyor.
Devlet otoritesinin ve düzenin bu kadar güçlü olduğuna dair bir algıya sahip bir ülkede nasıl oluyor da yabancıları ve Müslümanları hedef alan bu kadar çok saldırı gerçekleşebiliyor?
Bunun birçok nedeni var kuşkusuz.
Ancak en önemli nedeni, Almanya’da bu saldırılardan gerçekten rahatsız olan siyasetçi ve bürokratların ülkelerindeki ırkçılık ve İslamofobi tehlikesini hafife almaları ve bu tehditle mücadelede yanlış yöntemler izlemeleridir.
Irkçılık ve yabancı düşmanlığının ülkelerini ne tür felaketlere sürüklediğine yakın geçmişte şahit olmalarına ve bundan dolayı hep teyakkuz hâlinde olmalarının gerekmesine rağmen bu sorunu hafife almaları affedilir bir hata değil.
Irkçılıkla mücadeleyi yalnızca anti-semitizm ile mücadeleye indirgeyip Müslümanları ve diğer yabancıları hedef alan ve her geçen gün artan saldırıları hafife almaları, yaptıklarının toplum ve devlet tarafından tolere edildiği düşüncesine kapılan ırkçı kesimleri cesaretlendirip sürekli sayılarını artırdı.
Medyada ve siyasetçilerin açıklamalarında her geçen gün dozajı biraz daha artan mülteci, yabancı ve Müslüman karşıtı söylem ırkçı gruplara ve partilere sempati duyan kişilerin sayısını o kadar artırdı ki, bunlardan beslenen Almanya için Alternatif (AfD) partisi son parlamento seçimlerinde ana muhalefet partisi hâline geldi.
NSU cinayetlerine yönelik soruşturma ve dava süreçleri ise, işi teröre kadar vardıran ırkçı yapıların Alman güvenlik bürokrasisi ve yargısı içerisinde destek bulabildiğini de gösterdiği için yabancı düşmanı gruplara ayrı bir cesaret verdi.
Almanya’da iktidardaki merkez partilerin, İslamofobi ve yabancı düşmanlığı ile mücadele etmek yerine bu tür söylemlerle oy devşiren partilerle benzer söylemlerle yarışa girmeleri ve güvenlik bürokrasisi içerisindeki ırkçı yapıları görmezden gelmeleri bu ülkedeki yabancı düşmanlarının sayısını o kadar artırdı ki, artık Almanya’nın ırkçılığın pençesinden kurtulması çok zorlaştı.
Berlin’deki federal hükûmetin hem kendi ülkesini hem de bütün Avrupa’yı İkinci Dünya Savaşı benzeri bir felakete sürüklenmekten korumak için artık ırkçılık ve İslamofobiye karşı gerçekten etkili önlemler alma zamanı geldi.
[Türkiye, 12 Haziran 2019].