Cumhurbaşkanı Erdoğan hafta içerisinde Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur’da önemli bir zirve toplantısına katıldı. İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Katar Emiri Şeyh Temim el-Sani ve Malezya Başbakanı Mahatir Muhammed’in de katıldığı zirvede İslam dünyasının sorunları ve bu sorunlardan çıkış yolları konuşuldu.
[caption id="attachment_68500" align="aligncenter" width="1120"] 2019 Kuala Lumpur Zirvesi açılışı[/caption]
Dünya siyasetinin giderek güç politikasına daha fazla evrildiği bir dönemde dünya nüfusunun yaklaşık dörtte birini oluşturan Müslümanların sorunlarının konuşulması çok önemli. Zira yaklaşık 200 yıldır devam eden “Batı'nın üstünlüğü” olgusunun günümüzde sorgulandığını ancak ona yönelik meydan okumanın İslam dünyasından değil de Doğu Asya’dan geldiğini görüyoruz.
Batı’nın dünya politikasını domine ettiği dönemin en büyük mağdurları arasında yer alan Müslümanların, Çin ve Hindistan’ın domine edeceği dönemin de en büyük mağdurları arasında yer alacağı muhtemeldir. Hindistan’daki aşırı radikal Narendra Modi hükûmetinin Müslüman karşıtı politikaları ile Çin’in Doğu Türkistan’a yönelik baskı politikaları bunun açık işaretlerini veriyor.
Çin ve Hindistan’ın birbirleriyle ve Batı ile yaşayacakları üstünlük mücadelesinin de en büyük mağdurları dünyanın zayıf halkları olacaktır. Tıpkı Soğuk Savaş döneminin en büyük acılarının, ABD ile Sovyet Rusya arasında yaşanan nüfuz mücadelesinin sahası olan Afrika, Latin Amerika ve Güneydoğu Asya’da yaşandığı gibi.
Dünya büyük bir güç mücadelesine giriyorsa, yapılabilecek tek şey bu mücadeleye güçsüz yakalanmamaktır. Bu düzeyde küreselleşmiş bir dünyada güç mücadelesinin dışında kalma şansı yoktur ve güçsüz yakalanmışsanız küresel güçlerin mücadele alanı olmaktan kurtulamazsınız.
İslam dünyası maalesef dünyanın önemli güç merkezlerinden birini oluşturmuyor. Kuzey Amerika, Avrupa, Doğu Asya ve Rusya ya ekonomik ya askerî ya da her ikisi açısından bugünün önemli güç merkezleri.
Bu blokların parçasını oluşturan ülkeler ve özellikle de ABD, Çin ve Rusya başka aktörlerin kendilerine karşı baskı ve tehditlerine karşı direnebilecek ülkeler. Örneğin Amerikan yaptırımları karşısında Rusya ve Çin’in politikalarına baktığımızda bunu görebiliyoruz. Almanya da Kuzey Akım-2 doğalgaz boru hattı nedeniyle Washington’un kendisine karşı uygulamayı kararlaştırdığı yaptırımlar karşısında direnç gösteriyor.
İslam dünyasına baktığımızda, dünya nüfusunun yaklaşık dörtte birine sahip olan Müslüman ülkelerin dünya üretiminin, yani Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’sının (GSYH) ancak yüzde 8’ini gerçekleştirebildiğini görüyoruz.
Ekonomik gücü bu kadar az olan Müslüman ülkeler dünyadaki toplam askerî harcamaların da sadece yüzde 13’lük kısmını yapıyorlar. Bu askerî harcamaların da önemli bir bölümü diğer ülkelerden silah alımına gidiyor. Zira Müslüman ülkelerin kendi silahlarını üretme konusunda oldukça yetersiz düzeyde oldukları görülüyor. 2019 rakamları açısından bakıldığında, nüfusunun çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu 50 ülkenin toplam askerî harcamaları ABD’nin askerî harcamalarının üçte birinden bile daha az.
İran ve Türkiye gibi kendi savunma sanayisini geliştirme konusunda kayda değer adımlar atan ülkelerin ve Pakistan gibi nükleer silahlara sahip bir ülkenin varlığı da İslam dünyasının askerî güç açısından dünyadaki zor pozisyonunu ortadan kaldırmaya yetmiyor.
[caption id="attachment_68519" align="aligncenter" width="1024"] 19 Aralık 2019 | Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İran Cumhurbaşkanı Ruhani ve Malezya Başbakanı Muhammed ile 2019 Kuala Lumpur Zirvesi kapsamında düzenlenen "Kalkınmanın Önceliği ve Zorluklar" temalı yuvarlak masa toplantısına katıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, toplantıda konuşma yaptı.[/caption]
Kuala Lumpur’daki İslam ülkeleri zirvesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasında, “İslam dünyası güçsüz değildir, zayıf değildir, çaresiz asla değildir. Müslümanların kaynak, nüfus ve coğrafi konum bakımından rakipleri ile arasında hiçbir fark yoktur. Hatta tüm bu alanlarda İslam dünyası diğer ülkelere kıyasla çok daha iyi bir durumdadır” ifadelerini kullandı. Gerçekten de başta enerji kaynakları olmak üzere, dünyadaki doğal zenginliklerin önemli bir kısmı İslam ülkelerinde bulunuyor.
Ama yine Erdoğan’ın aynı konuşmada değindiği, “mezhepçilik üzerinden coğrafyamızın lime lime edilmesine 'dur' diyemememiz” bütün bu zenginliklere rağmen İslam dünyasının Filistin davasına bile sahip çıkamamasının temel nedenini oluşturuyor.
İslam dünyası, kendi içinde parçalanmasına yol açan mezhepçilik ve diğer aşırılıkları ortadan kaldıramadığı sürece, son 200 yılda olduğu gibi 21. Yüzyılda da uluslararası güç mücadelesinin mağduru olmaya devam edecektir.
[Türkiye, 21 Aralık 2019].