23 Haziran 2016 tarihinde gerçekleşen Avrupa Birliği (AB) referandumu ile başlayan, Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılık sürecine (Brexit) dair son kararı vermek için kabine üyeleri 14 Kasım 2018 tarihinde bir araya gelerek Brexit’in ayrıntılarını belirleyen belgeyi kabul ettiler. Kabine toplantısından sonra mecliste konuşan Başbakan Theresa May, “AB’den sistemli şekilde ayrılmaya imkan sağlayan ve ulusal çıkarlara uygun çerçeveyi çizen” metnin kabine tarafından kabul edildiğini açıklamıştı.
Taslak metin, temelde, AB’den ayrılığın kesinleşeceği 29 Mart 2019 tarihinden sonraki geçiş sürecinin ayrıntılarını ve iki taraf arasında kurulacak yeni ilişki biçiminin temellerini belirliyor. Bunlar arasında özellikle “Backstop” isimli acil durum mekanizmasıyla, İrlanda adasında İrlanda Cumhuriyeti ve Birleşik Krallık’ın parçası Kuzey İrlanda arasında fiziki bir sınır ve gümrük duvarı oluşmasının önüne geçilmiş oldu. Buna karşın orta vadede ülke ekonomisi için geçici bir sığınak görevi üstlenecek olan bu tedbir uygulaması, Brexit ve anlaşma karşıtları tarafından ülkeyi Brüksel ile sonu belirsiz bir müzakere sürecinde mahsur bırakacağı nedeniyle eleştirilmişti.
Taslak metnin 14 Kasım’da hükümet tarafından kabul edilmesinden sonra, 25 Kasım’da Brüksel’deki zirvede Başbakan May tarafından sunumu yapılan metin AB liderleri tarafından kabul edildi. AB’nin de onayladığı taslak metnin Birleşik Krallık parlamentosu tarafından da onaylanması amacıyla 11 Aralık’ta bir oylama planlanmış, ancak oturuma saatler kala hükümet tarafından ileri bir tarihe ertelenmişti. Bu noktada Avrupa Adalet Divanı’nın oylamadan hemen önce Birleşik Krallık’ın Brexit sürecini tek taraflı olarak iptal edebileceğine dair bir karar vermesi, May hükümetinin Brexit’e dair biraz daha zaman kazanmasına fırsat sağladı.
15 Ocak oylaması ve öncesi
15 Ocak 2019 tarihinde meclisin alt kanadı Avam Kamarasında gerçekleştirilen Brexit oylamasına katılan vekillerin 432’sinin olumsuz oy vermesi neticesinde hükümetin Brexit planı reddedildi. Aslında meclisten böyle bir kararın çıkacağını tahmin etmek zor değildi. Zira öncelikle hükümetin Brexit konusunda meclisin işlemesini engellediği iddiasıyla 4 Aralık’ta gündeme alınan “Meclisi Aşağılama” önergesi 293’e karşı 311 oyla kabul edilmişti. Muhalefet partilerinin ortak başvurusuyla gerçekleşen oylama, meclisin Brexit Anlaşmasına destek vermeyeceğine dair ilk somut sinyal oldu. Bu gelişmenin hemen ardından Brexit karşıtı vekiller 5 Aralık’ta yeni bir hamlede bulunarak Brexit Anlaşmasının meclis tarafından reddedilmesi halinde atılacak yeni adımla ilgili meclisin söz hakkını garanti altına alacak bir önerge hazırladılar. İlginç bir şekilde iktidardaki Muhafazakar Partili Dominic Grieve’in kendi hükümetine karşı hazırladığı önergenin 299’a karşı 321 oyla kabul edilmesiyle hükümete kısa süre içerisinde ikinci bir mesaj verilmiş oldu.Brexit karşıtlarının bu siyasi hamleleri dışında 8 Ocak 2019 tarihinde ana muhalefet İşçi Partisi tarafından meclise yeni bir yasa tasarısı sunuldu. 296’ya karşı 303 oyla kabul edilen tasarıya göre, hükümetin anlaşmasız Brexit senaryosuna hazırlık için ayırdığı bütçeyi meclis onayıyla kullanması kabul edilerek hükümetin Brexit yetkileri iyice kısıtlanmış oldu. Bu gelişmeden saatler sonra Brexit muhalifleri 9 Ocak’ta meclise yeni bir yasa tasarısı daha sundular. 297’ye karşı 308 oyla kabul edilen tasarıyla Brexit Anlaşmasının meclis tarafından reddedilmesi halinde hükümetin izleyeceği yeni yolu üç gün içerisinde meclise bildirme zorunluluğu getirildi. Böylece hükümetin Brüksel’den yeni tavizler alarak ikinci bir oylamaya gitmesi zorlaştırıldı. Bu çerçevede 15 Ocak’ta gerçekleşen oylama öncesinde Brexit Anlaşmasının meclisten geçemeyeceğine dair kuvvetli bir öngörü zaten oluşmuş bulunuyordu. Nitekim böylesine karamsar bir ortamda gerçekleşen oylama, 202’ye karşı 432 gibi rekor bir oyla reddedilerek Londra-Brüksel hattında kabul edilen anlaşma geçersiz kılındı.
Brexit senaryoları
Meclisteki oylamadan çıkan olumsuz sonuç, bundan sonra ne olacağı konusunda büyük bir meraka sebep oldu. Öncelikle Birleşik Krallık’ın Mayıs ayında gerçekleşecek Avrupa Parlamento seçimlerinden önce, 29 Mart 2019 itibarıyla her halükarda AB’den ayrılmış olacağı akılda tutulmalı. Bunun dışında, sürece teknik açıdan bakıldığında, 9 Ocak’ta kabul edilen karar gereğince hükümetin üç gün içerisinde meclise “B Planını” sunması gerekiyor.Şu anki durum itibarıyla gerçekleşmesi muhtemel beş senaryo bulunuyor. Buna göre birinci olarak, AB ile yeni bir müzakere sürecinin tercih edilmesi halinde hükümetin kısa süre içerisinde yeni bir ayrılık planı hazırlaması ve meclise sunması gerekiyor. Ancak mevcut Brexit Anlaşmasının teknik müzakere sürecinin yaklaşık iki sene sürmüş olduğu dikkate alındığında, hükümetin kısa bir süre zarfında Brüksel’le yeni bir Brexit Anlaşması hazırlaması ve bunu yeniden kabineye ve AB liderlerine sunması neredeyse imkansız bir durum. Kaldı ki yeni bir anlaşma metni hazırlansa ve bu metin kabine üyeleri ve AB liderleri tarafından kabul edilse bile, Brexit karşıtı ve sert-Brexit yanlısı vekillerin tutumu nedeniyle bu metnin de reddedilmesine kesin gözüyle bakılıyor. Ayrıca, Avrupa Komisyonu Sözcüsü Mina Andreeva’nın konuyla ilgili “masadaki anlaşma metnini tekrar müzakere etmeyeceğiz” açıklaması dikkate alındığında, Brüksel’in yeni bir anlaşmaya sıcak bakmadığı da açıkça görülmekte. Haliyle bu senaryo Brexit’e dair kalıcı bir çözüm getirmekten oldukça uzak.
Brexit’e dair gerçekleşebilecek ikinci senaryo yeni bir Brexit referandumu. Mecliste bilhassa İskoçya Ulusal Partisi, Liberal Demokrat Parti ve İşçi Partisi’nin önemli bir kesimi tarafından tercih edilen bu senaryonun gerçekleşmesi halinde, ülkenin ivedilikle yeni bir referanduma gitmesi ve seçmenin Brexit’e dair nihai tavrını göstermesi gerekecek. Muhtemel bir referandumda halkın AB içerisinde kalmaktan yana karar vermesi halinde Brexit iptal edilecek ve Avrupa Adalet Divanı’nın aldığı karar neticesinde Birleşik Krallık AB üyesi olarak yoluna devam edecek. Muhtemel yeni referandumda halkın ikinci kez Brexit kararı alması halinde ise bu sefer hükümetin eli nispeten güçlenecek ve muhaliflerin Brexit’e yönelik tavrını yumuşatması gerecek. Bu çerçevede ya daha önce kabul edilen Brexit Anlaşması bazı ufak değişikliklerle yeniden oylanıp kabul edilecek ya da, Brexit karşıtlarının tavrını devam ettirmesi halinde, ülke giderek derinleşen siyasi bir krizin eşiğine gelecektir. Ancak Başbakan May’in kısa bir süre önce muhtemel referandum hakkında yaptığı “Farklı bir sonuç çıkması halinde üçüncü referandum istenir” açıklaması dikkate alındığında, bu senaryonun da şu an için geri planda kaldığını göstermekte.
Üçüncü senaryo hükümetin siyaseten bir nevi pes etmesi ve normalde 2022 yılında gerçekleşmesi planlanan genel seçimlerin erken bir tarihe alınmasıdır. Zira 2018 Temmuz ayından beri kabinede yaşanan istifalar, Brexit Anlaşmasının toplumda uyandırdığı rahatsızlık ve 2022 yılına kadar iktidarın bir azınlık hükümeti olarak yola devam etmesinin oluşturacağı dezavantajlar, May hükümetini yeni bir seçim kararı almaya zorlayabilir. Muhtemel erken seçimde 2017 yılındaki seçim sonuçlarına benzer bir sonucun çıkması halinde ya da uzak bir ihtimal de olsa, Muhafazakarların seçimden güçlenerek çıkması halinde bu sefer Brexit’e dair hükümetin önünde bir engel kalmayacak ve mecliste sağlanacak çoğunlukla Brexit Anlaşmasının kabul edilmesi nisbeten daha kolay olacaktır. Ancak olası bir erken seçimde, hükümetin Brexit süreciyle ilgili bugüne kadar sergilediği kötü performans nedeniyle seçmenin tepkisel bir şekilde İşçi Partisine yönelmesi kuvvetle muhtemel. Zira İşçi Partisi’nin son seçimde oylarını yüzde 9.5 artırarak yüzde 40’a çıkardığı ve seçimin galibi Muhafazakar Parti ile arasında sadece yüzde 2,5 gibi az bir puan farkı kaldığı gerçeği hesaba katıldığında bir erken seçimde İşçi Partisinin galip çıkacağını öngörmek zor değil. Bu noktada İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn’nin Brexit karşıtı tutumu nazara alındığında kendi önderliğinde kurulacak olası yeni hükümetin parti içindeki dengelere göre Brexit kararını iptal etmesi ya da anlaşma şartlarını daha da iyileştirmesi bekleniyor. Ayrıca, hükümetin kendi iradesiyle erken seçim kararı almaması halinde ana muhalefetteki İşçi Partisi’nin gensoru vererek ya da milletvekillerinin üçte ikisinin hazırlayacağı bir önergeyle hükümeti düşürme ihtimalleri de bulunuyor. Bunlardan birinin olumlu sonuçlanması halinde ise muhalefetteki partilerin tamamına yakınının ve Muhafazakar Parti içerisindeki mevcut Brexit Anlaşmasına karşı ve parti lideri May’e muhalif olanların desteğiyle hükümetin düşmesi kuvvetle muhtemel gözükmektedir.
Dördüncü senaryo hükümetin büyük bir revizyon yaparak bugüne kadar benimsediği “Brexit Brexit’tir” söyleminden vazgeçip, Brexit’in iptaline dair meclise yeni bir tasarı sunmasıdır. Ancak hükümetin bugüne kadarki siyasetine tabandan zıt olması, parti içerisindeki Brexit taraftarlarının ve 2016 yılında Brexit kararı veren halkın iradesi göz ardı edilmesi anlamına geleceği için bu senaryonun da May hükümetine ve Muhafazakarlara ağır bir maliyeti olacaktır. Zira Brexit’in gündeme getirilmesi, şekillendirilmesi ve yönetilmesi Muhafazakar Parti dönemlerinde olduğu için halkın ilk genel seçimde cezalandıracağı merci de hiç şüphesiz Muhafazakarlar olacaktır. Nitekim 2017 erken seçimlerinde Muhafazakarların 13 koltuk kaybedip Demokratik Birlik Partisi’nin (DUP) dışarıdan verdiği destekle azınlık hükümeti kurmak zorunda kalması önemli bir vakıa olarak önümüzde duruyor. Buna karşın hükümetin tüm siyasi riskleri göze alıp ülkenin içinde bulunduğu durumu değerlendirerek, Avrupa Adalet Divanı’nın aldığı karar doğrultusunda Brexit’in iptalini gündeme getirmesi, ülkenin istikbali açısından üzerinde konuşulabilecek bir senaryo gibi durmakta.
Anlaşmasız Brexit ihtimali
Beşinci ve son senaryo ise anlaşmasız Brexit. Yukarıdaki senaryolara kıyasla en kuvvetli senaryo olarak duran bu durumun gerçekleşmesi halinde Londra ve Brüksel arasında bir anlaşma sağlanamadan Birleşik Krallık 29 Mart itibarıyla AB üyeliğinden ayrılacak. İki tarafın da bu ihtimale karşı bir süredir hazırlık yaptığı bilinse de bu senaryonun gerçekleşmesi durumunda Brexit muamması sonu belirsiz şekilde devam edeceği için bu durum özellikle Birleşik Krallık’a ciddi bir maliyet oluşturacaktır. Zira taraflar arasında bir ticaret anlaşması imzalanana kadar Dünya Ticaret Örgütü rejimleri geçerli olacak ve ülke ekonomisi kısa ve orta vadede bu durumdan zarar görecektir. Nitekim Merkez Bankası anlaşmasız Brexit olması halinde ülke ekonomisinin resesyona girebileceğini ve bunun sonucunda işsizlik oranının ve enflasyonun hızla artabileceğini açıklamıştı.Bunun yanı sıra, belirsizlik ortamının doğurduğu etkiyle uluslararası sermayenin Londra’dan özellikle Frankfurt’a doğru kaymaya başlamış olduğu dikkate alınırsa, ülke ekonomisinin uzun vadede yapısal sorunlarla karşılaşma riski bulunuyor. Bu noktada May Hükümeti anlaşmasız ayrılık senaryosuna karşı acil durum için yaklaşık iki milyar sterlin tutarında özel bir bütçe ayırmış olsa da 8 Ocak’ta alınan karar neticesinde hükümetin bu bütçeyi meclis onayıyla kullanmak zorunda olması dikkate değer bir ayrıntı. AB Komisyonu Başkanı Jean Claude Juncker’ın oylamadan hemen sonra yaptığı açıklamada belirttiği gibi, bu sonuçla Birleşik Krallık’ın AB’den anlaşmasız ayrılma riski artmış bulunuyor.
Sonuç olarak, yukarıda bahsedilen senaryolar birlikte değerlendirildiğinde aslında hepsinin kendi içinde somut dezavantajlar barındırdığı ortada. Fakat bu senaryolar arasında iktidar partisi açısından “kötünün iyisi” durumunda olan anlaşmasız Brexit senaryosunun diğerlerine göre ön plana çıktığı görülüyor. Bunun yanı sıra, meclisin yakın zamanda aldığı kararlarla, hükümetin elindeki Brexit yetkilerini daraltmış ve kendi alanını genişletmiş olduğu dikkate alındığında, Brexit’in meclis kararıyla durdurulma ihtimali de bulunuyor. Ayrıca, hükümete dışarıdan destek veren DUP’un mevcut durumdan memnun olmaması ve toplumsal öfkenin giderek büyümesi nedeniyle hükümetin bu şekilde göreve daha fazla devam etmesi ülkenin geleceği açısından sağlıklı bir durum olmayacaktır.
[AA, 16 Ocak 2019].