Artık önceliklerimizi ıskalayan ve meseleyi lüzumsuz karmaşıklaştıran terör hikayelerinden kurtulmak zorundayız. Terörün sadece bir güvenlik sorunu olmadığı söyleniyor. Yani teröristlerin siyasi beklentileri varmış. O beklentileri destekleyen bir toplumsal grup varmış. O toplumsal grup ikna edilmedikçe terör meselesi çözülemezmiş. İkna etmek için müzakere gerekirmiş. Anlaşmak gerekirmiş. Hayır, denemesek içim yanmaz. Zaten bu ülke elinden geleni yaptı. Ve sonuçları ortada. Kürt kimliğine dair beklentiler yerine getirildi. Demokratikleşme ve tanıma alanında Cumhuriyet tarihinin en cesur adımları atıldı. Barış için devlet elinden geleni yaptı. Yeter ki çözüm olsun diye. Karşılığında ne oldu? Terör örgütü şehirlere silah yığdı. Hendek kazdı. Ne için? Daha fazlası için. Savaşı sürdürmek için. Çünkü terörün asıl meselesi hiçbir zaman bu değildir. Ve terör siyasal müzakereyle tatmin olmaz. Hele de daha fazlasını alabileceği yanılgısına sahipse, hiç yanaşmaz. Teröristler çözüm adına gösterilen tüm toleransı sonuna kadar sömürdü. Açıkça gördük. Toplumsal olaylarda laboratuvar kuramazsınız. Ama bu sefer çözüm süreci tam bir laboratuvar işlevi gördü. İyi de oldu. Deney çok açık bir sonuç ortaya koydu. Çözüm mantığı işlemiyor. Çünkü terörist siyasal hedefleri için savaşmıyor. Siyasal hedefleri için savaşsaydı, bir noktada belki ikna etme şansınız olurdu. Ama eğer yalnızca savaşabildiği için savaşıyorsa, savaşabildikçe her ne verirseniz verin engelleyemezsiniz. Ama bir söylem vardı o tarihlerde. Güvenlikçi politikalar terörü bitiremedi diye. Bu akla göre doksanlı yıllarda silahlı mücadele verilmişti ama terör bitmemişti. Tekrar canlanmıştı. Bu ifadeler doğru gibi görünüyor. Fakat yanlış bir mantığa dayandığı için geçerli ifadeler değildir. Bu kökten çözümcü kafaya göre terör anormal bir durumdur ve kökünden çözülmesi gerekir. Halbuki insanlık tarihi bize her defasında gösteriyor ki, maalesef şiddet sadece bir anomali değil hep var olmuş bir gerçeklik. Tarihte barış süreleri savaş sürelerine göre daha azdır. Bu nedenle maalesef ki yaygın olan şiddettir. Zor olan bitirmek ve idare etmek. Kökünden bitirileceğine inanmak, gereksiz ve tehlikeli bir beklentidir. Bu tür idealist beklentiler sonrasında daha büyük şiddet üretebilir. Bu nedenle terör meselesine çözülmesi gereken bir olgu olarak bakmayı bırakmalıyız. Teröre katlanılabilir bir seviyeye indirilecek bir olgu olarak bakmak zorundayız. Böyle bakınca da terörle mücadelenin mantığını ona göre kurgulayabiliriz. Teröristleri ikna edemezsiniz. Dünya tarihinde bunun örneği yok. ETA ve İRA gibi müzakere yoluyla çözüldüğü iddia edilen örnekler aslında ne çözüldü ne de müzakerenin sonucudur. Aynı şekilde Türkiye'deki terör de siyasal beklentilerden doğmuyor. Siyaset ve sosyoloji kavramlarını kendine maske olarak kullanıyor. Terör doğabileceği her yerde doğar. Ardından kendine bir gerekçe uydurur. Aslında Kuzey Irak'taki boşlukta doğar, sonra kendine kimlik siyaseti giydirir. Aslında Suriye'deki boşlukta güçlenir, sonra Türkiye'deki müzakere sürecini yetersiz bulur. Terör imkân buldukça doğar ve imkân buldukça azar. Maalesef Türkiye'ye komşu ülkeler çöktükçe, hepsi birer terör cennetine dönüştüler. Terör ihraç ediyorlar. İhracattaki ilk durak ise Türkiye. Bu nedenle Türkiye'deki terörü Kürt sosyolojisiyle veya kimlik siyasetiyle falan ilgilendirmek büyük gereksizlik. Yok yere kafa karıştırmaktan ibaret. Ülke olarak bunu da denedik ve işe yaramadığını gördük. Şimdi daha etkin bir yol için öncelikleri belirlemek zorundayız.
[Takvim, 13 Aralık 2016].