Amerika'nın Minneapolis şehrinde geçtiğimiz Cuma günü polisler tarafından gereksiz ve aşırı şiddet kullanımı neticesinde George Floyd isimli bir siyahi hayatını kaybetti. Floyd'un ölümü sonrası binlerce insan tüm Amerika'ya yayılan protesto gösterilerinde bulundu. Gösterilerin kontrolden çıkmasıyla yakılan polis araçları, kundaklanan ve yağmalanan mağazalar, tırmanan şiddet ve savaş alanından farksız sokak görüntüleri ise halen görülmeye devam ediyor.
Kimileri Floyd'un ölümüne neden bu kadar tepki gösterildiğini anlamakta zorlandı. Sonuçta Amerika'da siyahilerin polis şiddeti sonucu hayatını kaybetmesi alışılmadık bir olay değil. Amerika'da 2019 yılında 1004 kişi polis tarafından öldürüldü ve siyahiler bu ölümler içinde orantısız bir şekilde öne çıkmakta (Amerikan nüfus sayımlarında kişilerin kendi beyanları üzerinden ırk ve etnik köken kayda geçirildiği için ırksal/etnik dağlımın tespiti mümkün). Geriye doğru gittiğimizde her yıl aşağı yukarı 1000 kişinin polis tarafından öldürüldüğünü görüyoruz.
Ancak George Floyd'u Amerikan polisinin bu yıl içerisinde öldüreceği diğer 999 kişiden ayıran bir durum belirdi. Diğerlerinden farklı olarak Floyd'un son nefesine şahit olduk. İri cüssesiyle yürüyüşünü de gördük üstüne çöreklenmiş polislerin altında can çekişmesini de. İçimizi en çok acıtan da defalarca tekrarladığı "memur bey lütfen, nefes alamıyorum, lütfen" inlemeleri oldu. Amerikan polisinin kurbanı diğer yüzlerce kişinin yaşadığı sonu yaşadı ama bu defa farklı olarak bizim tanıklığımızda yaşadı. Artık sadece bir istatistik, bir rakam değil. Floyd'un bir yüzü var ve dizini boynundan milim kıpırdatmayan polisin altında çaresiz, lütfen diye inlerken duyduğumuz bir sesi. Katilini göremedi Floyd, elleri arkadan kelepçeli, yüz üstü uzanır halde boynuna bastıran bir diz, üstüne çöreklenmiş üç polisin dizleri altında hayata gözlerini yumdu.
Biz buradan üzülüp sinirlenirken Amerika'nın olağan şüphelileri ve olağan kurbanları olan siyahiler de isyan etti. Ne var ki kontrolsüz seyreden her kitlesel gösteri gibi bu gösteri de amacından saptı, şiddeti protesto etmek bir yana kendisi bir şiddet kaynağı oldu. ANTİFA gibi radikal sol örgüt ve şiddete meyilli başka oluşumların provoke edici eylemleri gösterilerin asıl amacını gölgede bıraktı. Bu sefer de sosyal medya mecralarında yağmacılardan dükkânını korumak isterken acımasızca dövülen yaşlı bir kadının görüntülerini, St Louis kentindeyse yağmacıların öldürdüğü emekli polis şefinin hayata gözlerini yummadan önceki son anlarını izledik.
Tüm bu hengamede Trump yine şaşırtmadı. Ülkedeki sistemik ırkçılığı görmezden gelen Trump, gündemi Floyd'un öldüren polis şiddetinden göstericilerin şiddetine kaydırmayı denedi. Bu konudaki en büyük destekçisi de onu kanıtlarcasına şiddet sergileyen gösterici, daha doğrusu yağmacıların kendileri oldu.
Ve tam da bu noktada Türkiye'de kamuoyu kendisini bir tercihin eşiğinde buldu. Malum, ülke olarak taraf tutmayı severiz. Bu sefer de Trump mı ve ona tepki gösterenler mi ikileminde kaldık. Bir yanda Trump bir yanda göstericiler derken bir de Trump-Twitter kavgası baş gösterdi. Önce Twitter Trump'ın posta yoluyla oy kullanımı hakkındaki tweetlerinin altına teyit edici linkler serpiştirip kullanıcıları Trump'ı yalanlayan web sayfalarına yönlendirdi. Ardından Trump'ın gösterilerin tam da başında attığı tweeti sansürleyip, görüntülemek isteyenlere "bu tweet kullanım koşullarını ihlal ediyor, görüntülemek istediğine emin misin?" sorusunu sordu. Bu da yetmezmiş gibi artık Twitter'da kullanıcı adı arama çubuğuna ırkçı (racist) yazdığınızda ilk çıkan sonuç ABD Başkanı Trump.
Tabi Trump bunlara karşı da altta kalmayıp Twitter'ı kapatmakla tehdit etti.
Trump mı Floyd mu sorusu sorulsaydı cevabı kolay bir soruydu ama etrafı yakıp yıkan göstericiler ve Trump'ın bence gayet mahirce bu süreci manipüle etmesi bu soruyu artık duyulmaz kıldı. Üstüne Twitter-Trump kavgası da baş gösterince Türkiye kamuoyunda bu kararsızlığı görenler ise ister istemez "Trump ırkçı ve kaba saba bir siyasetçi, Türkiye'de onu sevenler bunun farkında değil" eleştirilerine başladı.
Evvela şunu ortaya koyalım, bir kere bence Trump Türkiye'de sevilmiyor.Ancak onun Amerikan başkanı olmasından duyulan bir memnuniyet hali de var.Okuma yazması olan, akşam haberlerini izleyen, gazete okuyan, sosyal medya kullanan hemen herkes Trump'ın Müslümanları, Hispanikleri, siyahileri, Asyalıları, yani beyazlar dışındaki hemen herkesi aşağı gören ırkçı bir söylem kullandığı kanısına sahiptir. Buna rağmen başkanlığından memnuniyet duyulmasının bence kabaca üç sebebi var.
İlki bir önceki Amerikan Başkanı Obama'nın Suriye'de oluşturmaya çabaladığı ve Türkiye'nin ortadan kaldırdığı PYD/PKK koridoru projesi. Ayrıca Obama yönetiminin Dışişleri Bakanı ve Obama sonrasında Demokratların başkan adayı Hillary Clinton'ın açıktan FETÖ'ye desteği de söz konusu. Örnekler çoğaltılabilir ancak bu iki örnek bile Obama idaresinin Türkiye'nin canını yaktığını göstermekte. Obama'nın ve tabi Hillary Clinton'ın yerine kim gelse Türkiye kamuoyu bundan ekseriyetle memnun olacaktı zaten. O kişi ise Trump oldu.
İkincisi, açık konuşalım, ABD Amerika dışında pek sevilmez. Türkiye de bu konuda bir istisna değil. Spor müsabakalarında ABD'nin rakipleri tutulur, kovboy filmlerinde Kızılderililer desteklenir. Amerika'nın başına Trump gibi ortalığı karıştıracak, Amerikan devlet yönetimine sık sık "error verdirecek" bir isim geçince halk arasında pek çok kimse beter olsunlar diyerek durumdan memnun oldu.
Bir üçüncü sebep daha var ki bu bence en önemlisi. Trump kendinden önceki Amerikan başkanlarından farklı. Tarzıyla, üslubuyla çok daha dürüst, evet inanması zor ama gerçekten daha dürüst. Trump iki yüzlü bir başkan gibi görülmüyor, aksine sistemin aynası oldu. Diğerleri gibi politik doğruculuk, surata nezaketen kondurulmuş ve flaşlar patladıktan sonra kaybolacak sahte bir tebessüm ve birkaç jestle sistemin ırkçı ve ayrımcı doğasını makyajlamaya çalışmıyor. Trump başında olduğu sistemin yürüyen konuşan hali.
Aslında pek çokları şunu çok iyi biliyor. Amerikan siyahileri (ve diğer tüm azınlıklar) yüz yıllardır eziliyorlar, bunu Trump başlatmadı. En tepe noktalara gelebilen numunelik azınlık temsilcileri de bunu durdurmadı veya durduramadı. Floyd'un öldürüldüğü şehrin bir önceki polis şefi Kızılderili eşcinsel bir kadındı (Janeé Harteau) mesela. Ama siyahi Barak Hüseyin Obama'nın başkanlığı Amerikan sistemini değiştirmediği gibi Harteau'nun şefliği de Minneapolis'i değiştirmedi. Siyahiler o gün de sistemli şekilde sokak ortasında öldürülüyordu bugün de öyle.
Harteau bir polis cinayeti sonucu belediye başkanınca istifa ettirilmişti, yerine gelen şefi de aynı akıbet bekliyor. Bir sonraki şef de siyahi bir Müslüman olur belki ama sistem aynı sistem. Trump'a duyulan bir sempati varsa şayet işte bu sistemin kurumsallaşmış ırkçılığını en yalın haliyle gösterdiği, sistemi ifşa ettiği için.
Trump'ın başkanlığından Türkiye kamuoyunda duyulan bir memnuniyet varsa bunun bir nedeni de Trump'ın kah Çin'e kah Avrupa'ya çıkışması,sonra dönüp Amerika'daki müesses nizamın liberal elitleriyle kavga etmesi olabilir. Kimileri kendince sebeplerle bu çıkışmalardan memnuniyet duyabilir, hatta hepsinden değilse bile bu çıkışmaların bir kısmından memnuniyet duyanımız çoktur. Bu tarz sebepler de eklenirse dileyen daha çok madde de bulup sıralayabilir, ama yukarıdaki üç neden sanırım Trump hakkında öne çıkan başlıca düşünceler.
[Sabah, 6 Haziran 2020].