Avrupa ülkeleri, ağır yaptırımlar nedeniyle İran'ın uluslararası sistemin dışına itilerek kontrol edilemez bir aktöre dönüştüğüne inandığı için ABD'nin "sopa" siyasetinden rahatsızlık duyuyor. Bu yüzden ABD ve İran arasında bir arabuluculuk mekanizması olarak Viyana görüşmelerine önem veriyorlar. ABD'nin sırf İsrail'in bölgedeki güvenliğini temin etmek için yıllardır İran'a bir "haydut devlet" gibi davranması, Avrupa'nın Tahran'la yakın siyasi ilişki kurmasının önüne geçti. Öyle ki Avrupa ülkeleri, Washington'u rahatsız etmemek için ironik şekilde İranlı yöneticilerle fotoğraf çektirirken bile dikkat ettiler.
Küresel siyasetin gündeminden hiç inmeyen konular arasında yer alan İran'la nükleer müzakerelerle ilgili yakın zamanda yeniden bir hareketlilik başladı. İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Ali Bakıri, Viyana'da P5+1 ülkeleriyle müzakerelerin 29 Kasım'da yeniden başlayacağını duyurdu. Daha da önemlisi, ABD de Viyana'daki görüşmelere katılma kararı aldı. Ancak bir yandan İran'da muhafazakâr İbrahim Reisi hükümetinin ABD'ye karşı duyduğu derin güvensizlik duygusu, diğer yandan ABD'nin anlaşma için ilk adımı İran'dan beklemesi, müzakerelerin başarı şansını azaltıyor.
İran'la müzakerelerin olası seyrine dair detaylı bir analiz yapmadan evvel, bilindiği üzere 1979'daki devrim sonrasında İran'ın Batı ile ilişkileri kopma noktasına geldi ve ABD'nin öncülüğünde İran'a yönelik ağır uluslararası yaptırımlar uygulanmaya başlandı. Bunun neticesinde İran, siyasi ve ekonomik olarak uluslararası sistemden tecrit edilen bir ülke haline geldi ve bu durum 2013'e kadar devam etti. Uzun süre birbirini "öcüleştiren" taraflardan ABD'de Demokrat Barack Obama'nın, İran'da da reform yanlısı Hasan Ruhani'nin göreve gelmesi ise ikili ilişkilerde bambaşka bir gündem oluşturdu.
Mekik diplomasisi
ABD ve İran arasında ortaya çıkan olumlu havayı güçlendirmek için Obama ve Ruhani, 2013'te telefonla görüşerek yeni bir dönemin kapısını araladılar. Bunun ardından başlayan mekik diplomasisi neticesinde, 2015'te İran ile P5+1 ülkeleri arasında "Kapsamlı Ortak Eylem Planı" (KOEP) imzalandı. Anlaşma kapsamında İran'ın nükleer programını sınırlandırması ve bunun karşılığında İran'a uygulanan uluslararası yaptırımların kaldırılması amaçlandı. Planlandığı gibi anlaşmanın ardından, Tahran yönetimi nükleer programını sınırlandırdı ve ABD İran'a yönelik yaptırımları sonlandırdı.
Kısa zamanda kat edilen mesafeye rağmen ABD'de Cumhuriyetçi Donald Trump'ın başkan seçilmesiyle, taraflar arasındaki olumlu atmosfer çok uzun sürmedi. İsrail lobisinin aktif çabaları sonucunda Trump yönetimi, 2018'de aldığı kararla nükleer anlaşmadan çekildi ve İran'a daha ağır yaptırımlar uygulamaya başladı. İran'la yapılan nükleer anlaşmanın bilhassa ekonomik meyvelerini kısa zamanda toplayan Avrupa ülkeleri ise anlaşmanın devamı yolunda çaba sarf etti. Ancak bugüne kadar başarılı olamadılar.
Taraflar hazır değil
Avrupa ülkelerinin öncülük ettiği fakat ABD'nin bugüne kadar katılmadığı Viyana görüşmelerinin yeni turu, 29 Kasım'da ABD'nin de katılımıyla yeniden başlayacak. Buna rağmen tarafların öncelikleri dikkate alınırsa, ABD'nin ve İran'ın yeniden anlaşmaya varması zor görünüyor. Washington açısından bakıldığında Joe Biden, selefi Trump'ın aksine olası yeni bir anlaşmaya tamamen karşı değil. Biden, anlaşmaya geri dönmek içinse Tahran'ın anlaşmadaki uranyum zenginleştirme faaliyetleriyle ilgili verdiği taahhütleri yerine getirmesini şart koşuyor. Ancak İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Bakıri, görüşmelerde nükleer çalışmalara dair müzakerelerde bulunmayacaklarını ve önceliklerinin İran'a uygulanan yaptırımların kaldırılması olacağını açıkladı. İran Cumhurbaşkanı Reisi de seçim sürecinde yaptığı açıklamalarda, balistik füze programını ve uranyum zenginleştirme çalışmalarını müzakere etmeyeceğini açıklamıştı. Dolayısıyla ABD'nin beklentilerinin aksine İran nükleer çalışmalarına devam edecek.
Tahran açısından bakıldığında ise anlaşmadan çekilen taraf ABD olduğu için ilk adımı Washington'un atması ve yaptırımları kaldırması gerekiyor. Bunun yanı sıra Trump tecrübesinden ötürü Tahran, anlaşmanın devam etmesi için kesin taahhütler istiyor. Yani mesele şu anda ilk adımı, ABD'nin mi yoksa İran'ın mı atacağıyla ilgili. Burada makul bir talep olması bakımından İran'ın savunduğu gibi masadan kalkan ilk taraf ABD olduğu için ilk adımı da ABD'nin atması gerekiyor. Bu noktada ABD ve İran arasında arabuluculuk yapan Avrupa ülkeleri, tarafları optimal bir nokta buluşturup iki tarafın da aynı anda adım atması için çabalıyor.
Avrupa anlaÅŸma istiyor
İran'la yürütülen müzakerelerin olumlu sonuçlanmasıyla ilgili aslında en hevesli taraf, eskiden beri Avrupa ülkeleri oldu. Nitekim Trump'ın JCPOA'dan çekilme kararı almasının ardından Almanya, Fransa ve İngiltere gibi Avrupa'nın üç büyük gücü; anlaşmanın devamı için yoğun çaba sarf etti. Hatta bu üç ülke, alışılmadık şekilde İran'a uygulanan yaptırımlar nedeniyle ABD ile karşı karşıya gelmeyi bile göze aldı. Ancak ABD'nin başat gücünün yarattığı etki, bu çabaları akamete uğrattı ve üç ülke, istemeyerek de olsa ABD'yi takip ederek tutumlarını değiştirmek durumunda kaldı. Buna rağmen Almanya, Fransa ve İngiltere; İran'la nükleer anlaşmayı yeniden hayata geçirme niyetlerinden hiç vazgeçmedi.
Avrupa ülkelerinin anlaşmayı canlandırmak istemelerinin ardında bazı ekonomi-politik gerekçeler bulunuyor. Bunlardan ekonomik gerekçelere bakıldığında, İran'a uygulanan yaptırımlar sebebiyle Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkelerin İran'la ticaret hacimlerinin, 2015'e kadar 7,6 milyar avro gibi oldukça düşük bir seviyede kalması çarpıcı bir durum. Ancak 2015'te yaptırımların kalkması üzerine AB üyesi ülkelerle İran arasındaki ticaret hacmi, kısa zamanda katlanarak arttı. Bu eksende AB-İran ticaret hacmi, 2016'da 13,5 milyar avroya ve 2017'de 20,7 milyar avroya yükseldi. Buna karşın Trump yönetiminin anlaşmadan çekilmesi üzerine ticaret hacmi eskisinden daha da kötüye giderek; 2018'de 18,1 milyar avroya, 2019'da 5,1 milyar avroya ve 2020'de 4,5 milyar avroya geriledi. Mesele bu açıdan değerlendirildiğinde, Avrupa ülkelerinin İran'la nükleer anlaşmayı devam ettirmek istemelerinin kendi içinde rasyonel bir davranış olduğu söylenebilir.
'Haydut devlet'
Siyasi açıdan bakıldığında ise ABD'nin sırf İsrail'in bölgedeki güvenliğini temin etmek için yıllardır İran'a bir "haydut devlet" gibi davranması, Avrupa'nın Tahran'la yakın siyasi ilişki kurmasının önüne geçti. Öyle ki Avrupa ülkeleri, Washington'u rahatsız etmemek için ironik şekilde İranlı yöneticilerle fotoğraf çektirirken bile dikkat ettiler. Salt Amerikan çıkarlarını önceleyen bu durum, tabii olarak Avrupa ülkelerinin İran'la stratejik iş birliği kurmalarına engel oldu. ABD'nin Avrupa'daki en güvenilir ortağı İngiltere bile bu durumdan rahatsızlık duydu. Bu noktada 2015'te imzalanan anlaşma neticesinde Avrupa ülkeleri, Tahran'a "havuçla" yaklaşılması durumunda, İran'ın aslında uluslararası sistem içerisinde kontrol edilebilir bir aktör haline gelebileceğini gördüler. Bundan ötürü Avrupa ülkeleri, ağır yaptırımlar nedeniyle İran'ın uluslararası sistemin dışına itilerek kontrol edilemez bir aktöre dönüştüğüne inandıkları için ABD'nin "sopa" siyasetinden rahatsızlık duyuyorlar. Bundan ötürü ABD ve İran arasında bir arabuluculuk mekanizması olarak Viyana görüşmelerine önem veriyorlar.
Toparlamak gerekirse ABD ve İran'da, daha önce Obama-Ruhani döneminde olduğu gibi her iki tarafın da aynı anda uzlaşmaya istekli olması durumunda, İran'la müzakerelerden olumlu bir sonuç çıkabilir. Ancak şu an için bir yandan Reisi yönetiminin ABD'ye duyduğu derin kuşkular nedeniyle nükleer çalışmalardan taviz vermek istememesinden, diğer yandan Biden yönetiminin önce İran'ın adım atması gerektiği yönündeki inadından ötürü 29 Kasım'da başlaması beklenen yeni tur müzakerelerden olumlu bir sonuç beklememek gerekiyor.
[Star, 13 Kasım 2021].