Ortadoğu her on yılda bir dramatik değişime sahne olurdu.
Şimdilerde ise bölgedeki aylık ve günlük kaotik gelişmeler daha sık kapımızı çalıyor.
"Irak-Şam İslam devleti" (IŞİD) örgütü Türkiye'nin Musul Başkonsolosluğu'nu işgal ederek, diplomatlarımızı ve güvenlik görevlilerini rehin aldı.
Suriye ve Irak'ta "bir tür Taliban rejiminin" komşumuz haline geldiği konuşuluyor.
IŞİD'in yükselişinde kuşkusuz en önemli sorumluluk Irak Başbakanı Maliki'de.
IŞİD, 2010 seçimlerinden itibaren Maliki'nin yürüttüğü otoriter Şiileştirme siyasetine duyulan tepkiden beslendi.
Böylece Maliki yönetimi Tarık Haşimi gibi Sünni siyasetçileri ve aşiretleri yabancılaştırarak Irak Şam İslam devleti örgütünün (IŞİD'in Irak'taki ilk hali) eline oynadı.
2006-2007 iç savaşı döneminde General Petraeus karşıdireniş stratejisi ile Sünni aşiretleri bu örgütle mücadelede etkin bir şekilde kullanmıştı.
Sünni savaşçıları Irak Milli ordusuna dahil etmeyen Maliki, 2011 Aralık ayında ABD'nin Irak'tan ayrılmasından sonra Sünni toplumu daha da yabancılaştırdı. Böylece, daha önce Irak İslam devleti örgütüne karşı savaşan Sünni gruplar taraf değiştirerek bu örgütün saflarına katıldılar.
2012'den itibaren Suriye'de önce Nusra Cephesi ile işbirliğiyle sonra IŞİD olarak varlık gösteren bu örgütün ana stratejisi Irak ve Suriye'de hilafet devleti kurmak.
Suriye iç savaşı sırasında Özgür Suriye Ordusu, İslami Cephe ve hatta el-Kaide uzantısı Nusra Cephesi ile çatışan IŞİD, Irak'ta gücünü konsolide edecek bir boşluk bularak Musul'a yöneldi.
Saddam'ın eski komutanlarının da içinde yer aldığı IŞİD'in Kerkük'ü ele geçirmesi ve hatta Bağdat'a yürümesi konuşuluyor.
ABD'nin 2003'te Irak'ı işgali sonrasında El-Kaide ve benzeri devlet-dışı aktörler Ortadoğu'da büyük bir siyasi boşluk buldu.
Arap Baharının Suriye ayağında iç savaşa dönüşmesiyle radikal İslamcı örgütlere yeni fırsatlar üretildi.
İşte böyle bir ortamda IŞİD, Musul'daki tek yabancı misyon olan Türk Konsolosluğu'na saldırarak kendisini uluslararası düzlemde aktör haline getirmeye çalışıyor.
Tunus ve Mısır'da ilk demokratik seçimlerde ılımlı İslamcıların iktidara gelmesi "İhvan hilali" denilerek etiketlendi.
Suriye'de de İhvanın öne çıkmasını istemeyenler Mısır başta olmak üzere tüm bölgede İhvan hattını çökerttiler.
Demokratik İslam modelini üretmesi beklenen İhvan'ın tasfiyesinin aşırı Selefi grupları güçlendireceği biliniyordu.
Bugün Suriye ve Irak'ta gerçekleşen budur.
Cihadi olarak tanımlanan bu grupların dışlayıcı, tekfir edici ve şiddet temelli yaklaşımları mezhep kavgasını besleyen bir mahiyete büründü.
İran ve Suudi Arabistan'ın yayılmacı, teo-politik yaklaşımları bu kavgayı daha da alevlendirdi.
Ancak IŞİD'in yükselişi İslamcı grupların aşırılığının Suriye iç savaşı ötesindeki tehlikelerini ortaya koydu.
Bölgesel güçler aşırı örgütlerle mücadelede makul bir işbirliği zemini yaratmak durumundalar.
İran Cumhurbaşkanı Ruhani'nin Türkiye ziyaretinde "aşırılık ve terörizmle mücadelenin ortak amaç" olduğunu söylemesi bu noktaya doğru gidildiğini düşündürmektedir.
Suriye ve Irak'ta petrol bölgelerini kontrolü altına alan bu örgütün ele geçirdiği yerlerde kalıcı olması zor görünüyor.
Irak içinde Maliki ile Kürt yönetimi arasında petrol gelirleri konusunda yeni bir uzlaşıyı mümkün kılabilir. AB