İran ile ABD öncülüğündeki Batı koalisyonu arasındaki nükleer soruna dair müzakereler için belirlenen süre 24 Kasım’da dolarken görüşmelerin başarıyla sonuçlanıp sonuçlanamayacağına dair sorulan sorular artmaya başladı. Birçok kişi, görüşmelerin başarısının Ortadoğu bölgesindeki siyasi dengelerde önemli değişikliklere yol açacağı beklentisi içerisinde. Müzakerelerin başarıyla sonuçlanıp İran nükleer sorununun kesin olarak çözülmesi beklentisi içerisinde olanlar, böyle bir gelişmenin Ortadoğu’da bir Amerikan-İran güvenlik ittifakına varan sonuçlar doğuracağına dair öngörülerde bulunurken, başarısızlık durumunda ABD’nin İran’a karşı yaptırımlarının daha da ağırlaşacağı ve sonunda askeri güç kullanımına kadar varacağını ileri sürenler de söz konusudur. Bu konuya ilişkin öngörülerde genellikle uluslararası ilişkilerin işleyişine dair kuralların hesaba katılmadığı ve iki ülke arasında yaşanan tarihsel tecrübelerin göz ardı edildiği görülmektedir.
ABD-İran ilişkilerinde nükleer müzakerelerde gelinen nokta ve bu konuda atılan adımların iki ülke arasındaki ilişkiler ile genel olarak Ortadoğu’ya muhtemel etkilerini değerlendirmeden önce, uluslararası ilişkilerin doğasına ve Washington ile Tahran arasındayaşanan bazı tarihsel gelişmelere dair birtakım tespitlerde bulunmak konunun anlaşılması açısından faydalı olacaktır. Bu çerçevede öncelikle devletler arasında sürekli dostluk ve sürekli düşmanlıklar olmadığının altını çizmek gerekir. Bütün devletler diğer devletlere ve dış dünyaya karşı, kendi algıları doğrultusunda çıkarları için doğru gördükleri şekilde politikalar geliştirirler. Bu politikalar devletlerin başındaki yöneticilerin eğilimlerine göre değişebilir, çünkü yönetici elitlerin çıkar algıları onların siyasi görüşlerine göre değişiklikler gösterir. Bu tespit doğrultusunda, ABD ile İran arasındaki ilişkilerin sonsuza kadar kötü olmayacağı, her iki ülkenin başındaki yöneticilerin çıkar algıları çerçevesinde değişiklikler göstereceği sonucuna varılabilir.
CLİNTON VE OBAMA ETKİSİ
İki ülke yakın tarihine bakıldığında yöneticilerin siyasal eğilimlerinin ilişkilere etkisini görmek mümkündür. ABD’de baba ve oğul Bush’lardan sonra başkanlık yapan Clinton ve Obama dönemlerinde Washington’un Tahran’a yönelik politikasının daha az çatışmacı olduğu ve aralarındaki sorunların çözümünde diplomatik çabaların daha fazla öne çıktığı söylenebilir. Buna karşılık her iki Bush’un başkanlık dönemlerinde ABD’nin İran politikasının daha sert olduğu, sorunların çözümünde ekonomik, siyasi ve diplomatik yaptırımların daha fazla öne çıktığı ve diyaloğun neredeyse hiç olmadığı görülmüştür. Clinton ve Obama dönemine ilişkin ilginç benzerlikler de söz konusudur. Clinton’un sekiz yıllık görev süresinin son üç yılında İran’da Hatemi gibi Batı ile daha iyi ilişkiler kurulması taraftarı bir cumhurbaşkanı işbaşına gelmişken, benzer bir şekilde Obama’nın son üç yılına girilirken de İran’da reform ve Batı ile diyalog yanlısı Ruhani cumhurbaşkanı olmuştur. Hem ABD’de hem de İran’da sorunların çözümü konusunda diplomasiyi öne çıkaran liderlerin işbaşında olduğu bu dönemlerde işbirliği ekseninde adımların atılmasını engelleyen benzerlikler de söz konusudur. Clinton gibi Obama da, başkanlığının son yıllarını Kongre’nin her iki kanadında