SETA > Atölye |

"Türkiye'de İnsan Hakları Algısı Mağduriyetten Geliyor"

SETA Araştırmacı'larından Yavuz Güçtürk Türkiye'nin insan haklarına yaklaşımını, sivil toplumun durumunu, devletin insan hakları konusunda geliştirdiği kurumların tavırlarını değerlendirdi.

Türkiye’deki insan hakları konusu oldukça tartışmalıdır. Kimisine göre Türkiye Ä°slâm Dünyası’na iyi bir örnek, kimisine göre ise Avrupa’nın ulaÅŸtığı standartların dışında olduÄŸu için çaÄŸdışıdır. Biz de bu hafta bu iddiaları SETA’nın (Siyaset, Ekonomi, Toplum AraÅŸtırmaları Vakfı) Ä°nsan hakları direktörlüÄŸünde araÅŸtırmacı olan Yavuz Güçtürk’le konuÅŸtuk. Türkiye’nin insan haklarına yaklaşımını, sivil toplumun durumunu, devletin insan hakları konusunda geliÅŸtirdiÄŸi kurumların tavırlarını inceledik.

Röportaj: H. Hüseyin Kemal

Türkiye’de insan hakları algısını ÅŸekillendiren etkenler nelerdir? Ä°nsan hakları dediÄŸimizde hâlâ devleti hakkı tanıyan taraf olarak algılamak doÄŸru mu?

Türkiye’de insan hakları algısı maÄŸduriyetten geliyor. Ä°nsan hakları dünyada Ä°kinci Dünya Savaşı sonrası tekrar önem kazanırken, Türkiye’de bu tarihten itibaren hükümetlerin insan haklarını tanımasından bahsetmek mümkün deÄŸil. Ülkemizde insan hakları deÄŸerlerini üretenler, maÄŸduriyet yaÅŸayan kiÅŸi ya da gruplardır. Bu anlamda devlet ve iktidar, hakkı tanıyan deÄŸil, hakkı ihlâl eden taraftır. Haklar için mücadele eden sivil toplum karşısında devlet zaman içerisinde hakların varlığını kabul etmek durumunda kalmaktadır. Bu sadece Türkiye için deÄŸil, insan hakları kavramının ortaya çıktığı Batı toplumları için de geçerlidir. Ä°nsan hakları tarihine bakıldığında, zaman içerisinde ortaya çıkan ve “birinci kuÅŸak, ikinci kuÅŸak vb.” ÅŸekilde sınıflandırılan hak kategorilerinin tanıması için sivil toplum mücadele yürütmüÅŸtür ve halen yürütmektedir.

Ä°nsan hakları konusunda sivil toplum örgütlerinin önemi ortaya çıkıyor. Türkiye’deki sivil toplum örgütlerini demokrasi ve hak arama açısından deÄŸerlendirebilir misiniz?

Türkiye’deki insan haklarının geliÅŸmesi açısından sivil toplum örgütleri büyük önem taşımaktadırlar. 1980 Darbesi sonrası çığ gibi artan insan hakları ihlâlleri sonrasında maÄŸdurlar ya da yakınları tarafından oluÅŸturulan Ä°nsan Hakları DerneÄŸi ve MAZLUMDER gibi örgütler uzun bir dönem “insan hakları” kavramını topluma tanıtmak için mücadele ettiler. Bugün Türkiye’de vatandaÅŸların hak arama bilincinin giderek artan bir biçimde geliÅŸmesi, toplumun en eÄŸitimsiz kesimlerinin bile kamu idaresi karşısında maÄŸduriyet yaÅŸadıklarında “haklarım var” diyerek tepki göstermesi, ilk kuÅŸak hak örgütleri olarak da adlandırabilecek bu STK’ların baÅŸarılı olduklarını, “insan hakları” kavramını toplumsal ve siyasal hayatın gündemine soktuklarını göstermektedir. Bununla birlikte, 90’lı yılların sonuna kadar “çatı örgütü” iÅŸlevini üstlenen ve hemen hemen tüm hak gruplarını bünyesinde barındıran bu örgütlerin yanı sıra, sadece belli bir hak kategorisi üzerine—çocuk hakları, kadın hakları, mülteciler vb.—spesifik çalışmalar yapan insan hakları örgütleri de kurulmaya baÅŸlandı.

Bugünkü durum nasıl?

Bugün Türkiye’de, insan hakları alanında çalışma yapan STK’lar bir yandan hükümetin ve kamu kurumlarının icraatlarını yakından takip etmeye, raporları ve söylemleri ile insan hakları ihlâllerinin önüne geçilmesi için kamu üzerinde baskı kurmaya, diÄŸer yandan tüm medya kanallarını kullanarak temel haklar ve özgürlükler konusundaki farkındalığı arttırmaya ve hak ihlâllerine maruz kalan kiÅŸi ya da grupları, haklarını nasıl savunacakları konusunda bilgilendirmeye devam ediyorlar. Türkiye’de insan haklarının geliÅŸmesi ve saÄŸlam bir temele oturması, ondokuzuncu yüzyıldan itibaren baÅŸlayan ve Cumhuriyet’in ilk döneminde de uygulanan tepeden inme bir anlayışla deÄŸil, tabana dayanan bağımsız sivil toplum hareketinin çabaları sonucu gerçekleÅŸecektir.

Devlet kurumları açısından insan haklarını güvence altına almak için ne tür organizasyonlar var. Türkiye Ä°nsan Hakları Kurumunun kuruluÅŸu ne gibi katkılar yapacak?

Türkiye’de insan haklarını korumak ve geliÅŸtirmek amacıyla çalışma yapan çeÅŸitli kamu kurumları var. Bunlardan ilki TBMM Ä°nsan Haklarını Ä°nceleme Komisyonu’dur. 1990 yılında çıkarılan yasası ile çalışmaya baÅŸlayan Komisyon, temel hak ve özgürlüklerinden birisinin ihlâl edildiÄŸine inanan vatandaÅŸların baÅŸvurusunu kabul ederken, son dönemde Komisyon’un kuruluÅŸ kanununda yapılan deÄŸiÅŸiklik ile kanun teklif ve tasarılarını esas veya tali olarak inceleyebilme yetkisi de verildi. Bu önemli geliÅŸme ile beraber Komisyon Meclis’e sevk edilen kanun tasarıları ve tekliflerini insan hakları açısından esas komisyon sıfatıyla ele almaya baÅŸladı. Bu Komisyon dışında, BaÅŸbakanlık Ä°nsan Hakları BaÅŸkanlığı, Ä°l ve Ä°lçe Ä°nsan Hakları Kurulları, uzun bir süredir toplanamayan Ä°nsan Hakları Danışma Kurulu ile Adalet Bakanlığı bünyesinde geçtiÄŸimiz yıllarda kurulan Ä°nsan Hakları Daire BaÅŸkanlığı gibi pek çok Bakanlık ya da Genel Müdürlük bünyesinde insan haklarıyla ilgili birimler de bulunmaktadır. 2012 yılında bu alanda yaÅŸanan en önemli geliÅŸme ise Türkiye Ä°nsan Hakları Kurumu’nun kurulması olmuÅŸtur.

Kurum tam olarak çalışmaya baÅŸladı mı?

Haziran ayında kabul edilen Kanun çerçevesinde Eylül ayında CumhurbaÅŸkanlığı, Hükümet, YÖK ve Baro BaÅŸkanları tarafından 11 kiÅŸilik Kurul üyeleri seçildi. Bundan sonraki aÅŸamada Kurul’un ilk toplantısını gerçekleÅŸtirmesi ve seçilecek BaÅŸkan ve Ä°kinci BaÅŸkan ve atanacak BaÅŸkan Yardımcısı ile Kurum’u faaliyete geçirmesi beklenmektedir. Bu aÅŸamada BaÅŸbakanlık Ä°nsan Hakları BaÅŸkanlığı da laÄŸvedilecektir. Her ne kadar Ä°nsan Hakları Kurumu’na iliÅŸkin yasanın Meclis’ten geçirilmesi sırasından STK’ların görüÅŸlerinin yeterince dikkate alınmadığı yönünde haklı eleÅŸtiriler yapılsa da, bu aÅŸamada Kurum ve Kurul’un çalışma yapısını yakından takip ederek kurumsal yapısı ve faaliyetlerine iliÅŸkin deÄŸerlendirmelerde bulunmak yapıcı bir eleÅŸtirel yaklaşım olacaktır. Bu çerçevede, Kurul üyelerine ve Kurum BaÅŸkanına, Ä°nsan Hakları Kurumu’nun BM Paris Prensipleri çerçevesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin “dostlar alış veriÅŸte görsün” minvalinde kurmakla yükümlü olduÄŸu bir mekanizma olmadığını, Türkiye’de iÅŸkence ve kötü muameleyle mücadele etme, ÅŸikâyetleri inceleme, insan haklarının korunmasına ve geliÅŸtirilmesine katkı yapacak bağımsız bir mekanizma olduÄŸunu göstermek hususunda büyük iÅŸ düÅŸmektedir.

Bunun yanında kurumun gerekli gördüÄŸü takdirde bazı bilgileri paylaÅŸacağı yönündeki deÄŸerlendirmeyi nasıl okumak gerekir?

Kurul’un kararlarını sadece “gerekli gördüÄŸü durumlarda” kamuoyuna açıklayacak olması, esasen ÅŸeffaflık ilkesine aykırıdır. Ä°nsan haklarının korunup geliÅŸtirilmesi için devlet kurumlarında açıklık ve denetim standartlarının yükseltilmesinin talep edildiÄŸi bir dönemde Ulusal Kurum’un bütün kararlarını kamuoyuna açması ve bu konuda kamu kurumlarına örnek olması gerekmektedir. Yasanın bu ÅŸekilde çıkarılması, bunun deÄŸiÅŸmeyeceÄŸi anlamına gelmemektedir. Yasada bir deÄŸiÅŸiklik kısa vadede mümkün deÄŸilse de, Kurum BaÅŸkanı inisiyatif kullanarak çalışmaların kamuoyuyla paylaşılması konusunda hassasiyet gösterebilir ve Kurum çalışmalarını kamuoyuyla daha fazla paylaÅŸabilir.

Devlet Denetleme Kurumu’nun bazı insan hakları ihlâllerinde devreye sokulmasını nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz?

CumhurbaÅŸkanlığı Devlet Denetleme Kurulu (DDK) 1980 Darbesi sonrası CumhurbaÅŸkanlığına baÄŸlı olarak kurulan bir kurum olup, CumhurbaÅŸkanının isteÄŸi üzerine tüm kamu kurum ve kuruluÅŸlarını incelemek ve denetlemekle yükümlüdür. Kurum’un CumhurbaÅŸkanı Abdullah Gül döneminden önce insan hakları ihlâlleri üzerine devreye girmesi söz konusu deÄŸilken, 2011 yılında tersaneler ve madenlerde yaÅŸanan iÅŸ kazaları nedeniyle, 2012 yılında ise idare ve yargı alanında büyük skandallar doÄŸuran Dink cinayetine iliÅŸkin olarak incelemelerde bulundu ve rapor yayınladı. Bunların yanı sıra, Turgut Özal ve Muhsin YazıcıoÄŸlu’nun ölümlerine iliÅŸkin olarak da araÅŸtırma yaptı. CumhurbaÅŸkanının, Dink cinayeti vb. ihlâllerin yargıda ve kamu kurumlarında kriz oluÅŸturması ve tıkanıklığa neden olması üzerine DDK’yı devreye sokması, insan hakları örgütleri tarafından olumlu karşılandı. Nitekim bu örneklerden hareketle bazı insan hakları savunucuları, 2012 yılı içerisinde Ä°stanbul’da Terörle Mücadeleden Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcılığına, hakkında iÅŸkence yaptığı iddiaları bulunan Sedat Selim Ay’ın atanması üzerine CumhurbaÅŸkanı’na DDK’yı devreye sokması için çaÄŸrıda bulundular. DDK’nın bu tür durumlarda devreye girmesi kamu kurumlarının insan haklarını gözetmede daha dikkatli olmaları yönünde olumlu bir etki oluÅŸtursa da, DDK’nın insan haklarının korunmasında etkili bir iç hukuk yolu olarak düÅŸünülmesi mevzuat gereÄŸi mümkün gözükmüyor. ÖrneÄŸin, önemli insan hakları ihlâllerinin gerçekleÅŸtiÄŸi kurumlardan biri olan Silâhlı Kuvvetler DDK’nın görev alanı dışındadır.

Anayasa Mahkemesine Bireysel BaÅŸvuru Hakkının hak arayışlarına katkısı ne olacak? Ne tür geliÅŸmeler saÄŸlayacak? Bazı düzenlemelerin, ihlâle uÄŸramış insanların Avrupa Ä°nsan Hakları Mahkemesine gitmesini engellemek için yapıldığı yolunda eleÅŸtiriler var. Bunlara katılır mısınız?

Anayasa Mahkemesi’ne bireysel baÅŸvuru hakkı, temel hak ve özgürlükleri yasama, yürütme veya yargı organları tarafından ihlâl edilen bireylerin baÅŸvurdukları olaÄŸanüstü bir kanun yolu olarak Eylül 2012’de uygulanmaya baÅŸladı. Anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸine iliÅŸkin 12 Eylül 2010’da yapılan halk oylaması ile bu sistemin yürürlüÄŸe girmesi kesinleÅŸtiÄŸinde, Hükümet’in AÄ°HM’e giden dâvâ sayısını azaltmayı hedeflediÄŸi için bu tür bir düzenlemeye gittiÄŸi yolunda eleÅŸtiriler yapılmıştı. Evet, bu uygulama ile AÄ°HM’e giden dâvâ sayısını azaltmanın, gözetilen amaçlardan biri olduÄŸu söylenebilir, ama bunun tek amaç olduÄŸunu söylemek de zordur. Åžunu belirtmek gerekir ki, Bireysel BaÅŸvuru Hakkı sadece Türkiye’ye özgü bir uygulama deÄŸil. Hâlihazırda birçok Avrupa ve Latin Amerika ülkesi bu yolu kullanmaktadır.

Bu mekanizmanın hak arayışlarına katkısı, ele alacağı baÅŸvuruların sayısından ziyade, toplumu yakından ilgilendiren temel sorunlar üzerine (türban, vicdanî red, ifade özgürlüÄŸü vb.) vereceÄŸi kararlarla temel hak ve özgürlükleri geliÅŸtirmesi olacaktır. Anayasa Mahkemesi’nin ayrıca, alacağı kararlarla hak ihlâllerinin takipçisi olması beklenmektedir. Bunun yanı sıra, verdikleri kararların Anayasa Mahkemesi tarafından deÄŸerlendirilebileceÄŸini bilen ilk derece mahkemelerinin temel haklar ve özgürlükler konusunda daha dikkatli davranmak durumunda kalacakları umulmaktadır.

Bu uygulama ile AİHM başvuru hakkı ortadan kalkıyor mu?

Türkiye Cumhuriyeti vatandaÅŸlarının AÄ°HM baÅŸvurusu ortadan kalkmamakta, Anayasa Mahkemesi’nin verdiÄŸi kararlardan tatmin olmayan vatandaÅŸların AÄ°HM’e baÅŸvuru hakkı saklı kalmaktadır. AÄ°HM, Azerbeycan örneÄŸinde olduÄŸu gibi, Türkiye’deki uygulamayı bir süre izledikten sonra “etkili bir baÅŸvuru yolu” olarak kabul etmeyip doÄŸrudan baÅŸvuru almaya devam edebilir. Anayasa Mahkemesi’nin baÅŸarılı olmasının yolu, AÄ°HM kararları ve içtihatlarını göz önünde bulundurarak kararlar almasıdır. Umarım, Mahkeme önümüzdeki dönemde alacağı kararlarla Türkiye’de temel hak ve özgürlüklerin korunmasında etkili bir iç hukuk yolu haline gelir.

Avrupa Ä°nsan Hakları Mahkemesi, Türkiye’nin demokratik serüveninde nasıl bir role sahiptir?

BilindiÄŸi gibi AÄ°HM, Türkiye’nin kurucu üyeleri arasında yer aldığı Avrupa Konseyi tarafından 1953’te yürürlüÄŸe sokulan Avrupa Ä°nsan Hakları SözleÅŸmesi’ne uyumu denetlemek amacıyla kurulmuÅŸtur. AÄ°HM 1959 yılında dâvâ kabul etmeye baÅŸlarken, Türkiye AÄ°HS’nin denetim sürecine bireysel baÅŸvuru hakkını 1987’de kabul etti. Bu tarihten itibaren Türkiye vatandaÅŸları, ülkedeki iç hukuk yollarını tükettikten sonra, haklarını bu Mahkeme’de de aramaya baÅŸladılar. Bu tarih Türkiye’nin demokratik serüveni açısından bir dönüm noktasıdır.

Bu tarihten itibaren, AÄ°HM’in bir üst mahkeme olarak görülmesi ve Türkiye’deki yargıçların alacakları kararları SözleÅŸme’yi göz önünde bulundurarak vermesi beklenirken, aradan geçen 25 yıllık süre içerisinde Türkiye SözleÅŸme’yi ihlâl ettiÄŸi gerekçesiyle en çok mahkûmiyet alan üç ülkeden biri olmuÅŸtur. Maalesef yargıçlarımız, Anayasa’nın 90. maddesinde “temel hak ve özgürlüklere iliÅŸkin milletler arası andlaÅŸmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuÅŸmazlıklarda milletler arası andlaÅŸma hükümleri esas alınır” ibaresi bulunmasına raÄŸmen, SözleÅŸme’yi öne alıp uygulamaktan çoÄŸunlukla kaçınmışlar ve sonuç olarak Türkiye AÄ°HS’i en çok ihlâl eden devletlerden biri haline gelmiÅŸtir. Bu da gösteriyor ki, Türkiye’nin son 25 yıllık sürecinde yargıçlarımız insan haklarını geniÅŸ çerçevede yorumlayacak özgürlükçü bir zihniyete ulaÅŸamamıştır.

AÄ°HM’nin demokrasimizi geliÅŸtirdiÄŸini düÅŸünüyor musunuz?

AÄ°HM’in Türkiye’de demokrasinin geliÅŸimine katkı yaptığı ve yapmaya devam ettiÄŸi de bir gerçektir. Mahkeme’nin ihlâl kararları, kamuoyu ve medya tarafından yakından takip edilmekte, hükümetler demokrasinin geliÅŸimi açısından bir gösterge olarak kabul edilen Mahkeme kararlarında Türkiye’nin mahkûmiyetlerinin azaltılması için çalışmalar yapmak zorunda kalmaktadırlar. Bu konuda son çalışmalardan biri 2012 yılında devreye girdi. KaybettiÄŸi dâvâlar nedeniyle milyonlarca Euro tazminat ödemek zorunda kalınması üzerine, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, AÄ°HM’den ihlâl ve ceza alan dâvâyı incelemeye almaya ve inceleme sonucunu, sözü geçen dâvânın savcı ve yargıçlarının terfilerinde dikkate alınmak üzere kiÅŸisel dosyalarına koymaya karar verdi. Bu uygulamanın etkili olup olmayacağı önümüzdeki yıllarda ortaya çıkacak.

Demokratik hak arayışları çerçevesinde Türkiye’nin ÅŸu an ne durumda olduÄŸunu düÅŸünüyorsunuz?

Bugün Türkiye’de insan hakları sürecini kısa ve uzun vadeli olarak deÄŸerlendirmek daha saÄŸlıklı olacaktır. AB ile Türkiye arasında son yıllarda yaÅŸanan kopukluÄŸun sonucu olarak özellikle kolluk kuvvetlerinin yaklaşımı açısından insan haklarının korunması ve geliÅŸtirilmesi konusunda bir durgunluk olduÄŸu bir gerçek. Bununla birlikte, önemli eksiklikler içermesine raÄŸmen Kamu DenetçiliÄŸi Kurumu Kanunu ve Türkiye Ä°nsan Hakları Kurumu Kanunu gibi birçok önemli mevzuatın yürürlüÄŸe girmesi, uzun vadede demokrasi açısından bir kazanımdır.

Ä°nsan haklarını daha da geliÅŸtirmek isteyen, hak arayışı içerisinde bulunan sivil toplum örgütlerinin en büyük eksikliklerinden birisi ise kamunun durumuna iliÅŸkin saÄŸlıklı veri elde edememeleridir. Kamu kurumlarının daha da ÅŸeffaf olması, bilgi edinme hakkını suistimal etmemeleri gerekmektedir. Åžeffalığın olmadığı bir ortamda insan hakları örgütleri körlemesine ilerlemekte ve ihlâllere karşı uzun erimli çözümler ortaya koymakta zorlanmaktadırlar.

Yeni anayasa nasıl bir insan hakları çerçevesi çizmeli?

KiÅŸisel ve kurumsal “görüÅŸ alma” aÅŸamasını tamamlayan ve geçtiÄŸimiz Mayıs ayından itibaren yazım sürecine giren yeni anayasa çalışmaları, siyasî arenada yaÅŸanan çok sert çatışmalara raÄŸmen günümüze kadar sürdü. Zaman zaman UzlaÅŸma Komisyonu’nun oybirliÄŸi kuralının benimsenmesinin yeni anayasa çalışmasını sekteye uÄŸratacağı yönünde eleÅŸtiriler yapılsa da (nitekim ilk altı aylık sürecin sonunda görüÅŸmeleri tamamlanan “Temel Hak ve Özgürlükler” bölümünde sadece 10 maddede uzlaÅŸma saÄŸlandı. 38 madde ise uyuÅŸmazlık nedeniyle “paranteze” alındı) yeni anayasanın insan haklarını güvence altına alan bir toplumsal sözleÅŸme olması için toplumun tüm kesimlerinin görüÅŸünün alınması zarurî bir adımdır.

ununla birlikte, Meclis’teki partilerin farklı siyasî görüÅŸleri nedeniyle yüzde yüz mutabakata ulaÅŸamayacağı açıktır. Mutabakatı en üst seviyede tutmak için ise anayasada baÅŸta vatandaÅŸlık ve anadilde eÄŸitim olmak üzere kritik konularda Prof. Dr. Zafer Üskül’ün terimiyle “renksiz” bir yol seçmek en makul seçenek. ÖrneÄŸin, UzlaÅŸma Komisyonunda üzerinde mutabakata varılması hemen hemen imkânsız olan vatandaÅŸlık konusunu ele alan maddeye iliÅŸkin olarak kimi ülkelerin anayasalarında olduÄŸu gibi herhangi bir tanıma yer verilmeyebilir ya da etnik bir gruba atıfta bulunmak yerine “Türkiye Cumhuriyeti vatandaÅŸlığı” gibi coÄŸrafya ile tanımlama yapılabilir.

Bunun dışında, yeni anayasanın uluslar arası temel hak ve hürriyetlerin nazara alındığı sözleÅŸmelere göre yazılması, Türkiye’nin taraf olduÄŸu uluslar arası antlaÅŸmaların iç hukukun herhangi bir kaynağı deÄŸil, temeli olduÄŸunun açıkça belirtilmesi, bütün etnik gruplara, inançlara (ve de inançsızlığa) eÅŸit mesafede durarak çoÄŸulculuÄŸu desteklemesi elzemdir. Aksi halde, yeni anayasaya her kesimin sahip çıkmasını saÄŸlamak ve gerçek bir toplumsal sözleÅŸme ortaya çıkarmak mümkün olmayacaktır. Bunun için de, siyasî partiler baÅŸta olmak üzere, herkesin, konuya uzlaşı arayarak yaklaÅŸması ve kendi pozisyonundan bir adım geri atmaya hazırlanması gerek.

Yeni Asya, 12.11.2012