Tarih Myanmar'da tekerrür etti. Dünyanın gözü önünde sayıları binlerle ifade edilen Müslüman Rohingya katledildi ve 150 binden fazlası göç etmek zorunda kaldı. Dahası en kolay ulaşım sağlayabilecekleri ülke olan Bangladeş kapıları kapattığından birkaç gün öncesine kadar Müslümanlar göç bile edemiyordu.
Beş yıl aradan sonra bölgede yeniden katliamın başlaması, Myanmar yönetiminin sistematik bir etnik temizliğe yöneldiğine dair argümanları güçlendiriyor. Katliamların yalnızca devlet eliyle değil paramiliter grupların da katılımıyla gerçekleşmesi meseleyi başka bir boyuta taşıyor. Şu anda meselenin insani boyutu acil müdahale gerektirecek noktaya ulaşsa da sorun siyasi düzeyde çözümlenmediği sürece bu katliamların devam edeceğini öngörmek zor değil. Çünkü Myanmar hükümeti Rohingyaları tanımıyor. Ne diğer yüz elliye yakın etnik gruba tanıdığı topluluk haklarını tanıyor ne de vatandaş olarak kabul ediyor. Bir anlamda yok sayıyor. Yalnızca diğer gruplardan ayırt edilebilmeleri için beyaz kimlik veriliyor.
Zaten tanınmayan ve yok sayılan bir topluluğun temel hizmetlerden mahrum bırakılması, göçe zorlanması hatta katliama maruz kalmasında bir beis görülmüyor. Birtakım siyasi analizler bu durumu Burmalıların uluslaşma sürecinin bir sonucu olarak görüyor. Yani uluslaşma sürecinin gerektirdiği homojenleşme politikaları bu katliamlara yol açıyor. Hâlbuki ülkede yüz elliyi aşkın etnik grup yaşıyor. Burmalı sayılmayan tek grup da Rohingyalar değil. Dolayısıyla mesele uluslaşma sürecinin ötesinde boyutlara sahip. Nitekim gelen haberlere bakılırsa katliam çağrıları yabancılara değil Müslümanlara yönelik olarak yapılıyor. Dolayısıyla Rohingyalar rastgele seçilmiş bir hedef değil. Son katliamları Myanmar Genelkurmay Başkanı'nın "İkinci Dünya Savaşı'na kadar uzanan yarım kalmış bir mesele" olarak yorumlaması da meselenin tarihi/kimlik boyutuna işaret ediyor.
Bu tablo karşısında uluslararası toplum karşılıksız çağrılar dışında bir şey yapmış değil. 2013'te BM İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün bir önceki yılda gerçekleşen olaylar için hazırladığı raporun başlığını "Yapabileceğimiz Tek Şey Dua Etmek" şeklinde koyması meseleyi özetliyor aslında. Bu başlık yalnızca 2012'de yaşananların dramatik boyutuna değil, BM'nin bu konudaki işlevsizliğini gözler önüne seriyor. Hâlbuki dua etmesi beklenen çaresiz insanlar, müdahale etmesi beklenen kurum ise BM!
TÜRKİYE'NİN DİPLOMATİK ÇABALARI
İki hafta önce başlayan olaylar üzerine de BM'nin aynı tavrı takındığını gördük. Dünya barışını korumak ve sivil katliamları önlemek üzere kendi varlığını inşa eden bu kurum geç olmadan etkili müdahaleler yapılması çağrısı yaptı. Demokratik reformları uygulaması için bütün baskı araçlarını kullanan İngiltere ve ABD'li yetkililer de Myanmar hükümetini uyararak rollerini de oynamış oldular. Kamuoyuna dünyada Türkiye'den başka insanların yaşadığını da hissettirmiş oldular!
Türkiye ise varlığını belli etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan konu ile ilgili otuz devlet ve hükümet başkanı ile görüştüğünü açıkladı. Erdoğan ayrıca konuyu hem İslam İşbirliği Teşkilatı'nın hem de 17 Eylül'deki BM toplantısında gündeme getireceğini ifade etti. Meselenin insani boyutunun hafifletilmesi amacıyla Bangladeş'le yapılan müzakerelerin sonuç vermesi üzerine yapılan teklifi açıkladı. BM Türkiye'yi takdir ettiğini ve diğer ülkeler için model bir davranış olacağını açıkladı. Yani Türkiye BM'nin önünden gitti.
İNSANİ YARDIMLAR
Bangladeş'le yapılan müzakereler de sonuç verdi ve bu ülkeye göç eden Rohingya Müslümanlarına başlangıç olarak bin tonluk acil yardım malzemesi ulaştırılması için harekete geçildi. Diplomatik çaba ve karşılıklı mutabakat gerektiren bu süreçten önce Türk insani yardım vakıfları bin bir zorluğu aşarak zaten yardım ulaştırmaktaydı. Başta TİKA olmak üzere resmi kurumlar aracılığıyla yardımların Dışişleri Bakanı'nın da katılımıyla ulaştırılması meseleye diplomatik açıdan verilen önemi gösterdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan bir yardım elçisi gibi hareket ederek hem yardımların hızlıca ulaştırılması hem de meselenin uluslararası kamuoyunun gündeminde tutulması noktasında önemli bir rol üstlendi.
Türkiye'nin insani yardım konusundaki somut durumuna bakıldığında tablo şöyle: En fazla mülteci Türkiye'de yaşıyor. Buna rağmen en az adli vaka Türkiye'de yaşanıyor. Kişi başına düşen gelire göre en fazla yardımı yapan ülke Türkiye. Bu somut göstergeler Türkiye'nin sağladığı yardımların bir politikanın mahiyetini çoktan aşarak bir can simidine dönüştüğüne işaret ediyor. Hal böyle olunca Rohingyalara hızlıca ulaşmak Türkiye için zor olmuyor.
Zulüm söz konusu olduğunda Türkiye İslam dünyasının yüz akı, dünyanın da vicdanı oluyor. Myanmar meselesi için de aynı şey söz konusu. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kalıcı çözümler için uğraş vereceğini açıklaması da insani dramların hafifletilmesi ile yetinmeyeceğini gösteriyor. Türkiye'nin tek başına baskı ve güç kullanarak bu sorunu çözmesi elbette beklenemez. Ancak hem ABD ve Çin gibi küresel güçlerle hem de meselenin muhatabı Malezya, Bangladeş ve Endonezya gibi bölgesel aktör nezdinde ciddi bir çaba harcayacak gibi görünüyor.
[Sabah, 9 Eylül 2017].