Birleşik Krallıkta merakla beklenen referandumu ayrılık yanlıları kazandı. Başbakan David Cameron ise tabiri caizse kendi kazdığı çukura düşerek 6 yıldır sürdürdüğü başbakanlıktan istifa etmek zorunda kaldı. Referandum sürecini başlatan da bizatihi Cameron'un kendisiydi. Cameron AB karşıtı aşırı sağın oylarını almak ve AB'yi köşeye sıkıştırmak için popülist bir siyaset izleyerek uzunca bir süre ayrılık kampanyası yürüttü. Buna rağmen Cameron AB ile vardığı anlaşma sonrası ABde kalma yönünde bir kampanya yürütmeye başladı. Zira Avrupa genelinde yükselen aşırı sağ yabancı düşmanlığı mülteci karşıtlığı ve İslam düşmanlığı ile birlikte ayrılık yanlıları çok güçlenmiş ve işler ciddiye binmişti. Cameron son anda kendi kopardığı fırtınanın Britanya gemisini karaya oturtacağının farkına vardı, ancak manevra yapmak için artık çok geçti. Bu bakımdan Brexit referandumunda alınan sonuç popülist siyasetin baştan çıkarıcı rüzgarına kapılıp yelkenlerini şişiren bir çok Avrupalı ana akım siyasetçi için ibret verici olmalıdır.
Cameron sadece siyaseten intihar etmedi. Aynı zamanda Birleşik Krallığı ve Avrupa Birliği'ni sonu kestirilemez bir maceraya iten siyasetçi olarak da tarihe geçti. Kurulduğu günden beri genişleyen Avrupa Birliği'nin Birleşik Krallığın ayrılması ile birlikte geleceği tartışılır hale geldi. II. Dünya Savaşı sonrası kurulan düzende kıta Avrupası Almanya'yı Fransa ile dengeleyen Birleşik Krallığın oluşturduğu bir teraziye oturmuştu. Bununla birlikte Cameron'un ülkesinin AB'den çıkması; Fransa'nın ise uzun süredir devam eden ekonomik ve sosyal sorunları, Birliğin Almanya tarafından daha fazla domine edileceği bir yapı haline gelmesi ihtimaliyle karşı karşıya kalmamıza sebebiyet verdi. Zaten ayrılma kararı sonrası Brüksel yerine Alman dışişleri bakanının Avrupa Birliğinin kurucu ülkelerini acilen Berlin'de toplantıya çağırması birlikte bundan sonra kimin borusunun daha fazla öteceğini açık ve seçik olarak göstermektedir. Diğer yandan Almanya tarafından domine edilen bir Avrupa'nın bir çok tarihi korkuyu yeniden tetikleyeceği açıktır.
Diğer taraftan Cameron'un Birleşik Krallığı da sonu bilinmez bir maceraya ittiği açıktır. Zira bu karar sonrası büyük oranda birlikte kalmak yönde oy kullanan İskoçya'nın Birleşik Krallıktan ayrılmak üzere yeni bir referanduma gitmesi kuvvetle muhtemeldir. Kararın Britanya ekonomisi üzerinde sonuçlarının ağır olacağı ile ilgili bir çok tahmin bulunmaktadır. Ama şurası kesindir ki AB'den ayrılan bir İngiltere'nin hızlanan küreselleşme sonucunda yükselen Çin Hindistan Brezilya gibi dev ekonomilerle yalnız başına rekabet etmesi çok zor olacaktır.
Referandum sürecinde ayrılma taraftarı ve karşıtı kampın yürüttüğü kirli kampanyanın Birleşik Krallık Siyasi kültürüne kalıcı bir zarar vererek toplumu keskin kamplara ayırdığı apaçık ortadadır. İşçi partisi milletvekili Jo Cox'un aşırı sağcı ve ayrılık yanlısı bir terörist tarafından hunharca sokak ortasında katledilmesi kutuplaşmanın vardığı boyutu ve siyasi atmosferin ne kadar zehirlendiğini göstermesi açısından ibret vericidir. Cameron ve benzeri siyasetçilerin körükledikleri milliyetçi yabancı göçmen mülteci düşmanı siyasetin Birleşik Krallığı getirdiği nokta milletvekillerinin sokak ortasında öldürüldüğü bir ülke haline gelmek oldu. Böylelikle Cameron sadece AB'yi bölen değil ama muhtemeldir ki Birleşik Krallığı da bölerek fakirleşmiş bir balıkçı adasına döndüren lider olarak tarihe geçmiş olacaktır.
[Zaman, 24 Haziran 2016].