ABD Başkanı Donald Trump ve beraberindeki geniş heyet Britanya'ya üç gün süren bir devlet ziyaretinde bulundu. Ziyaretin son günü Müttefik Güçlerin İkinci Dünya Savaşı'nın seyrini değiştiren Normandiya Çıkarması'na (D-Day) başlamalarının 75. yılı anmaları ile son buldu. Bu ziyaret daha önce Başbakan Teresa May ile görüşmek için İngiltere'yi ziyaret eden Başkan Trump'ın Britanya'ya ilk devlet ziyareti olarak kayda geçti. Trump ve beraberindeki heyet Londra'da en üst düzeyde ağırlandılar ve dünya medyasına bol miktarda fotoğraf verdiler. Ziyaret dünya basınında geniş kapsamlı yer buldu. Ancak büyük stratejik başlıklar ve iki ülke arasındaki ilişkilerde yeni açılımların ele alınmasından ziyade ziyaret magazin ve dedikodu sayfalarını ilgilendiren yönüyle ön plana çıktı. Hem Britanya hem de ABD tarafının geziden çok memnun olmadığı fotolara açıkça yansıdı. Eski usul ve içi boş bir törensellik vurgusu gezinin tümüne sirayet etti. Bu görüntüler iki ülke kamuoylarının yanı sıra İngiliz uluslar topluluğuna (commonwealth) yönelik bir PR çalışmasıydı. Bu PR çalışmasının ötesinde ziyaretin ne gibi stratejik hedef ve boyutları olduğu ise uluslararası siyaset analistlerinin temel sorusuydu.
Trump ve ekibinin Britanya seyahati iki ülke arasında yeni bir stratejik vizyon çizmekten ziyade Britanya siyasetinin iç işleyişine odaklandı. Zira son derece kırılgan ve belirsiz bir dönem yaşamakta olan Britanya siyasetinin nasıl şekilleneceği yalnızca Britanya'yı değil Transatlantik ilişkilerin geleceğini de belirleyecek. Başbakan Teresa May, Muhafazakar Partiliderliğini bıraktı ve yeni bir başbakan seçilene kadar görevine devam edecek. Brexit kararı sonrası Muhafazakar Parti tarihinin en zorlu dönelerinden birini yaşıyor. Toryler Avrupa Parlamentosu seçimlerinde de büyük bir hezimet yaşadılar. Teresa May Brexit sürecini yönetmek için göreve gelmişti ancak bu konudaki başarısızlığı onun sonunu getirdi. Britanya'nın diğer büyük partisi olan İşçi Partisi'nin başından ise ana akım siyasetin oldukça dışında görüşleri ile ön plana çıkan Jeremy Corbyn bulunmakta. Corbynli bir Britanya ABD açısından çalışılması kolay olmayacak bir ortak olacağı için bu seçeneğin önüne geçmek de Washington açısından öncelikli bir konu başlığıydı.
ABD Başkanı Donald Trump açıkça Boris Johnson'ın Muhafazakar Parti başkanı olmasından memnuniyet duyacağını dile getirdi. Bu aynı zamanda Britanya siyasetinin işleyişine dışarıdan müdahale anlamına geliyordu. Trump'ın müdahalesinin Johnson açısından olumlu netice getirip getirmeyeceği ise son derece muğlaktır. İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn ise Trump onuruna verilen davete katılmayarak birkaç kilometre uzaklıktaki Trump karşıtı protesto eylemlerindeki yerini aldı. Corbyn, Trump'ın onurlandırılmayı hakketmediğini dile getirmekten kaçınmadı. Başkan Trump'ın Britanya siyasetinin iş işleyişine dair bir diğer tartışmalı hamlesi ise yeni kurulan Brexit Partisi lideri Nigel Farageile yapılan görüşmesi idi. ABD Başkanı, ülkesinin Brexit'ten yana olduğunu ve bu sürecin ivedilikle tamamlanmasını tercih ettiğini dile getirdi. Trump yönetimi genel olarak çok taraflı anlaşma ve birlikteliklerden çıkarak muhatapları ile birebir müzakere etmeyi tercih etmekte. Bu yaklaşım ABD lehine olan güç asimetrisini, Washington çıkarları doğrultusunda kullanma yaklaşımının bir yansımasıdır. Trump yönetimi bu nedenle çok taraflı aktörleri değil müstakil ülkeleri müzakerelerde muhatap alma eğiliminde. Brexit kararı bu nedenle ABD tarafından daha fazla tercih edilir bir siyasi kurgunun oluşmasını sağlamıştır. Trump yönetiminin özellikle Brexit yanlısı siyasetçilere destek vermesi bu açıdan şaşırtıcı değildir. Ancak siyaseten zayıflamış ve etkisizleşmiş bir Britanya ABD'nin Avrupa'daki varlığını ve etkisini de zayıflatma potansiyeline sahiptir.