Geçtiğimiz hafta Türkiye'nin sosyal medya gündeminde iki konu vardı: Türkiye'de koronavirüs salgınına yönelik hasta taşan yoğun bakımlar; 600 bine varan ölümler "öngören" "analiz haber" ve Türkiye'nin İngiltere'ye sattığı sağlık malzemelerinin kullanışsız olduğuna yönelik ama sonradan bu ülkenin Ankara Büyükelçisi'nin yalanladığı "haber."
Her iki haber de DW ve BBC Türkçe gibi kendisinin "tarafsız", "doğru" ve "objektif ve kaliteli" habercilik yaptığını iddia eden mecralarda yayınlandı. Elbette kendilerini bu olumlu sıfatlarla tanımlamalarında şaşacak bir şey yok. Esas tuhaf olan Türkiye'de bazı kesimlerin "tarafsızlık", "objektif" ve "kaliteli" yayın denilince buraları işaret etmesi. Ortaya dökülen bunca yalan ve manipülasyona rağmen bu mecralara yönelik kimsenin aklına yandaşlık, tarafgirlik, kalitesiz yayıncılık gibi sıfatların gelmemesi.
Peki, bu mecraların sorgulanmasını engelleyen şey nedir? Oysa "Batı"nın Türkiye'deki medyatik ve akademik mevzileri sürekli olarak Türklerden ilk önce ve sadece kendilerinden şüphe etmelerini, kendilerini sorgulamalarını ve eleştirmelerini talep ediyor. Ama kendi ürettiği ve kurguladığı haber ve bilgilerin sorgulanmasını istemiyor. Bunu da tarafsızlık, özgürlük, bağımsızlık ve objektiflik gibi "örtü" görevi gören sıfatları tekeline alarak yapıyor.
Bir strateji olarak "tarafsızlık iddiası"
Bu kavramların sonuna ancak "-mış eki getirilirse hakikate tekabül edebileceklerini bilenler bilir. Esasında tarafsızmış gibi yaparak tarafını gizlemek, objektifmiş gibi yaparak belli bir görüşü objektiflik olarak dayatmak hedeflenir. Tarafsızlık ve objektiflik nedir? Türkiye'de bu eksende yapılan tartışmalardaki temel sorun, "Batı" tanımlı bu kavramların mutlak bir veri ve ideal olarak kabul edilmesidir.
Tarafsızlık diye bir şey yoktur. Adalet, iz'an, vicdan, sorumluluk, tutarlılık ve ilkeler vardır. Tarafsızmış gibi yapmaktansa tarafımızla kendi aramıza hakkaniyet ilke vicdan ve adalet mesafesi koymak yeğdir. Siyasete uzağız diye diye kendine siyaset alanı açan, devlete sızan hatta darbe yapanlar gibi tarafsızım diyenler de bu sıfatı tekellerine alarak sakın kendi "taraflarını" meşrulaştırıyor olmasınlar?
Kutsal muhalefet
Tekeline alınan kavramlar arasında "muhaliflik" de vardır. Her daim muhalif olmak kaliteli olmak, özgür düşünmek vb. olumlu özelliklerle özdeşleştirilir. O halde muhalif olan kalitelidir ve özgür düşünür. Elbette gerektiğinde itiraz etmek hem düşünen bir akla hem de özgür bir iradeye işaret eder. Ama sürgit bir muhalefet ve toptancı bir olumsuzlama ideolojik şartlanmışlık ve sürü psikolojisiyle hareket etmek değilse neyle açıklanabilir. Muhalif siyasi pozisyonun "tarafsızlık" "ahlaki üstünlük" (etikçilik) ve "akademisyen duruşu" olarak "pazarlandığı" bilinir. Oysa her şeye muhalefet etmek, ancak ergenlerde hoş görülebilecek bir psikolojidir.
Batı'nın dünyaya dayattığı "Tanımlama Üstünlüğü"nün (Deutungshohheit) onların buradaki mevzilerince tekellerine alındığını görüyoruz. Bunlar tarafsızlık, özgürlük, demokrasi ve bilimsellik gibi konularda kendinden menkul bir imtiyaza sahiptirler. Bunun yanı sıra neyin objektif ve kaliteli olduğuna da onlar karar verirler. Zira bu tekeli elinde bulunduranlar, 200 yıllık bu vesayetin ve hiç sorgulanmamış olmanın verdiği cüretle kendileri dışındakileri kah hedef gösterip linç ederek kah dışlayarak sustururlar. Cüretkar ve gürültücüdürler. Meşruiyeti kendinden menkul bir üstünlük duygusuna sahiptirler. Her an birisine dönüp parmak sallayabilirler. Hiç hesap vermemiş, vermeye de alışık değildirler. Güçlerini de duyanın bu kadar da büyük yalan olmaz herhalde diyerek inanmaya teşne olduğu yalanlarının büyüklüğünden alırlar. Bu cüret ve haksız kendine güven kimilerini korkutur kimilerini de kendine inandırır.
Bilimsel cemaat
Bahsi geçen mecralar için halk aslında bilgilendirilecek değil yönlendirilecek bir kitledir. Bu durum medyaya da has değildir. Batı ideolojisinin medya dışındaki bir diğer mevziisi de akademilerdir. Başka alanlarda olduğu gibi akademide bu "aydın" kitlenin adeta cami cemaati gibi safları sıklaştırdığı görülür. Kendi ideolojileri dışında kimseyi okuma, tanıma ve zahmetine girmemiş buna hiç ihtiyaç duymamışlardır. Çünkü onlar kendileri dışındakileri tanımanın değil tanımlamanın peşindedirler. Kendi kültürlerine dair tanımları da Avrupa üzerinden edinilmiş Ortaçağ karanlığı/gericilik vb. ezberlerin buraya uyarlanmasından ibarettir. Üstelik Avrupa ile kurulan hayranlık bağı yerli unsurlarıyla birlikte bu medeniyete katılma arzusu da değildir. Durumları öykünme, hayranlık ve geçmişten nefretten ibarettir. Elbette tüm bilimsellik iddialarına rağmen bu duygusal "modlarla" hareket edenlerden rasyonel davranmaları beklenemez.
Akademik alanda bilimsellik, açık görüşlülük, ilericilik de yine onların tekelindedir. Analitik ve rasyonel bilimsel olma konusunda iddialı olsalar da kendileri dışındakilere yaklaşımları tutucu, üstenci; dilleri alaycı ve imalıdır. Olur da kendi cemaatleri dışında ve ideolojik ezberlerini bozan gerçeklikle karşılaşırlarsa onu hemen "istisna" ilan ederek ezberlerini korumaya gayret ederler.
Kendilerini mutlak ve hegemon özne olarak görenlerin kendi kodları dışında kalan her şeyi ve herkesi nesneleştiren tutumları dikkat çekicidir. Nesneleştirdikleri kesimlerin bunu kabulleri de öyle. Örneğin, Türkiye'de çoğulculuğun, farklılıklara saygılı ve özgürlükçü anlayışın temsilcisi olma iddiasındaki üniversiteler ve akademik kurumların bu iddialarının eylemleriyle gerçekten uyuşup uyuşmadığı hiç sorgu veya araştırma konusu yapıldı mı? Bulundukları mecralarda kendileri gibi düşünmeyen akademisyenlere yönelik asla ayrımcılık yapmadıkları söylenebilir mi? Ya da birileri çıkıp onlara lütfen biraz çoğulcu ve açık görüşlü olun diye bir ifadede bulunabilir mi?
İşim itibarıyla sürekli öğrencilerle muhatap olan bir insan olarak öğrencilerin akademide karşılaştıkları ideolojik mobbinge dair anlatılarıyla dolu hafızam. Üstelik herkes her şeyin farkında.
[Sabah, 9 Mayıs 2020].