Aliya
Malezya'nın ev sahipliğinde elli altı ülkeye giden davet neticesinde farklı katılım düzeyinde bir zirve gerçekleşti. Türkiye, Katar ve İran cumhurbaşkanı düzeyinde katıldı ve çeşitli konularda görüşlerini dile getirdi.
[caption id="attachment_68500" align="aligncenter" width="1120"] 2019 Kuala Lumpur Zirvesi açılışı[/caption]
Ruhani ABD’nin İslam dünyasındaki istikrarsızlık konusundaki rolüne odaklanırken Mahathır Muhammed ise İslam dünyasının içinde bulunduğu bunalımı sorguladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise mevcut uluslararası siyasetin şartları ile İslam dünyasının durumunu birlikte değerlendirdi. Farklı perspektiflerden farklı yaklaşımlar dile getirildi. Bu düşüncelerin bazılarına katılır bazılarını ise reddedebiliriz. Zirvenin ana teması olan “İslamofobi” kavramı ve bu kavramın merkeze alınması üzerinden bir tavır alma yaklaşımı başta olmak üzere birçok konuyu tartışabiliriz. Zirvenin devamının gelmesi durumunda bu mikro tartışmaları daha çok yapacağız anlaşılan.
Bu yüzden şimdilik zirvenin neden gerekli olduğunu bir muhasebe çerçevesinde konuşmakta yarar var.
Zirvenin kendisi ve yapılan müzakereler İslam dünyasının içinde bulunduğu durum üzerinde düşünmeye sevk etti.
İslam dünyası bugüne kadar birçok bunalım döneminden geçti ve birçok meydan okumayı atlattı. Hz. Peygamberin vefat ettiği andan itibaren başlayan sorunlar ve tartışmalar tarih boyunca devam etti.
Kimi zaman bu sorunlar yeni siyasi, ekonomik hatta dini oluşumlara zemin hazırladı. Her bunalım döneminin ardından ise gerek dini gerekse siyasi açıdan ana akım niteliği taşıyan yeni yapılar ortaya çıktı. İslam tarihi bu açıdan bunalım ve açılım döngüsü olarak değerlendirilebilir.
Bugün ise İslam dünyasının içinde bulunduğu bunalım boyutları ve etkisi itibarıyla içinden çıkılamaz hissiyatı veriyor. Entelektüel, siyasi, ekonomik ve hatta dini açıdan o kadar ağır şartlarla yüz yüze kalmış durumdadır ki birçok kişi bu sorunların çözümünün olmayacağı seviyesinde ümitsizleşmiştir. Gerçekten de bugün bu kadar saldırı altında olan bir başka din yok. Terörle yaftalanan başka bir inanç yok. Dünyanın yedi kıtasında ölenlerin kimliğine bakın en temelde Müslüman olduğunu görürsünüz. Kaynakları yüz yıldır sömürülen coğrafya yine İslam dünyası. Ekonomik kaynakları ile yaşanan yoksulluk arasındaki en büyük dengesizlik yine İslam dünyasında bulunmakta. En hazini ise bu tabloyu iyileştirmeye dönük entelektüel tartışmalar, siyasi bütünleşme arayışları ya da kurumsal yapılar ümit verici düzeyde değil.
Bu tablo bize aslında “Bir İslam dünyası var mı?” sorusunu sorduracak cinsten.
Fakat bu tablo aynı zamanda en yoğun arayışları ve tartışmaları ya da Sezai Karakoç’un deyişi ile bir “Çıkış Yolu” arayışına dair sahici çabalara da ihtiyaç duyulduğunun en önemli göstergesi.
Malezya zirvesi de henüz başlamadan yaşadığı aksaklıklara rağmen bu minvalde okunabilir. Nasıl bir dünyada yaşadığımız ile İslam dünyasının bu şartlar altında nerede durduğuna dair yapılacak sorgulamalar için bir platform olması açısından önemliydi. Aksaklıklardan kastım Suudi Arabistan’ın katılmaması ve Pakistan Başbakanı İmran Han’ın Suud ziyaretinden sonra katılamayacağını açıklamasıydı.
Suudi Arabistan’ın katılmama gerekçesi de bu tür tartışmaların İİT çatısı altında gerçekleştirilmesi düşüncesi olduğuna yönelik haberler yayıldı. Ev sahibi Mahathır Muhammed de diplomatik bir dille bu düşünceye dair birtakım açıklamalar yaptı. Ancak açık konuşmakta yarar var: Suudlu yetkililerin dile getirdiği düşünce ilk bakışta haklı gibi görünebilir. Ancak kuruluş amacı Kudüs olan bir teşkilatın bugün Kudüs başta olmak üzere İslam ülkelerindeki çatışmalar, mülteci trajedisi gibi somut olarak müdahale edilebilecek konularda dahi hiçbir açılım gerçekleştirememesi, politika uygulayamaması yeni kurumsal arayışların gerekliliğine dair önemli ipuçlarıdır.
Zirveye katılan ülkeler arasında da önemli problem alanları mevcut. Türkiye ile İran Suriye konusunda önemli anlaşmazlıklar yaşıyor. Katar yakın bir döneminde müttefiklerince izole edilmişti. Malezya coğrafi konumu itibarıyla İslam dünyasının yakıcı sorunlarından görece uzakta.
Yine de bu durum zirvenin somut sonuçlar üretemeyeceği kanısına varmak için bir zemin teşkil etmiyor. Kaldı ki İsrail’den Fransa’ya, ABD’den Suud’a kadar birçok medya organı bu fikri pompalamak için uğraş veriyor.
Bu durumda bu inisiyatifi başlatanlara düşen şey bu inisiyatifi devam ettirmeleri ve somut sonuçlar üretecek mekanizmalar yaratmaya dönük adım atmalarıdır.
“Daha önce de bunalım dönemleri yaşadık ve atlattık, bunu da atlatırız” kolaycılığından/yanılsamasından da “Ne yapsak sonuç almak mümkün değil” kötümserliğinden de sıyrılmak paçaları sıyırmadan önce yapılacak ilk iş olmalı.
Zirve bu anlamda bir başlangıç olacaksa değerli olacaktır.
Sonuçta “Tarihi Allah yapar ve biz sadece nerede duracağımıza karar veririz”.
[Sabah, 21 Aralık 2019]