Muhafazakâr, dindar veya İslamcı, adı her ne olursa olsun, İslam’ın sosyo-politik bir ‘imkân’ olma özelliğini dikkate alan siyasal hareketler halkın yönetime katılımını sağlayarak toplumsal temsil sorununun çözümüne katkıda bulundular.
Modern paradigma içinde belki de en çok tartışılan kavramlar, bir biçimde din ile ilişkisi olan kavramlar olageldi. Zira modern sosyolojinin, dinin toplumsal hayattan yavaşça çekileceği öngörüsünün rafa kaldırılmasından bu yana epeyce zaman geçti. Artık kendini farklı formlarda ortaya koyan din-siyaset ilişkisi, gerek siyaset biliminin gerekse sosyolojinin ana akım birçok tartışmasına kaynaklık ediyor. Tepeden inmeci ve hızlı bir modernleşme süreci yaşayan, bununla birlikte modernleşmenin Batılılaşma ile aynı anlama geldiği ülkemizde de din-siyaset ilişkileri hiçbir zaman ateşi sönmeyen bir tartışma alanı olarak algılandı. Bu bağlamda AK Parti iktidarı ile gündeme gelen birçok tartışmanın aslında yeni tartışmalar olmadığını da kabul etmek gerekir.
Mücahit Küçükyılmaz’ın kaleme aldığı “Türkiye’de Siyasal Katılım: Tek Partiden AK Parti’ye Siyasal İslam ve Demokrasi Tartışmaları” adlı kitap, diğer bütün getirileri/tartışmaları bir yana, Türkiye’deki siyasal katılıma ve demokratik gelişime en ciddi katkı yapan unsurun siyasal İslam olduğu iddiasıyla Türk düşünce hayatındaki çok önemli bir sorunsala dikkat çekiyor.
Kitabın en önemli ana tezlerinden biri olan, “Türkiye’deki siyasal katılıma ve demokratik gelişime en ciddi katkı yapan unsurun dindar siyasetçiler olduğu” iddiasını, yukarıdaki modern sosyolojinin yanılgısı temelinde yeniden düşünmek/ele almak mümkündür. Zira hayatın hiçbir alanından geri çekilmediği (ya da başka bir ifadeyle dışlanamadığı) gibi siyasal arenadan da İslam’ın geri çekilmediği bir yüzyıl yaşandı bu coğrafyada. Nasıl tanımlanırsa tanımlansın Anadolu coğrafyasının mayasındaki ruh, kendini bu topraklara bağlı bildiği kadar Müslümanlığa da bağlı bildi.
Dolayısıyla kamusal tüm alanlar kendine kapalı olduğu zaman dahi (siyasal alan dâhil) kendi varlığını ifade etmenin bir yolunu aradı. Tek Parti döneminin ardından Menderes’in, Milli Görüş söylemindeki çekiciliğiyle Erbakan’ın, Amerikancılık ithamlarına rağmen muhafazakâr kimliğiyle Özal’ın ve nihayet AK Parti deneyimiyle Erdoğan’ın halktan bu kadar teveccüh görmesini sadece ekonomik ya da siyasal sebeplerle açıklamak yetersiz olacaktır. Bu bakımdan dini referanslara, az ya da çok, vurgu yapan siyasal oluşumların daha muteber olduğu bir ülkede siyasetin doğasını bu zeminde yeniden düşünmek gerekir. Hatta bu cümleye bir dönemin Demirel’ini dahi katmak mümkündür. Burada, Türkiye’de üzerinde bir mutabakat olmadığı için, ayrıca tartışılması gerektiğine inandığım ve bu metinde tartışmasına girmediğim iki temel soruya da dikkat çekmek istiyorum: (i) “Siyasal İslam” kavramı neye tekabül etmektedir ve nasıl anlaşılmalıdır; (ii) Türkiye’de “siyasal İslam” (örneğin sağcı siyasette) ne ölçüde araçsal olarak kullanılmıştır? Esasında aynı tartışmalar laiklik, demokrasi, sivil toplum ve ulusal kimlik gibi birçok temel kavram üzerinde de yapılmaktadır ve bu konularda varılacak mutabakatlar ülkenin ciddi kazanımları olacaktır.
İslam’ın kendini ifade imkanı
Oryantalist aklın tezgâhından geçmiş her literatürde İslam ile demokrasi birbirine uzak, Müslümanlık ile otokrasi/oligarşi de birbirine yakın kavram