Her yeni gün bölgemiz için yeni krizlere gebe. Krizlerin dinmesini değil artarak sürmesini bekliyoruz. Beklentimizin olumsuz olmasının iki temel sebebi var:
İlki, ABD'nin değişen küresel rolünün Pasifik'ten Avrupa'ya ve Ortadoğu'ya getirdiği belirsizlikler, boşluklar ve düzensizlikler. Ayrıca, ABD'nin ekonomik çıkarlarını korumak için yöneldiği agresif ve tutarsız politikalar belirsizliği yoğunlaştırıyor.
İkincisi ise, Ortadoğu'daki gerginlikleri sıcak çatışmaya taşıyacak bir güç denkleminin oluşması ya da oluşturulması.
***Bu yıkıcı denklem süper güç ABD'nin Ortadoğu politikası ile bölgesel güçlerin rekabeti arasında şekilleniyor. Kutuplaşma ekseni İran ve Suud liderliğindeki Körfez arasında... Bir karadeliğe dönüşen bu kutuplaşma bölgeyi gittikçe derinden etkiliyor.
Önce vekalet savaşlarını ve Vahhabi-Şii mezhepçi ayrışmasını üretti. Şimdilerde ise "
ılımlı-radikal İslam" ayrımı üzerinden Arap- Fars milliyetçilikleri kapışmasını ve asillerin sıcak savaşa gitme ihtimalini doğurdu.
Bu türbülansta kutuplaşmaya dahil olmayan ülkeler de zarar görüyor. Körfez'in Katar'a ablukası buna sadece bir örnek. Türkiye ise aktif arabuluculuk yaparak diplomatik çözüm arayan denge unsuru. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan önümüzdeki pazartesi Suudİran gerginliği gündemiyle Rusya-Kuveyt-Katar gezisine çıkıyor.
***Ortadoğu'nun derinleşen kaosundan istifade eden iki ülke var. Birisi, 2015 sonrasında ABD'nin bıraktığı boşlukları doldurarak nüfuzunu artıran Rusya. Bölgedeki nispeten sınırlı bir askeri varlıkla denklemleri etkileyen bir güce ulaştı.
Diğeri, bölgesel güçlerin "
parçalanma riskine girme" düzeyinde zayıflamasından sürekli kazanan İsrail. Suriye iç savaşında, Mısır'da Mursi'nin devrilmesinde, Deaş'ın Irak ve Suriye'yi ele geçirmesinde, Deaş ile mücadelede ve Katar krizinde (Hamas'ın uzlaşmayı kabul etmek zorunda kalması ile) hep yeni kazanımlar elde eden ülke durumunda. Hem de maliyetsiz...
Bugünlerde bütün bölgenin İran karşısında birleşmesi ile Suriye savaşı sebebiyle güçlenen Hizbullah'ı zayıflatmayı hedefliyor. Ortadoğu, Arapİsrail çatışmasını unutmakla kalmadı. Körfez ülkeleri BAE'nin yolunda yürüyerek İsrail ile işbirliği çerçevesini genişletiyor.
***Son günlerdeki Suud -İran gerilimi aslında bölgedeki kaosun ikinci dalgası. Başkan Trump'ın mayıstaki Riyad zirvesinin hemen sonrasındaki Katar kriziyle başladı. Trump'ın İran stratejisini açıklamasıyla hız kazandı ve şimdi Lübnan başbakanı Hariri'nin istifası ile devam ediyor. Bu sebeple bu yeni dalgayı Katar krizi sırasında "
Trump etkisi" olarak adlandırmıştım. Halefi "
Obama'nın etkisi" de ilk dalgayı oluşturmuştu.
Hatırlanırsa, Obama, Arap isyanlarının statükocu güçler tarafından bastırılmasına destek vermişti. Sonucu Libya, Suriye, Yemen iç savaşları ve Mısır'da Sisi darbesi oldu. Yine nükleer anlaşma ile İran'ı sisteme dahil etme çabasına girdi. Bu da İran yayılmacılığına alan açtı ve Selefi/ Vahhabi- Şiici kutuplaşmasının bölgeye yerleşmesini sağladı.
***Trump ise, İran'ı "
sınırlandırma" stratejisi ile Obama'nın dolaylı yoldan yaptığı şeyi doğrudan gerçekleştiriyor. Suud'un korkularını ve hırslarını besliyor. İran'ı ise savunma ve direnme adına daha saldırgan bir tavra itiyor. Silah ve enerji satışı gibi konularda kendi ekonomik çıkarlarını gözetiyor.
Sorun şu ki, ne Trump'ın İran'ı sınırlandırmak için büyük bir askeri varlığını bölgeye yığacak reel bir planı var; ne de İran ile mücadele edebilecek ideolojik ve beşeri sermayesi (vekil milisleri)...
Geriye kalan ihtimal uzun, kaotik çatışmalar... Bu da İran'ın hesaplaşmayı, İsrail'in ise istifade etmeyi en iyi bildiği olgu.
[Sabah, 11 Kasım 2017].