Demokrasi nöbetlerinin son gecesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gülen'in iadesi konusunda Washington'a net bir mesaj verdi: Ya Türkiye ya FETÖ. Bu mesaj, Gülen Pensilvanya'da kaldıkça FETÖ ile mücadelenin nihayete erdirilemeyeceğini bilen bir devlet adamının müttefik ülkeye çağrısı aslında. Gülen'in iadesinin Türkiye kamuoyunda yükselen ABD karşıtlığını da teskin edecek bir adım olacağı ortada. Hem de 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında ABD'nin olduğu yönündeki şüpheleri de dindirecek bir şekilde. Buna rağmen Washington'un "somut kanıt" ısrarı ile süreci uzatacağı aşikar. "Ya Türkiye ya FETÖ" çağrısının getirdiği ikileme girmek niyetinde de değil. Obama yönetiminden iade konusunda bir girişim beklenmezken H. Clinton'un başkan seçilmesi durumunda ne yapacağı da belirsiz. Gülencilerin Clinton'ın kampanyasına destek verdiği ve Washington'daki iktidar çevrelerine kendilerinin hala "kullanışlı" olduğunu ispatlama peşinde olduğu biliniyor. Bu arada Gülen de uluslararası kamuoyuna "makul, ılımlı" profil vermeye devam ediyor. En son Le Monde gazetesine yazdı(rdı)ğı makalede darbe girişiminin arkasında olma suçlamasını reddetmekle kalmamış uluslararası bir komitenin iddiaları incelemesini talep etmiş ve eklemiş: "Hakkımdaki suçlamaların 10'da 1'i kanıtlansın, Türkiye'ye gideceğime yemin ederim." Hangi demokrasi darbe soruşturmasını ya da terör yargılamasını uluslararası komisyonlara açmış da Türkiye bunu yapsın gibi sorulara gerek yok. Gülen'in bu ifadeleri tamamen kamu diplomasisi ve zaman kazanma amaçlı. Batı dünyasındaki desteğini koruma ve kendisine hala bağlı tabanında suçsuzluk hissi yaratma gayreti. Gülen'in iadesi Türkiye-ABD ilişkilerinde çetrefilli bir konu olmaya devam edecek. Kritik soru şu: Taraflar neden bu kadar ısrarcı? Kısa cevabı Gülen'in hem Türkiye ve hem ABD için bir suçlunun ya da terör örgütü liderinin iadesinden fazlasını ifade etmesidir. Daha geniş cevaba gelince; Türkiye açısından bakıldığında kanlı bir darbenin sorumlusu, 240 şehit ve 3 bin yaralının katilini adalet önüne çıkarmak önemli bir sebep. Ancak konu burada bitmiyor. Türkiye iki sebeple Gülen'i ele geçirmek zorunda: İlki, 40 yıllık bir gizli, istihbari örgütlenmeye sahip FETÖ'nün ne kadar aşırı ve radikal eylemlerde bulunabileceği artık tüm kamuoyunun malumu. Gülen, ABD'de rahat bir sığınak bulmaya devam ettikçe FETÖ tabanını motive etmeye, hatta yeni saldırılar için yönetmeyi sürdürecek. Bu yapı devletin kritik kurumlarından ne kadar tasfiye edilse de daha sapkın formlarla kendini üretebilir. Ancak Gülen'in ölümü ya da teslim edilmesi ile FETÖ parçalanabilir; mensupları sapkın inançlarından kurtarılarak topluma yeniden kazandırılabilir. İkincisi, Türkiye'de kaybetse de Gülen tabanını dünya ölçeğinde tehlikeli bir diyaspora olarak örgütleyebilecek bir güce hala sahip. El-Kaide'nin Batı düşmanlığı gibi geniş bir çerçevesine rağmen FETÖ Türkiye düşmanlığı gibi daha dar bir hedefe odaklanacak. Bu durum Türkiye için Ermeni diyasporası ile kıyaslanamayacak ölçüde uzun vadeli sorun üretecek. İşte bu iki sebeple ABD, Gülen konusunda "hukuki süreç" adı altında ayak diredikçe Türkiye ile gerginlik yaşayacak. Washington için ise "Gülen projesinin" marjinal faydası tükenmedi. "Ilımlı İslam" hikayesi Türkiye'de eli kanlı, heretik bir terör örgütüne döndüyse de FETÖ'nün dünya genelindeki yaygın örgütlenmesi 15 Temmuz sonrasında daha değerli. Bütün aidiyeti, sadakati artık sadece ABD'ye olan "Müslüman" iddialı bir örgütlenme birçok amaç için rahatlıkla kullanılabilir. Kiminin 140, kiminin 170 ülkede örgütlendiğini söylediği bir yapının çaresiz liderini elinde tutmak Washington için pahası yüksek bir kart olsa gerek.
[Sabah, 13 Ağustos 2016].