Türkiye'nin özellikle 2002'den bu yanaki performansı Arap dünyasının ülkemize bakışını olumlu yönde değiştirmiştir.
Batı medyası üzerinden okunduğunda Ortadoğu karmaşa, savaş, otoriteryanizm ve siyasi çalkantıların kıskacında bir bölge olarak algılanır. Batı medyasının çizdiği resimde doğruluk payı olmakla beraber, Ortadoğu ülkelerinde sayıları azımsanmayacak bir kitlenin köhnemiş yapıları, siyasi iktidarları ve bölgeye dışarıdan giydirilen elbiseyi değiştirme arayışları içinde olduklarını biliyoruz. Ortadoğu'nun kadim unsurlarından olan Araplar da, yeni medya araçları ve küreselleşmenin devreye girmesi ve uluslar arası ilişkilerdeki artış nedeniyle kendi siyasal ve toplumsal yapılarına eleştirel bir bakışı geliştirmeye başlamıştır. Dünyanın pek çok ülkesindeki değişim Arap dünyasında da yakından takip edilmekte, farklı ülkelerin deneyimleri gözden geçirilmekte ve bu deneyimlerden dersler çıkarılmaya çalışılmaktadır. Arap dünyasının en yakından takip ettiği ülke ise Türkiye'dir. Bundan on yıl önce Arap medyasında tek-tük Türkiye yorumları yer almakta, yakın tarihi ve kültürel ilişkiler olmasına rağmen yayınevleri Türkiye üzerinde kitap yayınlama konusunda çekimser davranmaktaydı. Bugün geldiğimiz noktada Arap aydınların, siyasilerin ve gazetecilerin Türkiye'ye odaklandıklarını, ülkemizdeki her gelişmeyi günü gününe yakından takip etmeye başladıklarını görüyoruz. Türkiye'ye duyulan bu ilginin kaynağında iki faktörün ön plana çıktığını söylemek mümkün. Bunlardan birincisi Arap dünyasının, yüzyılın gerçekleri ile yüzleşmeye başlamaları, toplumsal desteği olmayan baskıcı siyasi yapıların zayıfladığını görmeleri ve Batının yeni sömürgecilik dalgasına karşı bölgesel güç merkezleri kurulması gerektiğini anlamış olmalarıdır. İkincisi ise değişim ve dönüşüm arayışındaki Arap dünyasına Türkiye'nin ilham kaynağı olabilecek başarılarıdır. Halkının çoğunun Müslüman olduğu, din ve demokrasiyi, İslam ve modern hayat tarzını uzlaştırmayı başaran Türkiye'nin özellikle 2002 yılından bu yana gösterdiği performans Arap dünyasının ülkemize bakışını olumlu yönde değiştirmiştir.
Arap dünyası arayışta Arap dünyası yirmiden fazla devlete bölünmüş durumda. Üç yüz milyonluk Arapça konuşan bir nüfus olmasına karşın bu demografik büyüklük ciddi bir bölgesel ve küresel güce dönüşebilmiş değil. Arap dünyası daha önceleri sosyalizmi ve Arap milliyetçiliğini kurtuluş reçetesi olarak denemiş ancak bu denemeler bir sonuç vermemiştir. Bazı Arap ülkeleri ise ABD ve Batı'nın yörüngesine girmiş, on yıl süren İran-Irak savaşını seyretmekle yetinmiş, son olarak Irak gibi önemli bir bölge ülkesinin işgal edilmesine ve yağmalanmasına kayıtsız kalmıştır. Bütün bunlar Arap dünyasında yeni arayışları tetikleyen, statükoyu sorgulayan, değişim taleplerini körükleyen bir zemin hazırlamıştır. Peki, böylesine dağınık bir siyasi haritada Arap dünyasına yol gösterecek bir ülke var mı? Arap sokaklarındaki milyonların arayışlarına umut üfleyebilecek bir örnek, bir lider, bir örgüt var mı? İşte bu soruların cevaplarını arayan çok sayıda Arap aydını ve siyasetçi Türkiye tecrübesini merak ediyor ve önemsiyor. Arap dünyası, Türkiye nasıl oldu da askeri darbelerin her on yılda bir dibe çektiği bir ülke olmaktan kurtulup dünyanın on yedinci, AB'nin altıncı büyük ekonomisi olabildi sorusunun cevabını arıyor. Türkiye'nin demokrasi ve insan hakları konusun