SETA > Avrupa Araştırmaları |
İslamofobi AB'nin Yeni Kriteri

İslamofobi: AB'nin Yeni Kriteri

İslamofobi artık retorik düzeyde bir nefret söylemi olma eşiğini çoktan aştı ve Müslümanlara yönelik fiziki saldırılarda kendini gösteren somut bir düşmanlık halini aldı.

- İslamofobi artık Müslümanlara yönelik sadece retorik düzeyde bir nefret söylemi olma eşiğini çoktan aştı ve okul, iş yeri, cami, toplu taşıma araçları ve sokakta Müslümanlara yönelik fiziki saldırılarda kendini gösteren somut bir düşmanlık halini aldı.

- Batı toplumlarında Müslümanların kendileri ile eşit haklara sahip vatandaşlar olmadıklarına dair geniş bir kabul var. Ötekileştirme ve ayrımcı muameleye tabi tutmak, Müslümanların 'şeytanlaştırılması' ile beraber yürüyor.

- İslamofobik tutum ve davranışlar hiçbir şekilde İslam ve Müslümanlar hakkında yanlış bilgilendirilen ve ekonomik durumu kötüye giden işçi sınıfı veya orta sınıf ile sınırlı değil. Kavram bilhassa eğitimli elitler ve seçkinler için de geçerli.

- Müslüman kadınların İslamofobinin en savunmasız mağduru oldukları görülüyor. Verilere göre Müslüman bir kadının sokakta saldırıya uğrama oranı Müslüman erkeklere göre yüzde 70 civarında daha yüksek.

İslamofobi, Avrupa Birliği’nin (AB) demokratik düzeni, sosyal barışı ve değerleri için olduğu kadar farklı kültürler, dinler ve milletlerin bir arada yaşamasına yönelik olarak da büyük bir tehdit haline geldi. Rusya’dan Portekiz’e, Yunanistan’dan Letonya’ya kadar hemen hemen tüm Avrupa kıtasını kapsayan 2016 Avrupa İslamofobi Raporu’nda ortaya çıkan bulgulara göre eğitim, istihdam, medya, siyaset, yargı ve internet gibi farklı alanların tamamında İslamofobi ciddi ve gözle görülür bir artış gösteriyor.

2015 raporunun açıklanmasından bugüne kadar geçen süre zarfında İslamofobi ile mücadelede çok az ilerleme kaydedildi. 2016 ülke raporları dikkatle incelendiğinde Avrupa’da demokrasi ve insan haklarının gün geçtikçe daha da kötüye gittiği görülüyor. İslamofobi, Avrupa’daki Müslümanların özellikle gündelik yaşamlarında daha da görünür hale geldi. Bugün gelinen noktada İslamofobi artık Müslümanlara yönelik sadece retorik düzeyde bir nefret söylemi olma eşiğini çoktan aştı ve okul, iş yeri, cami, toplu taşıma araçları ve sokakta Müslümanlara yönelik fiziki saldırılarda kendini gösteren somut bir düşmanlık halini aldı.

2015 yılında hızlanan Avrupa’ya yönelik mülteci hareketi ve bunun Avrupa’da yarattığı kargaşa, aşırı sağ partilerin Avrupa kıtasında daha önce eşi benzeri görülmemiş yükselişi ve birçokları için şaşkınlık yaratan Birleşik Krallık’ın Brexit kararı, 2016 yılındaki İslamofobik olayları ve gelişmeleri içeren raporun önemini bir kez daha ortaya çıkardı. İslamofobinin kısa vadeli siyasi etkileri en az yapısal boyutu kadar önem arz ediyor. Zira bazı Avrupa ülkelerinde küçük ilerlemeler kaydedilmesine karşın, Avrupa’daki insan hakları ve dini özgürlüklerin korunması yolunda hala aşılması gereken ciddi zorluklar bulunuyor.

ÖTEKİLEŞTİRME VE AYRIMCILIK NORMALLEŞİYOR

Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) 2016 Avrupa İslamofobi Raporu’ndaki bulgular bu alanda yapılan diğer birçok çalışmanın sonuçları tarafından destekleniyor. Chatham House Avrupa Programı tarafından yapılan bir araştırmaya göre ağırlıklı olarak Müslüman ülkelerden gelen göçmenlere karşı kamuoyu tepkisi, sadece Trump yönetimi (Müslümanların ülkeye girişinin yasaklanması) ile sınırlı değil. Araştırma kapsamında Avusturya, Belçika, Fransa, Almanya, Yunanistan, Macaristan, İtalya, Polonya, İspanya ve Birleşik Krallık’taki katılımcılara “Müslüman göçmenler başta olmak üzere yeni göç dalgaları engellenmeli” argümanı soruldu. Raporda görüldüğü üzere araştırma kapsamındaki katılımcıların Polonya’da yüzde 71’i, Avusturya’da yüzde 65’i, Almanya’da yüzde 54’ü, İtalya’da yüzde 51’i, Birleşik Krallık’ta yüzde 47’si ve İspanya’da yüzde 41’i bu ifadeyi desteklemiştir. Araştırma kapsamındaki ülkelerden hiçbirinde bu ifadeye karşı çıkanların oranı yüzde 32’yi aşmıyor.

Avrupa genelindeki İslamofobik olaylar, saldırılar, tutumlar ve kıta genelinde iktidar odaklarının İslamofobik tavırları göz önünde bulundurulduğunda bahsi geçen bu rakamlar şaşırtıcı değil. Müslümanlar hem içeride hem de dışarıdaki düşman olarak görülüyorlar. Batı toplumlarında Müslümanların kendileri ile eşit haklara sahip vatandaşlar olmadıklarına dair geniş bir kabul var. Ötekileştirme ve ayrımcı muameleye tabi tutmak, Müslümanların 'şeytanlaştırılması' ile beraber yürüyor. Böylesine derin bir güvensizlik ve düşmanlık ortamı Müslümanlara yönelik fiziksel saldırılar ve siyasi kısıtlamaların yapılmasına olanak sağlamakla kalmayıp normalleştirerek savunulur kılıyor.

İslamofobik tutum ve davranışlar hiçbir şekilde İslam ve Müslümanlar hakkında yanlış bilgilendirilen ve ekonomik durumu kötüye giden işçi sınıfı veya orta sınıf ile sınırlı değil. Kavram bilhassa eğitimli elitler ve seçkinler için de geçerli. Bazı meslekler için tesettürün, kamuda nikabın ve bazı Avrupa şehirlerinde minarelerin yasaklanması ya da Müslümanların ifade özgürlüğünü kısıtlayan diğer tüm düzenlemeler bu tespiti doğruluyor. Dolayısıyla medya ve toplumun geniş kesimlerinin siyasetçilerin bu tür kararlar almalarını kabul ettiği ve desteklediği bir ortamda Müslüman mülteci veya göçmenlerin Avrupa’ya gelmesine karşı ortaya çıkan bu güçlü muhalefet şaşırılacak bir durum olarak görülmemeli.

İSLAMOFOBİ AYRI BİR SUÇ KATEGORİSİ OLARAK TANIMLANMALI

Yukarıda zikredilen bu rakamlar İslamofobi meselesini niceliksel değil niteliksel açıdan inceleyen Avrupa İslamofobi Raporu’nun gerekliliğini bir kez daha ortaya koyuyor. Rapor, birçok Avrupa ülkesinde İslamofobinin yayılımını belgelemek ve analiz etmek amacını taşıyor. Avrupa ülkelerinin neredeyse tamamının İslamofobi ile ilgili istatistikleri tutmaması nedeniyle bu raporun Avrupa’daki resmi tam olarak yansıttığını iddia etmek güç. Bundan dolayı Avrupa İslamofobi Raporu’nun en temel önerisi İslamofobinin ya da Müslüman düşmanlığının Avrupa ülkelerinde nefret suçları kapsamında ayrı bir suç kategorisi olarak değerlendirilmesi ve bununla ilgili istatistiklerin tutulmasıdır.

Özellikle AGİT gibi kurumların Müslümanlara yönelik ayrımcılık, nefret suçları ve nefret söylemleri için güçlü izleme ve kayıt mekanizmaları kurmaları gerekiyor. Güvenilir veriler elde edebilmek için bu mekanizmalar cinsiyet ve ön yargı temelli farklı kategorileri kapsamalı. Bu önerinin dinsel ve ırksal verilerin toplanmasına izin vermeyen ülkelerde uygulanması daha zor görünüyor ve aslına bakıldığında bu yaklaşım Müslümanlara karşı yürütülen ayrımcılığı gizliyor.

AVRUPA'NIN 'IRKÇILIK' YANILGISI

Ayrıca İslamofobi ile mücadele mekanizmalarının halen tanınmadığı ve yeterli şekilde kullanılmadığı görülüyor. Müslümanlara yönelik ayrımcılık/nefret suçu/nefret söylemi ile ilgili bir olay olduğunda farklı yanıt mekanizmaları bulunmasına rağmen bunların kahir ekseriyeti Avrupa ülkelerindeki Müslüman vatandaşların büyük çoğunluğu tarafından tam olarak bilinmiyor. Son olarak eleştirel vatandaşlığın güçlendirilmesi ve Avrupa devletlerinin demokrasilerinin derinleşmesi için Avrupa’daki Müslüman toplumun İslamofobi ile mücadele alanında güçlendirilmesi ve cesaretlendirilmesi gerekiyor.

Diğer taraftan sivil toplumun İslamofobinin önemli bir kurumsal ırkçılık türü olduğunu kavramasının gerekli olduğunu ifade edilmeli. Avrupa’nın kendisini ırkçılık sorununu aşmış bir topluluk olarak lanse etme yanılgısı, birçok Avrupa toplumunun İslamofobinin yerel düzeydeki etkilerinin boyutunu anlamasını engelliyor. Bu çerçevede İslamofobi ile ilgili yapılan tartışmalarda odak noktasının Müslümanların eylemlerinden ziyade Avrupa toplumlarının eylemlerine yönelmesi gerekiyor. İslamofobi ve ırkçılık, bizlere bu tavırlara maruz kalan hayali günah keçileri veya kurbanlardan ziyade ırkçılarla ilgili daha fazla şey anlatıyor.

Dolayısıyla İslamofobi her şeyden önce Avrupa toplumlarının karşı karşıya oldukları bazı temel iç sorunlara işaret ediyor. Bir toplumsal hastalık olan İslamofobinin tanınması ve eleştirel olarak değerlendirilmesi, Avrupa’da daha adil toplumlar yaratabilmek için hayati önemi haiz.

SİYASETÇİLER IRKÇILIĞA KARŞI SESLERİNİ YÜKSELTMELİ

Öte yandan Müslümanlar herhangi bir güvenlik sorunu haline getirilmeden ya da kriminalize edilmeden diğer hakim dini ve siyasi gruplara sunulan en temel haklardan yararlanabilmeli. Şiddet yanlısı aşırılıklarla mücadele adına İslam’ın bir güvenlik sorunu haline getirilmesi ve bunun bir sonucu olarak Müslümanların dinlerini özgürce yaşamalarının, toplantı ve seyahat özgürlüklerinin engellenmesi Avrupa’daki tüm demokratik güçler tarafından sorgulanmalı.

Bu konuda yerel Müslüman topluluklara danışılması ve insan haklarına saygı duyulması gerekiyor. Ulusal güvenlik adına din ve inanç özgürlüğünün kısıtlanması kabul edilemez. Özellikle siyasetçilerin, günümüzün en belirgin ırkçılık formlarından biri olan İslamofobiye karşı seslerini yükseltmesi hayati önem taşıyor. Avrupa sadece aşırı sağcı ve popülist partilerin nefret söylemlerine meydan okuyan siyasetçilere, değil istihdam, eğitim, bürokrasi ve medya alanında Müslümanları hedef alan İslamofobik kurumsallaşmış ırkçılığa karşı da mücadele eden daha cesur siyasetçilere ihtiyaç duymaktadır.

Bunun yanı sıra özellikle gazeteciler ve editörlerin kendi medya organlarındaki İslamofobik haber verme şekline meydan okumaları ve Müslümanlarla ilgili daha dengeli görüşlere yer vermeleri önem taşıyor. Dini okur yazarlık meselesi sadece medyayı değil aynı zamanda polis, savcı ve memurları da ilgilendiren ciddi bir sorun. Bu noktadan hareketle insanların İslam ve Müslümanlar hakkındaki en temel bilgilere bile sahip olmamaları sebebiyle resmi ve gayriresmi eğitim ortamlarında karşılaştırmalı din dersleri veya eğitimlerinin sayısının arttırılması gerekiyor.

İSLAMOFOBİNİN ASIL MAĞDURU KADINLAR

Müslüman kadınların İslamofobinin en savunmasız mağduru oldukları görülüyor. Görünür şekilde Müslüman olduğu belli olan kadınlar birçok yerde toplumsal olarak dışlanmış durumda. Eğitim ve istihdam alanındaki ayrımcılık başta olmak üzere Müslüman kadınlara karşı nefret suçları (verilere göre Müslüman bir kadının sokakta saldırıya uğrama oranı Müslüman erkeklere göre yüzde 70 civarında daha yüksek) saldırıya maruz kalan kadınlar üzerinde telafisi zor izler bırakıyor. Haliyle Müslüman kadınların korunması ve güçlendirilmesi sivil toplum örgütlerinin gündeminin merkezinde olmalı.

Bir Fransız şirketinin Esma Bougnaoui’nin işine tesettür sebebiyle son vermesinin Avrupa Adalet Divanı tarafından “gayrihukuki bir ayrımcılık” olarak değerlendirilmesi eşitliğe dayalı ve ayrımcılık karşıtı bir toplum oluşturulması yolunda önemli bir adım. Fakat aynı Avrupa Adalet Divanı’nın başörtüsü yüzünden işinden çıkarılan Belçikalı Samira Achbita’ın açmış olduğu davada işverenin çalışanlarına siyasi ya da politik sembollerin kullanımı konusunda bir yasak koyabileceğine hükmetmesi Avrupa’nın farklılıklara saygı ilkesine meydan okuyan endişe verici bir olay.

[Anadolu Ajansı, 3 Nisan 2017]

 .