SETA > Yorum |

DTP Çözüm Sürecine Nasıl Katkıda Bulunabilir?

DTP, yaptığı birçok açıklamada, çözüm için Öcalan'ı adres göstermektedir. Muhataplık tartışması olarak da gündeme gelen bu temayül, “Öcalan, Kürt sorununun sahibidir” cümlesiyle temellendirilmektedir. Öcalan'ın Kürt sorunundaki payı ve sahiplik oranı ayrı bir tartışmanın konusudur. Ancak, Öcalan'ın avukatları aracılığıyla verdiği demeçlerde, çözüm için adres gösterdiği DTP'nin, sorumluluğu üstünden atarak bu rolü Öcalan'a iade etmesinin çözüm sürecine katkı sunmadığı açıktır. Sorunu dillendirmek ve çözüm için strateji geliştirmek üzere kurulan bir siyasal partinin, “çözüm için benimle değil, Öcalan'la görüşün” anlamına gelecek açıklamalar yapmasının siyasi rasyonalitesini anlamak güçtür. Her zamankinden daha fazla rol üstlenmesi ve inisiyatif kullanması gereken DTP'nin bu süreçte, bütün çabasını Öcalan'ı denkleme sokmaya hasretmesi, hem çözüm sürecinin selametini hem de DTP'nin siyasal varlığını sıkıntıya sokmaktadır.

Kürt sorunuyla ilgili hızlı ve olumlu geliÅŸmeler yaÅŸanıyor. CumhurbaÅŸkanının Mart ayında devlet kurumlarının çözüm yönünde görüÅŸ alışveriÅŸi yaptığını açıklamasının ardından, Kürt sorununun çözümünde yeni bir süreç baÅŸlamış durumdadır.

Elbette, daha önce de, Kürt sorunuyla ilgili çözüm umudunu saÄŸlayan pek çok giriÅŸim ortaya çıktı. Ancak bugün içinde bulunduÄŸumuz süreç 1993, 1999 ve 2005 yıllarındaki açılımlardan önemli farklar içermektedir. Daha önceki giriÅŸimleri akamete uÄŸratan en önemli unsur, iç ve dış dinamiklerin sürecin çözüm yönünde ilerlemesi için yeterli zemini saÄŸlamamış olmasıydı. Bugünse, uluslararası dinamikler, devletin görüÅŸünü ÅŸekillendiren farklı aktör ve kurumlar ve Kürt siyasal hareketinin bileÅŸenleri, çözüm yönünde bir mutabakata varmış gözükmektedirler. Henüz çözümün enstrümanlarıyla ilgili bir görüÅŸ birliÄŸine varılmamış olunsa da, çözümün gerekliliÄŸi üzerinde mevcut olan mutabakat, umut beslemeyi haklılaÅŸtırmaktadır. Dolayısıyla soruna taraf olan çevrelerin, daha önceki açılım süreçlerinin kötü hatıralarına dayanarak karamsarlığa kapılmamaları gerekir.

Soruna muhatap olan bütün çevrelerin bugün yoÄŸunlaÅŸması gereken temel soru, her zamankinden daha fazla çözüme yaklaÅŸtığımız bu süreci, Kürt sorununun çözümünde maksimum verimle nasıl geçireceÄŸimizdir. Devletin, sorunun bugüne gelmesindeki eksiklikleri, yanlışlıkları, payı hakkında pek çok ÅŸey söylenebilir, yazılabilir. Çözüm yönündeki niyeti, stratejisi, gizli gündemi olup olmadığı da tartışılabilir. Bugüne kadar, sayısız kere bu yapıldı da. Ancak, mevcut sürecin akamete uÄŸramaması için en az devlet kadar ve belki de daha fazla, Kürt siyasal hareketini oluÅŸturan çevrelerin ve bu baÄŸlamda özellikle de DTP’nin üzerine düÅŸen bazı görev ve sorumluluklar mevcuttur. Bu yazının konusu da esasında, DTP’nin bu süreçteki rolüne ve muhtemel handikaplarına iÅŸaret etmektir.

Kürt sorununda deÄŸiÅŸen baÄŸlam ve DTP’nin konumu

Kürt sorununa iliÅŸkin bugün en önemli gerçek, “sorunun varlığını ispat” aÅŸamasından, “çözümün nasıl olacağı” aÅŸamasına geçmiÅŸ olduÄŸumuzdur. DTP’nin de söylem ve stratejisini bu geçiÅŸe göre yeniden düzenlemesine ihtiyaç vardır. Sorunun varlığını ispata yönelik yürütülecek strateji ile çözümün nasıl olması gerektiÄŸi konusunda yapılacak siyaset arasında birçok önemli farklılıklar mevcuttur. Kendisini bu deÄŸiÅŸime uyduramayan bir DTP’nin önündeki en temel sorun, “çözüm sürecini aktörlük mücadelesine kurban etme” ihtimalidir. Sorun evresinde, sorunu dillendirmek üzere yürütülen siyaset, aktörün çıkarlarıyla doÄŸal olarak örtüÅŸür. Dolayısıyla aktör, sorunu dillendirmedeki baÅŸarısı ölçüsünde aktörlük konumunu da güçlendirmiÅŸ olur. Çözüm sürecinde ise, sürecin gerektirdiÄŸi dinamizm ve karmaşıklık dolayısıyla, aktörün konumu ile çözümün selameti çoÄŸu kez karşı karşıya gelir. Son iki yıldır, DTP’nin Kürt sorunun çözümüne hizmet edecek açılımların önüne dikilmesinin temel nedeni de, çözümün aktörlük statüsüne maliyet oluÅŸturması ihtimalini gördüÄŸü anda, aktörlük pozisyonunu tahkim etmek yönünde konum almasından kaynaklanmaktadır. Çözüm sürecini aktörlük statüsüne kurban etmek olarak tarif ettiÄŸimiz bu handikap, DTP’nin halen eski ezberleriyle yola devam etmesinden kaynaklanıyor. DTP’nin çözüme her zamankinden daha yakın olduÄŸumuz bu süreci, aktörlük statüsüne kurban etmemesi için, Kürt sorununda deÄŸiÅŸen süreci ve “sorun”dan “çözüm”e geçtiÄŸimiz bu evreyi doÄŸru analiz ederek stratejisini deÄŸiÅŸtirmesinde yarar vardır.

Devletin, Kürt sorununu besleyen maÄŸduriyetleri gidermek yoluyla Kürt siyasal hareketini tasfiye etme stratejisi güttüÄŸü elbette öngörülebilir. DTP’yi endiÅŸeye sevk eden asıl dinamik de, böyle bir stratejiden hareketle yapılan açılımlarla zemin kaybedeceÄŸinden kaygı duymasıdır. Ancak, söz konusu bu stratejiyle baÅŸ etmek üzere geliÅŸtirdiÄŸi karşı strateji, kaygı duyduÄŸu ihtimali yok etmek yerine güçlendirecek bir iÅŸlev görmektedir. Varlığına gerekçe kıldığı hak temininin önünde, aktör olarak kalabilmesi adına bir engel durumuna dönüÅŸecek bir DTP’nin siyasal geleceÄŸi, devletin yürüttüÄŸünü düÅŸündüÄŸü stratejiyle, öngördüÄŸünden daha erken bir sürede tehlikeye girebilir. Bu nedenle, DTP’nin eski siyaset tarzından ve söyleminden vazgeçmesi, hem kendi geleceÄŸi hem de Kürt sorununda çözüm umudunun gerçekleÅŸmesi için acil bir gereklilik arz etmektedir.

Çözüm sürecini aktörlük mücadelesine kurban etmenin tezahürleri

“Çözüm sürecini aktörlük pozisyonuna kurban etmek” ÅŸeklinde özetlediÄŸimiz DTP’nin eski siyasal söylemi kendisini üç farklı biçimde göstermektedir.

DTP, Kürt sorunun dillendirilmesinde ve çözüm stratejisinin geliÅŸtirilmesinde, özne pozisyonunu ve aktörlük statüsünü kendi tekeline almaktadır. DTP sözcülerinin yaptıkları birçok konuÅŸmada, “Kürtler ÅŸunu istiyor” derken veya “Kürt sorununun sahipleri” ifadesini kullanırken devreye sokulan formül, Kürtler=DTP formülüdür. Kürt sorununun inkâr edildiÄŸi dönemlerde, sorunu dillendirmekle varlığını anlamlandıran bir hareketin, dile getirdiÄŸi sorunla özdeÅŸleÅŸmesinin makul ve meÅŸru bir yanı olabilir. Ancak, çözüm evresine girmiÅŸ olmamız hasebiyle bugün DTP’yi, KürtlüÄŸü oluÅŸturan pek çok dinamiÄŸi yadsımak pahasına, Kürtlükle eÅŸleÅŸtirmeyi mümkün kılacak enstrümanlar mevcut deÄŸildir. Dolayısıyla DTP’nin bu tekelci söylemini terk etmesi gerekmektedir.

DTP, kendisi muhatap alınmadan gerçekleÅŸtirilen her türlü çözüm inisiyatifini mahkûm eden bir siyaset gütmektedir. Bu temayül, hem TRT ÅžeÅŸ’in açılmasına DTP’lilerin gösterdiÄŸi reaksiyonda hem de içinde bulunduÄŸumuz süreçte, BaÅŸbakanın, Ä°çiÅŸleri Bakanını yol haritasını oluÅŸturmakla görevlendirdiÄŸini açıkladığı demecine DTP sözcülerinin hemen verdikleri karşılıklarda kendisini ele vermektedir. Açıktır ki, Kürt meselesi, doÄŸal olarak seçim teknolojisine endeksli bir siyasal partinin beka kaygılarına indirgenemeyecek boyutlar taşımaktadır. DTP’nin, Kürt sorununun çözümüne hizmet etmediÄŸini iddia ettiÄŸi açılımların muhtemel sonuçlarının ortaya çıkmasını beklemeden açılımları mahkûm etmesi, kendi siyasi geleceÄŸini Kürtlerin siyasi geleceÄŸine öncelediÄŸi algısının güçlenmesine yol açmaktadır. Sorun evresinde, Kürtlerin geleceÄŸini kendi geleceÄŸine endekslediÄŸi stratejisini bugün de sürdürmesinin bir yansıması olarak ortaya çıkan bu durum, çözüm evresine girmiÅŸ olmamız hasebiyle anlamsızlaÅŸmış bulunmaktadır. Çözüm sürecinde, Kürtler ile DTP arasındaki illiyet bağı zayıfladığı ölçüde, DTP’nin varlığı da zayıflayacaktır. Bu durumda yapılması gereken, çözüm sürecinde her iki özne konumu arasında oluÅŸmaya baÅŸlayan bu açığı derinleÅŸtirmek yerine, açılımları sahiplenerek daha ileriye taşımak yönünde inisiyatif kullanmaktır. ÖrneÄŸin, siyasi iktidarın TRT ÅžeÅŸ’i açmakla yaptığı açılımı mahkûm etmek yerine, bu açılımı sahiplenip aynı açılımın özel kanalları da kapsaması yönünde bir talebi dillendirmek suretiyle iktidar üzerinde baskı oluÅŸturmak, çözüm sürecine daha etkili bir katkı sunacaktır.

DTP, yaptığı birçok açıklamada, çözüm için Öcalan’ı adres göstermektedir. Muhataplık tartışması olarak da gündeme gelen bu temayül, “Öcalan, Kürt sorununun sahibidir” cümlesiyle temellendirilmektedir. Öcalan’ın Kürt sorunundaki payı ve sahiplik oranı ayrı bir tartışmanın konusudur. Ancak, Öcalan’ın avukatları aracılığıyla verdiÄŸi demeçlerde, çözüm için adres gösterdiÄŸi DTP’nin, sorumluluÄŸu üstünden atarak bu rolü Öcalan’a iade etmesinin çözüm sürecine katkı sunmadığı açıktır. Sorunu dillendirmek ve çözüm için strateji geliÅŸtirmek üzere kurulan bir siyasal partinin, “çözüm için benimle deÄŸil, Öcalan’la görüÅŸün” anlamına gelecek açıklamalar yapmasının siyasi rasyonalitesini anlamak güçtür. Her zamankinden daha fazla rol üstlenmesi ve inisiyatif kullanması gereken DTP’nin bu süreçte, bütün çabasını Öcalan’ı denkleme sokmaya hasretmesi, hem çözüm sürecinin selametini hem de DTP’nin siyasal varlığını sıkıntıya sokmaktadır.

Sonuç olarak, DTP’de mevcut olan bu üç temayül, çözüm sürecini aktörlük mücadelesine kurban etmek riski taşımaktadır. Açıktır ki, Kürt sorununun tanınması ve çözüm sürecine girmesi için verdiÄŸi mücadele, DTP’ye çözüm sürecini kendi siyasal varlığına kurban etme hakkını tanımamaktadır. Bu yargıyı normatif bir ahlaki yargının ötesinde, sosyolojik bir yasa olarak algılamak gerekir. Siyasal ve sosyolojik geliÅŸmeler, DTP ile Kürtlerin çıkarlarının ayrışmasını zorunlu kılıyorsa, DTP, Kürtlerin kaderini kendi kaderine baÄŸlamak yerine, kendi kaderini Kürtlerin kaderine baÄŸlamak yönünde bir yönelim içerisine girmek durumundadır. Bu da, bu üç temayülden vazgeçen yeni bir siyasal strateji geliÅŸtirmesiyle mümkündür.

Taraf Gazetesi, 02 AÄŸustos 2009