İleride, nasıl CHP'nin boykot kararı Kemalizm'le yüzleşmesi anlamında milat diye okunacaksa; BDP'nin de yargı müdahalesine rağmen siyasi aktörlüğü yeğlemesi dönüm noktası olabilir.Sistem karşıtlığı toplumsal ve siyasi hareketlerin iddia sahibi olabilmesinin en temel yapı taşlarından birisi olagelmiştir. Bizatihi bir sistem veya düzen tarifi yapıyor olmak bile kendi başına bir siyasi değere işaret eder. Dünya sistemi, müesses nizam, medeniyet düzenleri, Soğuk Savaş düzeni, Camp David düzeni, askeri vesayet düzeni gibi tarifler beraberinde kendine özgü dünya görüşlerini getirir. Aynı şekilde sistem karşıtı hareketler de, bu düzenler karşısında kendilerini nasıl konumlandırdıklarını bir programa dönüştürerek, siyasi oluşumlarını inşa ederler. Bu noktadan sonra düzenle mücadele tarzına dair farklı yaklaşımların rekabeti başlamaktadır. Mezkûr rekabetin göbeğinde ise "sistem içi veya dışı kalmak" tartışması değişmez yerini hep koruya gelmiştir. Sağ veya sol hareketlerin ekseriyetinde bu tartışma belli bir dönem yapılmıştır. Her seferindeana akım sistem içinde kalma eğiliminde olmuş ve hareketin gidişatını belirlemiştir.
Yukarıdaki kısmen teorik ama büyük oranda fiili durumu aktaran tespiti zora sokan siyasi eğilimler de var olmuştur. Özellikle şiddete bulaşmış hareketler ya hiç sistem içinde yer almayı başaramayacak şekilde marjinalleşmiş ya da silahla sözü telif etme çabası içine girerek şizofrenik bir yapıya evirilmişlerdir. Geçen haftadan beri mecliste ortaya çıkan tabloyu bu kafa karışıklığı üzerinden değerlendirmek mümkündür. Özellikle "düzenle" en fazla eşleştirilen CHP'nin, "en düzen karşıtı" görüntü veren BDP ile benzer bir çizgiye hızla gelmesi "sistem içi veya dışı" mücadele tartışmasını anlamlı kılmaktadır.
CHP'nin sistem dışına çıkma kararı
CHP, sistem karşıtı tepki verme tecrübesi neredeyse hiç olmayan bir siyasi partidir. Geleneksel tabanının en bilinen özelliği kendisini müesses nizamın kurucusu, sahibi ve müdafii olarak görmesidir. Seçim öncesi yayınladığı demokrasi raporunun hemen girişinde "devleti kuran parti" öykünmesiyle başlayan CHP'nin bir anda sistem dışına çıkmayı başarması pek mümkün görünmemektedir. CHP'nin boykotla içine düştüğü araf hali, sahici bir sistem karşıtlığından ziyade iyi çalışılmamış bir protesto hareketinin hesaplanmamış bir sonucudur. 12 Haziran seçimleriyle beraber "cumhuriyete sahip çıkma" eğilimiyle siyaset yapmaktan; "CHP'ye sahip çıkma" mücadelesine evrilen eski CHP ile yeni CHP'nin yönetim krizi sonucunda ortaya çıkan boykot kararı, meclisi ilgilendirdiği kadar CHP'nin bundan sonra nasıl var olacağını da ilgilendirmektedir. 88 yıllık CHP ile 7 aylık CHP arasındaki bu gerilim, boykot kararıyla beraber siyasi tarihimizde diğer partilerin geçmişte yaşadıkları yol ayrımına ulaşmalarını hızlandıracaktır.
BDP'nin sistem içine girmesi mümkün mü?
Sistem karşıtı siyasi mücadele eğilimlerinin en canlı diğer bir örneği ise, Kürt siyasi hareketidir. Cumhuriyet tarihi boyunca bu konumunu farklı frekanslarda korumayı başarmış olan bu hareket; yakın dönemde şiddeti temel bir politika aracı olarak benimseyen PKK etrafında öbekleşmektedir. PKK'nın silahlı mücadele ile başlayıp terör örgütüne dönüşen yapısı, sistem içinde meşru bir siyasi aktörün kendisiyle bağımlı veya bağımsız bulunmasını engelleyen en önemli unsura dönüşmüştür. Kürt ulusalcılığının meşru bir siyasi aktör olarak mücadele etmesinin veya aktöre dönüşmesinin önündeki tek yapısal engel bizatihi PKK'nın silahlı varlığıdır. Siyaset teorileri, çatışma çözümleri yaklaşımları, sosyal psikoloji çözümlemeleri üzerinden Kürt meselesi ve çözümü nasıl tarif edilirse edilsin; silahlı mücadele ortada durduğu sürece ciddi bir ilerleme kaydetmemiz mümkün görünmemektedir. Tam da bu sebepten dolayı her kırılma anında özünde bir siyasetsizliğe veya siyasalın katline denk gelen boykot, gümrüksüz geçiş yapılan bir alana dönmüş durumdadır. Bu tespitler BDP'nin veya eylemlerinin siyasi bir anlamı veya sonucu olmayacağı neticesini doğurmaz. Sorun, sistem içinde meşru bir aktör olmayı benimseyip benimsememe meselesidir. Bu noktada ismi konulmuş bir tercih ortada olmadığı sürece takınılan tutumların hem kendileri hem de memleket açısından pozitif sonuçlar doğurmayacağı açıktır. Maksimalist taleplerle silahtan arınmayı reddederek, sol anakronizmin siyaset teknolojileri marifetiyle sistem dışında kalmayı tercih etmenin yarattığı en temel sonuç, Kürt meselesinin ila nihaiye devam edecek bir sorun olduğuna inanmaktadır. Oysa bu, ne temenni düzeyinde ne de reel politik düzeyde aklıselim bir okuma değildir. Siyasi bir parti olma iddiası içindeyken sistem dışında ısrar etmenin oluşturduğu siyasal şizofreni, muhtemel müzakere ve çözüm ihtimallerini kendi yabancılaşmış lügati ve dünyası içinde yok saymaktadır. Bu zihin dünyası, en genel anlamda, Kürt meselesinin çözümünü Kürtlerin asimilasyonu, PKK'nın silah bırakmasını tasfiye, Anayasa referandumunu Kürtlerin haklarının göz ardı edilmesi, YSK krizinin Kürtlerin "ikna odalarına" mahkûm edilmesi şeklinde okumaktadır. Bu siyasal şizofreniden çıkmanın yolu ise, Kürt meselesinin çözümünün organik bir parçası ve temel bir aktörü olmayı içselleştirmekten geçmektedir. Sistem içinde bir siyasal parti olarak örgütlenip neredeyse bütün eylemlerini sistem dışında yapma ısrarı aktör olmayı engellemektedir. İlerleyen yıllarda nasıl CHP'nin boykot kararını Kemalizm'le yüzleşmesi anlamında bir milat olarak okuyacaksak; BDP'nin de yargı müdahalesine rağmen siyasi bir aktör olmayı tercih etmesini bir dönüm noktası olarak değerlendirebiliriz. İşin daha hazin yanı, iktidardaki AK Parti geleneği benzer süreçlerin tamamında sistemi çileden çıkarırcasına sistem dışına çıkmama sabrını göstermiş başarılı bir örnek olarak ortada duruyor. BDP geleneği bir siyasi parti olarak sistem içine ilk girdiğinde cebren sistem dışına atılmıştı. Aradan geçen yirmi yılın ardından ortaya çıkması beklenen siyasi aklın derinliği yapılacak olan tercihle belirlenecek. Sistemin yok etmek üzere kovduğu yerde durmaya gayret etmek tam da eleştirdiğimiz müesses nizamın hiç rahatsızlık duymadan durmalarını istedikleri yerdir. BDP nerede duracağına dair vereceği kararı var oluşsal bir siyasi tercihe dönüştürebilirse, önce kendisini ardından da Türkiye'yi Kürt meselesi bağlamında içine düştüğü tıkanmışlıktan çıkarmak için bir katalizör haline getirebilir.