Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kaderini seçimlere katılım oranı mı belirleyecek, yoksa Kürt oyları mı? Haftalardır bu iki seçeneğe gömülmüş durumdayız. Ancak öyle anlaşılıyor ki, bu iki dinamikten de daha etkili olmaya aday başka bir seçmen kitlesi bulunuyor. Seçimlerin kaderini MHP tabanı, MHP’nin muhafazakar-milliyetçi (ülkücü) seçmeni belirleyecek.
Kamuoyu araştırmaları, ilk günlerde beklendiğinin aksine, ortak aday projesine ve İhsanoğlu’nun adaylığına, MHP tabanının CHP tabanından daha güçlü bir reaksiyon gösterdiğini, ortak aday projesinin MHP seçmeninin epey bir kısmında ciddi bir hoşnutsuzluk ürettiğini ortaya koyuyor.
Çatı aday projesi Bahçeli’nin önerisi olmasına rağmen, CHP’nin ana muhalefet partisi olması, AK Parti karşıtlığının birincil adresinin CHP olması, Erdoğan’ın rakip olarak CHP’ye daha fazla yüklenmesi ve kampanyanın ilk haftalarında İhsanoğlu’nun CHP tabanına hitap etmeye öncelik vermesi ortak aday projesinin lokomotifinin CHP olduğu algısını oluşturdu.
MHP’nin CHP siyasetine alet olduğu algısının geçmişi de var. 30 Mart seçimlerinde, özellikle de seçmen yoğunluğunun fazla olduğu büyükşehirlerde, MHP yönetiminin zayıf aday tercihleriyle CHP adaylarını kendi seçmenine adres göstermesi, MHP’nin CHP’nin güdümünde siyaset ürettiği, CHP lehine sahayı boşalttığı suçlamalarına muhatap olmasına yol açmıştı. Güçlü adaylarla seçime katılıp kendi tabanını tuttuğunda %20 potasına girebileceği halde bu avantajdan feragat etmesi, MHP’yi kamuoyunda ve kendi tabanının muhafazakar-ülkücü kesimi nezdinde siyasal önceliklerinden vazgeçtiği ve CHP’nin ‘Erdoğan ve AK Parti karşıtlığı siyaseti’ne katıldığı suçlamalarına maruz bırakmıştı.
Bu algıdan hoşnutsuz olan MHP tabanı, Kılıçdaroğlu-Bahçeli ortaklığında hayata geçirilen İhsanoğlu’nun adaylığına mesafeli yaklaşıyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde MHP tabanının %15-20’sinin Erdoğan lehine sandığa gideceğini ortaya koyan araştırma verilerini bu arka planla birlikte değerlendirmek mümkün.
Bu durum, Devlet Bahçeli’yi harekete geçirmiş görünüyor. Ramazan ayı boyunca sessizliğe gömülüp siyasi gündeme müdahil olmayı gün aşırı bir MHP Genel Başkan Yardımcısı’nın parti web sitesine yüklediği yazılı açıklamayla sınırlayan Bahçeli, bayramla beraber siyasi gündeme hızlı bir dönüş yaptı. Öteden beri sert bir üsluba sahip olan ve her Salı gerçekleştirdiği Meclis Grup toplantılarında sıfat üretme ve analoji kurma performansıyla öfke ve nefret dilinin en mümtaz örneklerine imza atan Bahçeli, Bayram konuşmalarıyla yeni bir faza geçti.
Her üç günkü konuşmasında da Bahçeli, Türk dünyasını İslam dünyasının karşısında konumlandırıp, Erdoğan’ı İslam dünyasına yardıma koşarken Türk dünyasını ihmal etmekle suçladı: “Erdoğan Patani, Myanmar demiş, Kerkük diyememiştir. Mısır demiş, Musul diyememiştir. Somali, Libya, Gazze için ağlamış; Telafer, Tuzhurmatu, Kaşgar’ı ağzına alamamıştır.”
Bahçeli, konuşmasında hızını alamayıp şu cümleleri de sarf etti: “Aday Erdoğan’ın tek endişesi Filistin olduğuna göre; kendisine tavsiyemiz çok acil Hamas saflarına katılması, yetmez ise bu örgütün askeri kanadı İzzeddin El Kassam Tugaylarına gönüllü olarak yazılmasıdır.”
Bahçeli’nin Bayram konuşmaları, aktardığımız bu cümlelerin onlarcası-yüzlercesiyle dolu. Bahçeli, büyük ihtimalle, 10 Ağustos’a kadar da her gün dozu artan bir şekilde bu tür konuşmalar yapacaktır.
Bahçeli’yi nefret suçu, ayrımcılık ve ağır hakaretlerle dolu, saç-baş yoldurtacak bu konuşmalara yönelten, MHP tabanının hoşnutsuzluğu. Bahçeli, tabanını konsolide etmek üzere, daha önce denenmiş ve sonuç almış en zahmetsiz taktiğe yöneliyor: Verdiği siyasi kararla küstürdüğü seçmenini Erdoğan’a saldırarak ve Erdoğan’ı kendisine saldırtarak geri kazanmayı öngörüyor. Üslubunu sertleştirerek Erdoğan’ı cevap vermeye zorluyor, Erdoğan’ın aynı şekilde cevap vermesi durumunda seçmeninin incinerek kendisine geri döneceğini hesaplıyor.
Bu hesabın tutup tutmayacağı, Bahçeli’nin MHP tabanında, ‘Erdoğan karşıtlığı’nı ‘CHP ortaklığı’ndan daha güçlü bir duyguya dönüştürmeyi başarıp başaramayacağına bağlı. Bunda, elbette, Erdoğan’ın kullanacağı üslup da etkili olacaktır. Ancak, liderlerin karşılıklı konuşmalarından daha etkili olan temel dinamik, Türkiye siyasetinin geleneksel fay hatları ve MHP tabanının kırılma anlarında takındığı tutumdur. Önümüzdeki yazıda, 12 Eylül 2010 referandumunu da hatırlayarak bu meseleyi değerlendirmeye devam edelim.