CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanı olmadan önce siyasette sivrilmesini sağlayan, “elimde yolsuzluk dosyası var” söylemidir. Genel Başkan adaylığından önce, birileri Kılıçdaroğlu’na içi boş dosyaları servis eder. Ve o da medyanın karşısına çıkar ve “yakında siyaseti altüst edecek bilgiler açıklayacağını” söylerdi.
Hatırlanacaktır. Bu şekilde onlarca “yolsuzluk dosyasını” ifşa edeceğini söylemesine rağmen, sonradan söz konusu dosyalarda işaret ettiği ve hedefe koyduğu kişi ve kurumlarla ilgili “yolsuzluk” içeren hiçbir somut kanıt gösteremedi. Bu iddia siyasetini Kılıçdaroğlu epeyce devam ettirdi.
İçi boş dosyalar üzerinden Kılıçdaroğlu’nun gündem olmasının ardından, dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a kaset kumpası kuruldu. Baykal’ın yerine de Kılıçdaroğlu geldi. Operasyon dosyalarını, FETÖ’nün servis ettiğini bugünden geriye bakınca tahmin etmek zor değil.
Çünkü 17-25 Aralık yargı darbesinin hemen ardından, FETÖ’nün kurduğu tüm kumpasları, CHP’nin yeni yönetimi sahiplendi. Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısında, FETÖ’cüler tarafından imal edilen “ses kasetleri”nin kaydını dinletti. Aslında kendi Genel Başkanına kurulan “kaset kumpası”nı göz önünde bulundurarak, eline geçen “kasetlere” şüphe ile yaklaşması gerekirdi.
Kılıçdaroğlu’nın siyaset tarzı hâline gelen ve FETÖ tarafından servis edilen iddiaları sahiplenici tutumu, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından da devam etti.
FETÖ’cüler, 15 Temmuz’un üzerinden belirli bir süre geçtikten sonra, darbe girişimi ile ilgili dünyada ve Türkiye’de özel bir algı kampanyası yürüttü. Darbe girişiminin ardından FETÖ elebaşı, 249 kişinin şehit olduğu ve iki binden fazla insanımızın yaralandığı ihanet ve işgal girişimini “tiyatro” olarak değerlendirmişti. Sonraki süreçte FETÖ’cüler, 15 Temmuz’un “kontrollü darbe” olduğu ile ilgili özel bir algı çalışması yürüttüler.
Bu konu ile ilgili hazırladıkları senaryoyu birçok gazeteci ve muhalif siyasetçiye gönderdiler. Bu içeriğe kimsenin itibar etmediği bir dönemde CHP lideri Kılıçdaroğlu Nisan 2017’de toplumun karşısına çıktı ve 15 Temmuz’un “kontrollü darbe” olduğunu söyledi. Birkaç hafta içinde de bu iddiasını ispatlayacağını belirtti.
Kılıçdaroğlu’nun bu tip iddiaları gündeme getirdiği dönemlerin gözden kaçan önemli bir özelliği var. O da bu iddiaların gündeme getirildiği tarihlerin hemen ertesinde, Türkiye’nin aleyhine FETÖ’nün lehine olacak şekilde, Kılıçdaroğlu’nun iddialarının kullanışlı hâle geleceği gelişmelerin yaşanması.
Kılıçdaroğlu “kontrollü darbe” söylemini, FETÖ ve darbe davalarının mahkemelerde görüşülmeye başlamasının hemen öncesinde gündeme getirmişti.
Önümüzdeki günlerde ABD’de devam eden Reza Zarrab davasının jürili duruşması var. Bu dava üzerinden küresel bir kumpas neticesinde Türkiye mahkûm edilmeye çalışılıyor.
İşte tam bu davanın arifesinde CHP lideri Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ailesine çirkin bir iftira attı. Erdoğan’ın “çocuklarının, dünürünün, eniştesinin, kardeşinin, eski özel kalem müdürünün yurt dışında, vergi cennetinde bir şirkete milyonlarca dolar para gönderdiklerini” iddia etti.
Erdoğan bu iftiralara karşı Kemal Kılıçdaroğlu aleyhine tam bir milyon beş yüz bin liralık tazminat davası açtı. Ardından da “ispatlarsan cumhurbaşkanlığı makamını bırakacağım, ispatlayamazsan sen makamını bırakacak mısın” diye meydan okudu.
Kılıçdaroğlu, Reza Zarrab davası başta olmak üzere, Türkiye’ye aleyhine yönelik uluslararası her gelişmeyi ve kumpası siyasi ikbali için bir fırsata dönüştürmeyi deniyor. Türkiye’de Erdoğan karşıtı çevreler, bu tip Türkiye’ye yönelik saldırılardan siyasi bir rant elde etmeyi umut ediyor. Erdoğan’ın iktidardan gitmesi için uluslararası çevrelerden medet bekliyorlar. Onların yanında hizalanıyorlar. Açıktan tavırlarını artık saklama ihtiyacı bile duymuyorlar.
Kılıçdaroğlu’nun son iddiasını da bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor. Ama bu son iddiası ile artık hiçbir çıkış yolu kalmamıştır. İddiasını farklı boyutlara çekerek sulandırmaya çalışacak olması, Erdoğan’ın meydan okumasından kurtulmasına yetmeyecektir.
[Türkiye, 28 Kasım 2017]