İdlib, Dera'yı kontrol altına aldıktan sonra Suriye rejiminin yeni hedefi olarak konuşuluyor. Sosyal medyada rejimin özel kuvvetlerinin İdlib'e doğru hareket ettiğine dair çokça habere de rast geliyoruz. Özellikle Halep tarafından ciddi bir yığınak yapıldığı biliniyor.
Peki, rejim Dera'yı tamamen kendi gücü sayesinde mi kontrol etti?
İdlib operasyonel düzeyde gerçekten Dera kadar kolay bir hedef mi? Rejimi İdlib'de ne bekliyor?
Asgari olarak bu sorular cevaplanmadan rejimin olası İdlib operasyonunu değerlendirmek mümkün değil.
Rejimin Dera'ya yönelik operasyonu bu bölgede etkin olan ABD ve Ürdün'le anlaşması ile mümkün oldu. Dera ABD, Ürdün ve rejim tarafından daha önce çatışmasızlık bölgesi olarak kabul edilmişti ve operasyondan hemen önce bu mutabakat feshedilmişti.
Dera'da muhalifler ile Ürdün arasında etkin bir koordinasyon mevcuttu. Bir başka deyişle burada muhalifler Ürdün'e fazlasıyla bağımlıydı. Dolayısıyla uluslararası aktörler arasındaki anlaşma sağlandıktan sonra şehrin rejim tarafından ele geçirilmesi zor olmadı. Çatışmasız bir şekilde şehri teslim almalarının en önemli sebebi bu.
İsyanın başladığı şehrin rejim tarafından ele geçirilmesi yalnızca kontrol alanını genişletme açısından değil aynı zamanda simgesel tarafı olan bir kazanım oldu.
Bu gelişme rejimin iştahını fazlasıyla kabarttı ve muhaliflerin kontrolü altında kalan tek bölge olan İdlib'e yöneldi.
Medya üzerinden de sürekli operasyonun başlamasının an meselesi olduğu algısı işlendi. Fakat beklenen operasyon başlamadı.
Başlaması da kolay değil. Çünkü İdlib, Dera'dan farklı dinamiklere sahip.
İdlib yaklaşık üç milyon sivil ve yüzbine yakın silahlı muhalif barındırıyor. Muhalifler tek çatı altında olmadıkları için tek merkezden etkin bir şekilde koordine olmuş değiller. Fakat bir kısmının bir süredir çatışmaya hazırlandıkları bilgisi geliyor. Büyük bir çatışmanın yaşanması durumunda Türkiye'ye yönelik büyük bir mülteci akınının başlayacağını öngörmek zor değil.
Bu durum Türkiye için ciddi bir risk unsuru.
Ancak aynı risk Avrupa için de söz konusu olduğu için Avrupa ülkelerinin bu senaryoyu önlemek için çabalayacağı açık.
7 Eylül'de Türkiye, Rusya, Almanya ve Fransa arasında gerçekleşecek olan toplantı bu açıdan önemli. Almanya ve Fransa'nın uzunca bir süre sonra Suriye krizine üst düzeyde müdahil olmaları meselenin ciddiyetinin farkında olduklarını gösteriyor.
Bu durumda Türkiye'nin de çabası İdlib'de büyük bir çatışma senaryosunu engellemeye yönelik olacak. Bunun için de çeşitli formüller üzerinde duruluyor.
Ayrıca bu bölgenin çatışmasızlık garantörü Türkiye ve burada askeri varlığı söz konusu. Türkiye ile Rusya arasında bir mutabakat olmaksızın rejimin buraya askeri bir müdahalede bulunması oldukça zor. Dolayısıyla burada belirleyici olan esas unsur Türkiye ve Rusya.
Astana sürecinin başından beri Rusya radikal unsurlar ya da terör örgütü olarak gördükleri yapıların temizlenmesini Türkiye'ye yıkma peşinde. Aksi takdirde kendilerinin destekleyeceği rejim operasyonlarını kartını kullanma eğilimine giriyor.
Lavrov'un Türkiye ziyaretinde bu konunun gündeme geldiği biliniyor. Yapılan açıklamalar her iki tarafın da bu meselenin daha büyük bir probleme dönüşmesini istemediğine yönelik işaretler taşıyor.
Her ne kadar Rusya terör örgütü olarak kodladığı unsurları bertaraf etme kararlılığını taşısa da İdlib'in tümüne yönelik bir operasyonun maliyetinin de farkında. Bu da ara formüller üzerinde yoğun görüşmeler yapılacağına işaret.
Rejim ise çeşitli noktalara saldırarak fiili bir durum yaratmanın peşinde. Hala bir çatışmasızlık bölgesi olan İdlib'e yönelik saldırılarda en az kırk çocuğun öldüğü saldırılar bunlar. Bu saldırılar tabi ki terör söyleminin maskesi altında gerçekleşiyor.
Bu noktada Rusya'ya, rejimin Türkiye ve Rusya'yı karşı karşıya getirecek adımlar atmasının önüne geçmek gibi önemli sorumluluklar düşüyor.
[Fikriyat, 19 Ağustos 2018].