Arap devrimlerinin fitilini ateşlemesi bakımından Tunus’un önemli bir yeri olmasına rağmen bölgesel etkisi ve uluslararası dengeler bakımından büyük değişimlerin göstergesi olarak Tahrir Devrimi çok farklı bir konuma sahip olmuştur. 25 Ocak 2011 yılında başta Tahrir Meydanı olmak üzere Mısır’ın tüm şehirlerinde milyonlarca insan meydanlarda toplanarak otuz yıllık Hüsnü Mübarek rejimine karşı gösteriler düzenlemişti. Bu halk gösterileri karşısında polis teşkilatının sahadan çekilmesi ve ordunun da tarafsızlık görüntüsü vermesi karşısında Mısır’da yeni bir dönem başlamıştı. Hüsnü Mübarek’in cumhurbaşkanlığından ayrıldığını ve yetkisini Yüksek Askeri Konseye devretmesiyle birlikte yeni siyasi partilerin kurulmasını öngören düzenlemenin yapılması için mevcut anayasada değişikliğe gidilmişti. Yüksek katılımla yapılanan anayasa değişikliği referandumundan sonra Mısır’ın tüm siyasi aktörleri hızla partileşerek yeni Mısır’ın inşasında yer alma iradelerini ortaya koymuşlardı. Farklı ideolojik eğilimlere sahip yüz civarındaki partinin yeni bir heyecanla inşa etmeye çalıştığı yeni döneme ilişkin projelerin ve programların büyük bir heyecanla tartışıldığı bu dönem belki de Mısır tarihinin en özgür ve en zengin tartışmaların yaşandığı bir dönem olarak Mısır siyasi tarihindeki yerini alacaktır.
2011 yılının sonlarında yapılan parlamento seçimleri tüm iç ve dış siyasi çevreleri şaşkına uğratmış ve Müslüman Kardeşler Hareketinin siyasal kanadı olan Hürriyet ve Adalet Partisi ile Selefîlerin desteğiyle kurulan Nur Partisi bu seçimlerin galibi olmuşlardı. Ardından yapılan senato seçimleri de aynı tabloyla neticelendi ve Mısır’ın Vefd gibi geleneksel siyaset aktörleri ile liberal, sol vs. yeni aktörleri seçimlerden umdukları başarıyı sağlayamadılar. Yeni Mısır’ın bu siyaset tablosu henüz etraflıca konuşulmadan Cumhurbaşkanlığı seçimleri yarışı başladı ve ana gündem kimin cumhurbaşkanı olacağı üzerinde yoğunlaştı. Seçimlerin ilk turunda birçok aday yarıştı ve ikinci turda İhvan’ın adayı Muhammed Mürsî oyların yarısından fazlasını alarak Mısır’ın ilk sivil cumhurbaşkanı olarak seçildi.
İLK SİVİL CUMHURBAŞKANI
2012 yılının Haziran ayında Muhammed Mürsi cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturduğunda Yüksek Askeri Konsey tarafından yetkileri budanmış, seçimle işbaşına gelmiş parlamentosu feshedilmiş, medyası, sermayesi, yargısı ve bürokrasisi Askeri Konseye biat etmiş bir tabloyla karşı karşıya kaldı. Çok kısa bir süre içinde Yüksek Askeri Konseyin birçok üyesini emekliye sevk ederek, budanmış yetkilerini yeniden ele alan Mürsî tüm siyasi çevreleri şaşkına uğratan bir hızla sahici ve kalıcı olduğunu ortaya koyunca eski rejimin tüm unsurları süreci tıkama stratejisi uyguladılar. Yapılan tüm seçimlerden başarısızlıkla çıkan yenilmişler, meydanlara çıkarak “yeni bir isyan” çağrısında bulundular ve devrimin İslamcılar tarafından gasp edildiği tezini işlemeye başladılar. Tahrir devrimi sonrası beklenti çıtası çok yüksek olan halkın bir kesimi başlatılan bu temerrüd hareketine destek vererek geliyorum diyen askeri darbenin sivil ayağını oluşturdu.
Yarım asırlık sorunların bir yılda çözülmesinin imkânsızlığını bilen Mürsî, mesaisinin çoğunu yargı, bürokrasi, medya ve sermaye oligarşisiyle mücadele etmekle geçirdi. Uzun tartışmalar sonucunda ortaya çıkan sivil bir anayasayı referanduma götürerek büyük bir halk desteğini yeniden arkasına almasına rağmen sivil iradenin itibarsızlaştırılması karşısında yalnızlaştırıldı. Göreve gelmesinin üzerinden henüz bir yıl geçmeden temerrüd hareketinin başlattığı sivil görünümlü yeni bir vesayetle yüz yüze kaldı. Tahrir Meydanında başlayan ve günlerce devam eden gösterilere ordunun destek vermesiyle birlikte bir darbe koalisyonu kuruldu ve Tahrir Devrimiyle birlikte elde edilen tüm kazanımlara son verildi.
ORDUNUN TAHRİR’E TAKTİK DESTEĞİ
Hüsnü Mübarek’in görevini bırakmak zorunda kalmasına sebep olan Tahrir Devrimi karşısında ordunun halktan yana tavır koyması ve Mübarek’in emirlerini dinlememesi orduya yönelik halk desteğini artırmıştı. Ancak ordunun bu desteği taktiksel bir desteğin ötesine geçmedi. Hüsnü Mübarek’in kendi yerine oğlunu seçtirmek isteyişi orduda rahatsızlık oluşturmuş ve ordu hiyerarşisinden gelmeyen birini cumhurbaşkanı olarak kabul etmesi imkânsız olduğu için mevcut rejimi Mübarek’siz olarak devam ettirmek istiyordu. Ordu ana hedefine ulaşmak için Hüsnü Mübarek’in gidişine sessiz kalmış ve bu isteğini halkın talepleriyle aynileştirerek ondan yana tavır almak suretiyle geçici bir strateji benimsiyordu.
25 Ocak devrimi sonrası nisbî düzeyde gerçekleşen yönetimin sivilleşmeye doğru gidişatı, toplumsal muhalefetin öne çıkması gibi süreçleri kontrollü bir şekilde yürüten Askeri Konsey, Mürsî’yle birlikte eski vesayetini sürdüremeyeceğini anlayınca devrim sürecini tıkamanın yolu olarak darbeyi tercih etti. 3 Temmuz 2013 yılında gerçekleştirdiği askeri darbeyle Mürsî’nin yönetimine son vermiş, Mısır’ın ilk sivil anayasasını feshetmiş, yeni bir cumhurbaşkanı atamış ve kesintiye uğrayan vesayetini yeniden tesis etmiştir. Askeri darbeye karşı direnen yüz binler başta Rabia ve Nahda olmak üzere Mısır’ın tüm bölgelerindeki meydanlarda bir araya gelerek tepkilerini sessizce dile getirdiler. Haftalarca süren bu sessiz direniş ordunun katliamıyla bastırılmış ve darbe karşıtlığıyla sembolize olmuş meydanlar boşaltılmış olmasına rağmen darbe karşıtı sivil gösteriler on aydır kesintisiz bir şekilde devam etmektedir.
ISMARLAMA DARBE
3 Temmuz askeri darbesi, Arap devrimleriyle başlayan yeni bölgesel dengeleri tersine çevirmek ve kontrollü bir değişim adı altında eski düzeni devam ettirmek isteyen Suud gibi ülkelerin tam desteğini, bölgede demokratik dönüşümü savunan ancak başlayan yeni süreçle birlikte ortaya çıkan aktörlerden hoşlanmayan Batı dünyasının da örtük desteğini aldı. Sahip olduğu sermaye gücünü kullanarak Mısır’daki askeri darbeye destek veren Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, bir yandan bölgede başlayan sivil dönüşümün kendi ülkelerine sıçramasını durdurmaya çalışmış diğer yandan da Mısır’ın bölgesel gücünü kırarak yeni ve etkin bir dış politika uygulamasının önüne geçmek istemişlerdir. Nitekim Mürsî döneminde ipuçları verilmeye çalışılan yeni dış politika ekseni Camp David düzeni açısından sakıncalı görülmekteydi. İsrail’in isteğiyle Mısır’ın Gazze’ye uyguladığı ablukanın kaldırılması, Afrika açılımı, İran ile yarım asra yakın kesik olan diplomatik ilişkilerin yeniden başlatılması iradesi, Türkiye ile ilişkilerin hızla geliştirilmesi, Arap devrimleriyle birlikte bölgede başlayan yeni ruhun diri tutulması gibi politikalar başta Suud olmak üzere tüm körfez ülkelerini ve İsrail’i tedirgin eden hususlardı.
Tahrir devriminden sonra sokaklardan çekilerek Mısır’ı güvenlik açısından istikrarsızlaştıran polis teşkilatı darbeyle birlikte yeniden ortaya çıkarak intikam duygusuyla eski konumunu güçlendirmeye çalışmıştır. Sisi’nin lağvettiği anayasa yerine atadığı ve toplumsal karşılığı olmayan bir heyete ısmarladığı yeni anayasaya ile devrim sürecinde elde edilen tüm kazanımlar geri alınarak ordunun vesayetçi konumu tahkim edilmiştir. Darbe sonrası siyaset yapmayacağını söyleyen Sisi, cumhurbaşkanlığına aday olmak için ordudaki görevinden istifa etmeden önce “acil müdahale birliği” isminde yeni bir güvenlik birimi oluşturarak şimdiden cumhurbaşkanlığı sürecini kontrol ve baskı altında tutarak kendisini garantiye almıştır. Darbe sonrası vaadedilen ekonomik gelişme, Sina bölgesindeki asayişin sağlanması, iç güvenliğin düzenlenmesi gibi alanlarda hiçbir ilerleme sağlanmadan sonucu şimdiden belli olan cumhurbaşkanlığı seçimleri atmosferine girilmiştir.
KESİNTİSİZ DİRENİŞ
Askeri darbe sonrası Mısır’ın tüm bölgelerinde devam eden darbe karşıtı pasif direniş hız kaybetmeden devam ederken toplumsal kutuplaşmanın ekseninde siyasal meşruiyet hususu yer almaktadır. Toplumun büyük kesimleri tarafından sahiplenen bu konu artık İhvan’ın kişisel davası olmaktan çıkmıştır. Darbeciler, kontrollerindeki iç ve dış medya, bürokrasi ve sermaye gücünü kullanarak İhvan’ı ötekileştirip yalnızlaştırmaya ve terör örgütü olarak tanımlamaya çalışmasına rağmen İhvan mensupları ve destekçileri teenni ile hareket etmeyi prensip olarak benimsemişlerdir.
Parti olarak girdiği tüm seçimlerden büyük bir başarıyla çıktığı, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adayının 13 milyon oy aldığı bir yapının terör örgütü olarak ilan edilmesi modern bir sihirbazlıktan başka bir şey değildir. Yargının, en mahir sihirbazlara taş çıkartırcasına hakikatleri tersyüz eden kararlar alması, Minye’de meydana gelen bir olaydan dolayı 529 kişiye idam cezası vermesi garipsenecek bir durum olmaktan çıkmıştır. Çünkü darbe yönetimi bugüne kadar akıl ve mantık dışı, hukuka, insani değerlere aykırı bir icraat sergilemekten geri durmamıştır. Dolayısıyla Mısır yeniden trajedi ile komedyanın içice yaşadığı bir ülke olmaya devam ediyor. 10. yüzyılda yaşamış ve ömrünün bir kısmını Mısır’da geçirmiş olan Arap Şair Mütenebbi’nin Mısır’ı tasvir eden mısrada kullandığı buka/ağlamak ve dıhk/gülmek kelimeleri yeniden ete kemiğe bürünerek 21. yüzyılda aynı coğrafyada sahnelenen tiyatronun trajikomedi versiyonu olarak karşımıza çıkmaktadır.
“Mısır’da ne kadar da çok komik haller vardır. Ki bunların hepsi aslında birer trajedidir.” -Mütenebbi-
[Star Açık Görüş, 13 Nisan 2014]