15 Temmuz 2016 gecesi Türk siyasi tarihi ve Türk demokrasisinin en karanlık gecelerinden biri olarak başladı. Kendi ülkesinin insanına, millet meclisine, bütün değerlerine düşman olan, Türkiye’de askeri bürokrasi içerisinde on yıllardır yuvalanan FETÖ’cü ihanet şebekesi askeri bir darbe ile ülkede yönetimi ele geçirmeye çalıştı. Bu girişim Türk halkının cesareti ve vatanına sadık asker, polis ve kamu görevlilerinin özverili çabaları ile akamete uğratıldı. Darbelerin ekonomik, psikolojik, toplumsal ayaklanma şeklinde örgütlenebildiği bir dünyada halen eski usul bir askeri darbenin planlanıp uygulanmaya çalışılmış olması oldukça şaşırtıcı idi. Bu aslında iktidara düşman olup onu düşürmek için çabalayanların başka seçeneklerinin kalmamış olması ile doğrudan ilgilidir.
“Bu çağda darbe mi olur?” sorusu 15 Temmuz gecesi Türk toplumunun birçok kesimi açısından şok edici bir karşılık buldu. Türkiye gibi yetmiş yıllık çok partili demokrasi geçmişi bulunan ve dünya ekonomisi ile bütünleşmiş bir ülke için darbe çok beklenmedik ve şok edici bir deneyimdi. Şaşırtıcı olan antidemokratik yöntemlerle yönetime müdahil olunmaya çalışılması değil darbenin yöntemi ve uygulama şekliydi. FETÖ ve dış bağdaşıkları geleneksel askeri darbe yöntemine başvurmak zorunda kaldı çünkü iktidarı değiştirmek için başka seçenekleri kalmamıştı. İktidardaki AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan 15 Temmuz darbesine kadar birçok kez gayrinizami yöntemlerle siyaset dışına itilmek istenmişti. Daha önceki müdahaleler başarı ile bertaraf edilmişti.
Askeri darbe iktidarı değiştirmek isteyenler için son seçenek olarak başvurulan bir yöntemdir. Çünkü başarısız olması planlayıcıları açısından oldukça maliyetlidir. Yaşadığımız dönemde darbeler melez formlarda karşımıza çıkmaktadır. Ekonomik krizlerin tetiklenmesi, toplumsal ayaklanmaların organize edilmesi, Brezilya’da yaşandığı gibi yargı darbesinin devreye sokulması, konvansiyonel medya ve sosyal medya üzerinden Wikileaks ve Panama belgelerigibi enformasyon darbesi denemeleri, iç savaş gibi toplumsal çatışmaların organize edilip iktidarların terbiye edilmesi veya değiştirilmesi son dönemin melez darbe yöntemleri olarak birçok ülkede görülmüştür. Bu girişimler bazı durumlarda daha kapsamlı bir müdahalenin psikolojik meşruiyet zeminini oluşturuyorken bazı durumlarda ise iktidarları değiştirmeden istenen yöne doğru şekillendirmeye yetebilmektedir. Bu melez darbe veya iktidar şekillendirme yöntemlerinin yerine doğrudan askeri darbenin tercih edilmesi yaşadığımız dönem için son derece sıra dışı kabul edilebilir.
15 Temmuz Öncesi Hükümeti Yıkma Girişimleri
Aslında 15 Temmuz’da yaşamış olduğumuz başarısız darbe girişiminin başlangıcı ve hazırlık safhası daha eskiye gidiyor. AK Parti hükümetleri iktidarda bulunduğu süre içinde 27 Nisan 2007 e-muhtırası ve 17-25 Aralık 2013 müdahalelerine maruz kalmıştı. 7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılmak istenmesi ile başlayan MİT krizi FETÖ’cü darbe girişiminin ilk aşaması idi ve bu süreç bertaraf edildi. İstihbarat alanındaki darbe girişimini 17-25 Aralık 2013’te polis ve yargı darbesi girişimi izledi. FETÖ’cü yapılanma tarafından ortaya atılan yolsuzluk iddialarıyla yönetim polis ve yargı darbesi ile devrilmeye çalışılmıştı. Mayıs 2013’te başlayan Gezi olayları hükümeti devirmeye yönelik diğer bir girişimdi ve aynı zamanda 17-25 Aralık darbesine psikolojik ve toplumsal zemin hazırladı. Bütün bu girişimler başarısız olunca topyekun Türkiye’yi hedef alan girişimler devreye sokuldu. MİT tırları haberleriyle Türkiye’yi DAİŞ’e veya daha geniş manada teröre destek olmakla suçlayan asılsız ithamlar ortaya atıldı. Çözüm sürecini bitiren PKK kalkışması da aslında bir kenarında hep iktidarı düşürmeyi hedefleyen hareketler olarak kayda geçti. Konvansiyoneldarbenin başarısız olduğu bir ortamda bu tarz yöntemler daha sık bir şekilde devreye sokulmaya çalışılacaktır.
Askeri Darbe Şeklinde Organize Edilmiş Bir Terör Saldırısı
15 Temmuz darbe girişimi daha önceki melez darbe şekillerinden ve 1960, 1971, 1980 ve 28 Şubat 1997’de yaşanan darbelerden farklılaşmaktadır. Son müdahale daha çok askeri darbe şeklinde organize edilmiş bir kamikaze terör eylemini andırmaktadır. Askeri darbelerde darbeciler ülkedeki iktidarı ve iktidarı yöneten kurumları cebir ile teslim almaya çalışır. Meclis ve Cumhurbaşkanlığı Sarayı gibi yapılar genelde saldırıya uğramaz çünkü bunlar milletin birliği ve bütünlüğünü temsil eden sembollerdir. Bu kurumların imha edilmelerinin hedeflenmesi aslında bir açıdan Türkiye’nin milli birliğinin de hedef alındığı anlamına geliyor. Bu yönü ile 15 Temmuz gecesi yaşadığımız kalkışma, bir terör saldırısı veya Türkiye’yi topyekun hedef alan bir melez savaş yöntemini daha fazla andırmaktadır. Daha açık görünen hedef iktidarı devralmaktan ziyade Türkiye’nin birliği gibidir. Halkı doğrudan hedef alan bir müdahalenin sadece iç saiklerle tertiplenmiş olduğunu düşünmek oldukça güç.
Melez darbe ve müdahale yöntemleri birçok ülkede seçilmiş iktidarların iç ve dış odaklar tarafından yönlendirilmelerine olanak sağlamıştır. Türkiye ise son yıllarda melez darbe ve dış müdahale yöntemleri ile doğrudan muhatap oluyor. Bu müdahaleler siyasi iktidarın mücadelesi ve halkın bu mücadeleye desteği ile devam etmektedir. Bu başarısız darbe girişimiyle Türkiye’deki FETÖ’cü darbe ve vesayet çabaları savuşturulmuş olabilir ancak meşru siyaset alanı halen başka yöntemlerle müdahalelere açıktır. Bundan sonraki dönemlerde toplum barışını ve iç bütünlüğünü bozmaya yönelik provokasyonlar, Türkiye’yi uluslararası ortamda itibarsızlaştırmaya yönelik çalışmalar ve ekonomik istikrarı bozmaya dönük manipülasyon riski devam edecektir. Yalnızca devlet mekanizması ve hükümetin böylesi tehditleri bertaraf etmesi oldukça güçtür. Bu nedenle böylesi darbelerle mücadele ancak toplumsal kenetlenme ve risklere karşı direncin artırılması ile mümkün olabilir.
Süreç sonrası dönemde, örgütün ortaya koyabileceği en büyük tehdit meşru alandan soyutlanan ve dışlanan aktörlerin radikalleşerek siyasi suikastler ve sivilleri hedef alan eylemler yapabilmeleridir. Diğer bir risk ise toplumsal provokasyonlarla Türkiye’de iç çatışma dinamiklerini tetiklemek olacaktır. Halen örgütün gizlenmiş hücrelerine dair bilinmeyen birçok nokta var. Örgütle mücadelenin henüz çok başlarındayız ve bu karmaşık ve riskli süreci koordine etmek için yeni kurumlara da ihtiyaç duyulmaktadır.
[Kriter, 1 Ağustos 2016].