Kamuoyunda 'İç Güvenlik Paketi' olarak anılan ve çok sayıda kanunda değişiklik öngören düzenleme, ciddi tartışmalarla birlikte TBMM Genel Kurul gündemine geldi.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, temel hak ve özgürlüklere ilişkin bu tür kapsamlı ve önemli düzenlemelerin konuyla ilgili farklı kesimlerce yeterince tartışılması ve olgunlaştırılması, sonrasında Meclis'e sunularak tepkisel düzenlemelerden kaçınılması, Anayasa'ya ve hukuka uygun, daha etkili ve uzun vadeli düzenlemeler yapılmasını sağlayacaktır.
Yasa tasarısına yakından bakıldığında dört bölümden oluştuğunu, temel haklara ilişkin asıl tartışmaların birinci bölümde yoğunlaştığını görüyoruz.
İkinci bölümde, polis amirlerinin özlük işlemlerine ilişkin düzenlemeler yapılmakta ve emniyet teşkilatına bağlı eğitim ve öğretim kurumları yeniden yapılandırılmakta.
Üçüncü bölümde, kolluk yetkisine sahip Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı'nın üzerindeki, bu alanda asıl sorumlu ve yetkili olan İçişleri Bakanlığı'nın yetkileri ve denetimi, parlamenter demokratik bir rejimin gereklerine uygun olarak artırılmakta.
Dördüncü bölümde ise, vatandaşın devlet için değil, devletin vatandaşa hizmet için var olduğu düşüncesi gereğince; nüfus, kimlik ve adres kayıt gibi işlemlerdeki bürokratik süreçler ortadan kaldırılmakta veya azaltılmakta. Nüfus kayıt örneği ve yerleşim yeri belgesinin e-devlet üzerinden temini, mirasçılık belgesinin nüfus müdürlüklerince verilmesi, doğum ve ölüm gibi nüfus işlemleri için nüfus müdürlüklerine gitmeden gerekli işlemlerin yapılabilmesi gibi çok sayıda, kişi yaşamını kolaylaştıracak yenilik getirilmekte.
Hem düzen hem özgürlük
Paketle ilgili eleştirilerin yoğunlaştığı birinci bölümde, çok sayıda önemli düzenleme öngörülmüş. Bunlardan, istihbari dinlemeye getirilen üçlü denetim ile müşteki, tanık ve mağdur ifadelerinin karakola çağırmadan, konutlarında ve işyerlerinde alınması gibi düzenlemeler kamuoyunda olumlu karşılanmıştır.
Tartışmalı düzenlemelerin ise 6-7 Ekim Kobani eylemleri tecrübesinde olduğu gibi, toplumsal şiddet içeren hareketler nedeniyle önerildiği anlaşılıyor. Gerçekten de kamu düzeninin sağlanması ve tüm bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunması devletin temel görevidir. Ancak devletin bunu yaparken güvenlik ve özgürlük dengesini koruması ve özgürlükleri güvenliğe feda etmemesi gerekir.
Bu dengenin kurulması konusunda, hem Anayasa'da hem de insan hakları sözleşmelerinde yer alan birtakım ilkeler vardır. Kamu düzeni sağlanırken özgürlüklerin özüne dokunmamalı yani özgürlüğü kullanılamaz ya da çok zor kullanılır hale getirmemelidir. Aynı zamanda, ölçülü olmalı; sınırlama aracı sınırlama amacı için zorunlu, elverişli ve orantılı olmalıdır.
Eleştiriler dinlenmeli
Herhangi bir suç işlemeyen ya da saldırıda bulunmayan kişilere, sadece yüzlerini kapattıkları için asgari 2,5 yıl hapis cezası öngörülmesi, molotof kullanımına karşı polise silah kullanma yetkisinin verilmesi, tutuklama sebeplerinin artırılması ve gösteri yürüyüşlerine ilişkin diğer sınırlamalar, 'kamu düzenini sağlamak için zorunlu, elverişli ve orantılı düzenlemeler midir' sorusu tekrar sorulmalıdır.
Bu düzenlemelerin yaşam hakkı, kişi özgürlüğü ve güvenliği ile ifade özgürlüğü gibi bazı hak ve özgürlükler bakımından orantısız sınırlamalar getirdiği yolundaki eleştiriler göz ardı edilmemelidir. Hâkim kararı olmaksızın, kolluk amirlerine arama ve gözaltı yetkilerinin verilmesi ile vali ve kaymakamlara suçun aydınlatılması için emir verme imkanı getirerek savcının sahip olduğu adli kolluk amiri sıfatının tanınması hukuk devleti ilkesi açısından tartışmalı ve yeniden ele alınması gereken düzenlemelerdir.
[Sabah Perspektif, 31 Ocak 2015]