Bugün herkes Kılıçdaroğlu’nun neden saf değiştirdiğini anlamaya çalışıyor. 15 Temmuz sonrasının beraberlik iklimi içerisinde zoraki de olsa yer alırken, darbeyi lanetleyip dil ile de olsa FETÖ ile mücadeleye destek verirken, birden neden tekrar gayrimillî cephe ile saf tutmaya başladı? Neden PKK propagandası yaptığı tescilli Özgür Gündem’in, İMC TV’nin yasını tutmaya başladı? Neden 15 Temmuz gecesi darbeye karşı tavrını net bir şekilde dosta düşmana göstermiş ülkenin sivil dikta ile yönetildiğini iddia etmeye başladı?
Cevabı patika/izlek bağımlılığında. Şöyle anlatayım; Ali’nin bir şehirden bir başka şehre giderken önünde iki tane yol olduğunu düşünün. Ali iki alternatif arasından birincisini seçiyor ve yol almaya başlıyor. Bir müddet gittikten sonra seçtiği yolun bozuk, kalabalık veya dolambaçlı olduğunu fark ediyor. Ancak Ali bir kere bu yola girdi ve geriye dönüp ikinci yolu denemek çok zaman alacak, daha zor olacak. Ali yol aldıkça yolun sorunları arttı ancak geri dönüş mesafesi de bir o kadar uzadı. Neticede en başta yaptığı seçime yani yola bağımlı kaldı, zaman geçtikçe geri dönüşü zorlaştı hatta imkânsız hâle geldi.
Kılıçdaroğlu da Ali gibi bir izlek bağımlılığı yaşıyor. Siyasi hayatının farklı anlarında hepsi kendini aynı yola iten kötü tercihler yaptı. Türk siyaseti hakkında biraz bilgi sahibi olan herkes Kılıçdaroğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediyesi adaylığına giden süreçte holding medyası tarafından parlatılmasında bir bit yeniği olduğunu sezerdi. Kılıçdaroğlu tam bu noktada bir tercih yaptı. En azından kendi kendine “Hayırdır?” diye sormak yerine, amiral gemisinin övgülerinin ölümcül konforuna teslim oldu. Gelmiş geçmiş en başarısız adaylık performansını sergilediği hâlde medya tarafından seçimlerin favorisi gösteriliyordu. Nihayetinde seçimi kaybetti. Kılıçdaroğlu tam o esnada bir tercih daha yaptı, daha doğrusu aynı hatalı tercihi tekrarladı. Seçimi kaybettiği hâlde medya desteği devam ediyordu. “Bu işte bir iş var” diye düşünmek yerine “galiptir bu yolda mağlup” dedi ve aynen devam etti.
Hâlâ geriye dönüş şansı vardı, ta ki bugün dikkatleri dağıtmak için başkalarını suçladığı ancak başkalarını suçladıkça dikkatleri kendi üzerinde topladığı kaset skandalına kadar. Bir gece yarısı dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a ait olduğu iddia edilen malum kaset piyasaya sürüldü. Kılıçdaroğlu’nun ilk tepkisi eski ezberi üzerineydi. İlkeli ve gözü tok adamı oynadı. CHP Genel Başkanlığı’nı düşünmüyordu. Hele ki böyle bir hadiseden sonra genel başkan olmayı hiç kabul edemezdi. Daha sonra birileri Kılıçdaroğlu’nın tiradını güncelledi. Ve Kılıçdaroğlu arkasındaki muazzam medya desteği ile Baykal’ın kasetinin açtığı yolda koşar adım yürüyerek genel başkan oldu.
Ve Kılıçdaroğlu’nun izlek bağımlığı başladı. Hayır kendisinin kaset komplosunun tertipleyicisi olduğunu iddia etmiyorum. Veya komploda kendisine teklif edilen rolü bilerek ve isteyerek oynadığını da söylemiyorum. Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanı olmak istedi. Tıpkı Ali’nin bir şehirden bir başka şehre gitmek istediği gibi. Önünde iki yol vardı; siyaset yapmak, dişiyle tırnağı ile kazımak, tabanın sokağın beklentilerini karşılamak… Veya fırsat kollamak, millî iradeye değil siyaset dışı odaklara yaslanmak, medya kampanyaları ile popüler olmak…
Kılıçdaroğlu ikinci yolu tercih etti. Şimdi de tuttuğu patika siyasetini tayin ediyor. Kimlerin desteğini aldıysa onların cümleleri ile konuşuyor, onların çıkarları için siyaset yapıyor. Attığı her adımda girdiği yanlış yolda biraz daha mesafe kat ediyor, geri dönüşünü daha zor hatta imkânsız hâle getiriyor.
Sahi malum görüntüleri sizce kim kaydedip servis etti?
[Türkiye, 6 Ekim 2016].