Gün geçmiyor ki AK Parti iktidarı içte ve dışta "İslam'ı politikleştirmiş" olmakla ve "dini vesayet rejimine" geçmeye çalışmakla eleştirilmiş olmasın. Hükümetin Suriye politikasını "Sünnici" bulanların daha yüksek sesle dillendirdiği bu eleştiri, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu'nun söylemlerindeki dini temalara işaret ederek bir adım daha ileri gidiyor. "Sünni İslami kimliğin yeni Türkiye'nin çehresini" oluşturduğu iddiasına varıyor. Kuşkusuz AK Parti iktidarı döneminde İslam- siyaset ilişkisi yeni bir dönüşüm sürecinden geçiyor. Son dönemdeki kutuplaşma ortamının etkisiyle kimi çevreler bu dönüşümün yönünü doğru tespit edemiyor.
Zira ülkemiz hem birbirini besleyen hem de birbiriyle çelişen iki olguyu aynı anda yaşıyor.
Bir yandan farklı yaşam tarzlarının ve kültürel tercihlerin netleşmesi, büyük bir özgüven ve ısrarla ifade edilmesi söz konusu. Böylece bütün tabuların kıyasıya tartışıldığı bir dönemdeyiz.
Diğer yandan ise AK Parti'nin muktedir olmasına ve kendi rengini Türkiye siyasetine vurmasına duyulan tepki bağlamında üretilen kutuplaşma ciddi bir akıl karışıklığı üretiyor. Bu akıl karışıklığı, seküler elitlerin ülkenin geleceğini belirleme ayrıcalıklarını kaybetmiş olmayı derinden hissetmeleriyle yakından alakalı.
Bir diğer sebep ise siyasetçilerin kullandığı dini kavramlaştırmanın farklılıklara ve seküler olana kattığı meşruiyetin farkına varılmamasıdır.
Bu yüzden İslam'ın kamusal alandaki ve popüler kültürdeki artan görünürlüğü "Sünnicilik" olarak etiketleniyor.
Halbuki aynı şeyi "yeni bir laiklik tecrübesinin doğuşu" olarak da nitelemek mümkün.
Bu yeni tecrübede farklı kültürel ve dini tercihler sınırlarını görerek kendini yeniden tanımlıyor.
Gettolaşmanın ve mahalle baskısının gittikçe artan maliyetleri bu yeniden tanımlamayı mecbur kılıyor.
Komşu ülkelerde yaşanan mezhep çatışmalarından alınan derslerin de bunda etkisi var. Sözgelimi IŞİD'in temsil ettiği sert İslamcı yorum Türkiye'nin kahir ekseriyetini rahatsız ediyor. Yine bütün siyasi partilerin Alevi-Sünni ayrışmasını reddetmede aynı pozisyonda olması bu farkındalıkla ilgili. Nitekim Başbakan Davutoğlu'nun Alevi Açılımı'na hız vermek amacıyla gerçekleştirdiği Hacıbektaş ziyaretindeki konuşmasındaki vurgusu dikkat çekici:
"Bizim yolumuz Hz. Ali'nin, Hz. Hüseyin'in, Hz. Hasan'ın ve bütün 12 imamın yoludur. Onu benimsediğimiz zaman göreceğiz ki farklılıklarımız azalacak. Onu benimsediğimiz zaman göreceğiz ki aynı kaynaktan besleniyoruz."
Kendisinin Sünni Türkmen olduğunu söyleyen Davutoğlu, Hacıbektaş ile Mevlana'yı birlikte okuma çağrısı yaptı. Bu çağrı, Sufilik üzerinden Alevi ve Sünniler arasında ortak bir zemin yaratma çabası. Dahası, Davutoğlu, "Ali'yi sevmenin" de bir adım ötesine giderek Türkiye halkını 12 İmam'ın yoluna davet etti. Biliyoruz ki, Ehlibeyt sevgisi Sünnilerde de çok güçlü. Ancak 12 İmam'ın yoluna davet Sünniler için yeni bir şey. Bir yanıyla, Alevilerin dini anlamda ötekileştirilmesine karşı çıkış.
Diğer yanıyla ise, Türkiye'nin Sünnici bir yere savrulmasını engellemeye yönelik bir söylem. Elbette, bu davetin cemevlerinden dedelerin statüsüne ve din derslerine kadar Alevilerin taleplerini karşılayacak bir reform gündemi ile pekiştirilmesi lazım.
Davutoğlu'nun 12 İmam söyleminin Aleviliği dini bir okumaya tabi tuttuğu yorumu da yapılabilir. Ancak 12 İmam'ın yolu ile yüzleşmenin hem Aleviler hem de Sünniler için zenginleştirici bir yanı olabilir.