SETA > Yorum |
Yargının Hukukla Sınavı ve HSYK Seçimleri

Yargının Hukukla Sınavı ve HSYK Seçimleri

Cumhuriyet'in kuruluşundan beri yargı, sürekli tartışılan bir erk olmuştur. Bu tartışmaların, son dönemlerdeiyice arttığı ve yargıya yönelik bir güven ve meşruiyet sorunu doğurmaya başladığı görülmektedir.

Cumhuriyet’in kuruluÅŸundan beri yargı, sürekli tartışılan bir erk olmuÅŸtur. Bu tartışmaların, son dönemlerdeiyice arttığı ve yargıya yönelik bir güven ve meÅŸruiyet sorunu doÄŸurmaya baÅŸladığı görülmektedir. Yargının bu kadar tartışılmasının kökeninde, farklı ama birbirini besleyen ve üreten pek çok sorun bulunmaktadır. Ancak yargıyla ilgili tüm sorunların temelinde, Türkiye’de yargının varlık nedeni, yargının misyonu sorunu yatmaktadır.

YARGI NÄ°ÇÄ°N VAR?

Demokratik hukuk devletlerinde yargının varlık nedeni ve temel iÅŸlevi, kiÅŸi hak ve özgürlüklerini korumaktır; yani herkese hakkını vermektir, adaleti gerçekleÅŸtirmektir. Türkiye’de yargıya yüklenen temel misyon ise, devleti, devletin çıkarlarını ve güvenliÄŸini korumaktır. Cumhuriyet’in kurucu kadroları, başından itibaren yargıya rejim kurucu ve koruyucu bir rol yüklemiÅŸ ve yaptıkları tüm hukuk dışı uygulamaları, kurdukları mahkemeler eliyle meÅŸrulaÅŸtırmaya çalışmışlardır. Devlet ve rejim söz konusu olduÄŸunda ya da muhaliflerin bertaraf edilmesi gerektiÄŸinde, istisnai yetkilerle donatılmış özel yargı organları kurulmuÅŸ ve bu mahkemeler aracılığıyla, pek çok hukuk dışı uygulama gerçekleÅŸtirilmiÅŸtir. Ä°stiklal Mahkemeleri, 1944 Davası, Yassıada Mahkemesi, 1971 yargılamaları, Sıkıyönetim Mahkemeleri, Devlet Güvenlik Mahkemeleri, CMK 250 ile ve TMK 10 ile Yetkili ve Görevli Mahkemeler, hep bu anlayışın ürünü olan ve pek çok hukuksuzluÄŸa aracılık etmiÅŸ özel yargı kurumlarıdır.

Bu zihniyetin sonucu olarak yargı, başından itibaren hukuk ve adalet dağıtan bir güç olmaktan çok, devleti ve rejimi koruyup kollayan bir vesayetçi güç odağı olarak var olmuÅŸ ve hukuki bir aktör olmaktan çok siyasi bir aktör gibi hareket etmiÅŸtir. Söz konusu anlayış ve misyon, bugün de yargı mensuplarının bir kısmının zihin dünyasına hâkimdir ve yargının iÅŸleyiÅŸine ve kararlarına yansımaktadır. Yargı tarihi, siyasi muhaliflerle ilgili verilen utanç verici yargılama ve kararlarla doludur. Yargı, taraflara karşı gözleri kapalı adalet dağıtmak ve siyaseti, siyasi iktidarları hukuken denetlemekyerine, siyaset yapan, siyaseti dizayn eden bir aktör gibi davrandıkça, daha çok tartışılıp sorgulanmış ve yargı kararlarıyla kamu vicdanı arasındaki makas, her geçen gün daha fazla açılmıştır. Bugün, yargıya güven yüzde 25’lere kadar düÅŸmüÅŸse, bunun en önemli nedeni, yargının hukuk dışı tutum ve iÅŸlemleridir.

Yargının, kendisine yüklenen bu iÅŸlevi yerine getirebilmesi için, hukuk eÄŸitiminden baÅŸlayan ve yargıda kimlerin görev alabileceÄŸine kadar uzayan bir dizi politika uygulanmıştır. Böylece yargı mensuplarının zihin dünyası “terbiye edilmiÅŸ” ve yargıya özel bir kadro egemen olmuÅŸtur.

Tek Parti dönemi boyunca Kemalistlerin denetiminde olan yargıda, kendilerinden olmayan kiÅŸilerin görev almasına izin verilmemiÅŸtir. CHP iktidardadır ama yargının kapıları, CHP’ye oy veren Alevilere de kapalıdır; dindarlar ve Kürtler baÅŸta olmak üzere, devlet ve rejim için ‘tehdit’ olarak kodlanmış diÄŸer unsurlara da...

Bu politikalar sonucunda yargı, “ele geçirilmesi gereken” bir güç odağına dönüÅŸmüÅŸtür. Bir gün, bir Alevi siyasetçi Adalet Bakanı olduÄŸunda da, binlerce kadroyu tamamen Alevilerle doldurmuÅŸ ve bunu kamuoyuna açıklamaktan kaçınmamıştır. KuÅŸkusuz bu yaklaşım son derece yanlıştır ve yargı için tehlikelidir ama hangimiz, yargı kadroları kendilerine yıllarca kapatılan Alevilerin bu tutumunu eleÅŸtirebiliriz ki... Dahası, bu tutumu, pozitif ayrımcılık olarak görüp meÅŸrulaÅŸtırmak bile mümkündür. Ne var ki, bu kadrolaÅŸma belirli bir güce kavuÅŸunca, yargıda oligarÅŸik bir hegemonya kurarak, kendileri dışındakilere göz açtırmamış, yıllarca uÄŸradıkları haksız uygulamaları, baÅŸkalarına yapmaya baÅŸlamışlardır.

Aynı ÅŸekilde, yargıda kendilerine yer verilmeyen çevrelerden biri olan ve tüm partilerle sıcak iliÅŸkiler kurmaya çalışan Gülen Hareketi de, yargıya yönelik özel bir strateji geliÅŸtirip uygulamıştır. Yargıda kadrolaÅŸma çalışmalarını ağırlıklı olarak ANAP döneminde baÅŸlatan bu Hareket, AK Parti iktidara geldikten sonra, emniyetin ardından “yargıyı da ele geçirme”yi stratejik bir hedef olarak önüne koymuÅŸtur. Bu hedef doÄŸrultusunda, kendilerine mensup ve yakın yargı görevlileri arttıkça, yargının tüm etkili mekanizmalarına hakim olmaya ve diÄŸer hakim ve savcılar üzerinde egemenlik kurmaya baÅŸlamışlardır. Daha öncekilerin yaptıkları gibi, bunlar da, kendilerine yapılan haksızlıkları baÅŸkalarına yapmaya baÅŸlamış ve kendileri dışında hiç kimsenin yargıda etkili olmasına izin vermemiÅŸlerdir. Güç, belli bir noktaya gelince, herkes gibi onlar da zehirlenmiÅŸ ve yargı gücünü kullanarak çeÅŸitli siyasi ve ekonomik operasyonlara giriÅŸmiÅŸlerdir.

NÄ°HAÄ° HEDEF: HSYK

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) da, kurulduÄŸundan beri tartışmaların odağında yer almıştır. Kamuoyunda, Adalet Bakanı ve MüsteÅŸarının Kurul’da yer almasının ‘bağımsızlık’ ilkesine aykırı olduÄŸu gerekçesiyle yapılan tartışmalar daha çok bilinmektedir. Ancak HSYK ile ilgili asıl sorun, hâkim ve savcıların geleceklerini, kariyer planlarını doÄŸrudan etkileyen yetkilere sahip olarak kurduÄŸu oligarÅŸik hegemonyadır. Birbirine çok yakın beÅŸ yüksek hâkim marifetiyle veya onlara yaslanarak yargı, birçok soruna kaynaklık etmeye baÅŸlamış; sadece hükümetleri deÄŸil, bazen Meclis’i dahi çalışamaz hale getirmiÅŸtir. Bunun üzerine, 2010’da, HSYK’daki bu hegemonyaya son vermek ve Kurul’u daha çoÄŸulcu ve demokratik bir yapıya kavuÅŸturmak amacıyla Anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸine gidilmiÅŸtir.

ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ

Daha önce HSYK’nın, Bakan ve MüsteÅŸar dışındabeÅŸ üyesi vardı ve tamamı, Yargıtay ve Danıştay tarafından önerilip CumhurbaÅŸkanı tarafından atanıyordu. 2010 deÄŸiÅŸikliÄŸinden sonra HSYK, Bakan ve MüsteÅŸar hariç, 20 üyeli bir kurul oldu. Bu deÄŸiÅŸikliÄŸe göre, 4 üye CumhurbaÅŸkanı, 3 üye Yargıtay Genel Kurulu, 2 üye Danıştay Genel Kurulu ve 1 üye de Adalet Akademisi Genel Kurulu tarafından seçildi. En önemli deÄŸiÅŸiklik ise, kürsüde görev yapan hâkim ve savcıların, kendi idari mekanizmalarının belirlenmesine yetki sahibi kılınmasıydı. Bu çerçevede, 7 üye adli, 3 üye de idari yargı hâkim ve savcıları tarafından seçildi.

Peki, bu anayasal deÄŸiÅŸiklikle beklenen gerçekleÅŸti ve HSYK gerçekten çoÄŸulcu bir demokratik mekanizmaya dönüÅŸtü mü? Hayır! Eski HSYK’nın egemenleri gitti, yeni HSYK da, baÅŸka bir grubun, ‘Gülen Hareketi’nin kontrolüne geçti. Elbette Kurul üyelerinin tamamıaynı gruptan deÄŸil ancak söz konusu Grup’tan olmayanların etkisiz olduÄŸunu söyleyebiliriz.

HSYK SEÇÄ°MLERÄ°

HSYK’da, bir grubun hegemonyası, bugün artık kanıt gerektirmeyecek kadar açığa çıkmıştır. O yüzden, kadrolaÅŸmanın vardığı düzeyi gösteren iki örnekle yetinelim: 14 Åžubat 2011’de yürürlüÄŸe giren 6110 Sayılı Kanun uyarınca Yargıtay’a 160, Danıştay’a da 51 yeni yüksek hâkimin seçilmesi sürecinde, seçilme yeterliliÄŸine sahip 5503 hâkim ve savcının dosyası, her bir dosyaya bir dakika bile düÅŸmeyen bir hızla incelenerek atamaları yapıldı. Nitekim bu üyeler, daha sonra yapılan tüm seçimlerde blok oy kullandılar. Bunun yanı sıra, yeni HSYK ile meslekte yükselme kriterlerinin nasıl deÄŸiÅŸtiÄŸi, daha doÄŸrusu, nasıl bozulduÄŸu iyi bilinmektedir. Eskiden Yargıtay’ın verdiÄŸi onama/bozulma kararlarının çok saÄŸlıklı olmadığı söylenirken, bunun yerini yeni HSYK’nın ‘yeni müfettiÅŸleri’nin raporları aldı ve hâkim/savcılar eski sistemi arar hale geldiler. Çünkü hâkim ve savcılar, daha müfettiÅŸ gelmeden kendisine kaç puan verileceÄŸini bilmektedirler. Bu ve benzeri uygulamalar yüzünden, 2010’dan önce yargıya güven %60 iken, ÅŸimdilerde %25’lere düÅŸmüÅŸ bulunmaktadır.

12 Ekim’de yapılacak HSYK üyelerinin seçiminin bu kadar gündem olmasının arkasında, çok az kısmına deÄŸinebildiÄŸimiz bu süreç yatmaktadır. Nitekim tartışmalarda öne çıkan temel soru(n), HSYK’ya hangi hukuk/yargı anlayışına sahip kimlerin seçileceÄŸinden çok, yargının kimlerin ya da hangi anlayışın eline geçeceÄŸidir. Tekrar edecek olursak, yargıyla ilgili temel problemimiz tam da budur; yani yargının “ele geçirilecek” veya “ele geçirilmesi gereken” bir iktidar aracına dönüÅŸtürülmüÅŸ olmasıdır. Yargıtay’ın HSYK seçimlerini alelacele öne alması da, yargıyı ele geçirmeye ya da ‘son kale’yi kaybetmemeye dönük ve 12 Ekim’de oy kullanacak hâkim-savcıları etkilemeye yönelik örgütlü bir operasyon olarak deÄŸerlendirilmektedir.

12 Ekim’den sonra da yargıda sular muhtemelen durulmayacak, tartışma bitmeyecektir. Seçim sonuçlarına göre, “yargıyı ‘bir cemaat’ veya ‘bir parti’ ele geçirdi” suçlamalarına ÅŸimdiden hazır olalım. Ne var ki, kim seçilirse seçilsin, sonuçların bir “Pirus zaferi” olması istenmiyorsa, bir an önce, yargının daha fazla tartışılmasının ve yara almasının önüne geçmekgerekiyor. Yargıda ve yargının idari mekanizmalarında çoÄŸulculuk ve eÅŸitliÄŸi, adaleti, hakkaniyeti saÄŸlamak; insanların etnik kökenine, mezhebine, siyasi görüÅŸüne, yaÅŸantısına bakmaksızın, ehliyet ve liyakatini esas almak gerekiyor. Hepsinden önemlisi, ihtiyacımızın yargıçlar devleti deÄŸil, hukuk devleti olduÄŸunu unutmamak gerekiyor.

[Star Açık GörüÅŸ, 21 Eylül 2014]