Paralel yapının Emniyet ayağına yönelik operasyonun başlamasıyla, 7 Şubat ve 17 Aralık operasyonlarından bu yana şahit olduğumuz, tutarsız ve çelişkili pek çok argüman aynı anda tedavüle sokulmaya başlandı. Bir yandan Gülen ve takipçilerinin dindarlıkları ve dini cemaat hüviyetleri, öte yandan 17 Aralık darbe teşebbüsünün yolsuzluk kamuflajıyla gerçekleştirilmesi Gülen ve takipçilerine paralel yapının cürümlerini gözden kaçıran bir dil kullanma imkanı sağlıyor.
Bu çerçevede, “ramazan, sahur, 28 Şubat, cadı avı, haram lokma, yolsuzluk” kelimelerinin cömertçe serpiştirildiği cümleler kurularak operasyon mahkum edilmeye çalışılıyor. Aslında daha önce de Susurluk ve Ergenekon süreçlerinde, görevi kötüye kullanma, devlet içinde kayıt dışı bir iktidar alanı oluşturma gibi ithamlarla karşılaşan kesimler her zaman hedef şaşırtmak, cürümlerini görünmez kılmak ve kamuoyunu etkilemek üzere kendi meşreplerine uygun kavramlar bulmakta mahir oldular.
Ancak, burada biraz daha karmaşık bir durum mevcut. Bu karmaşıklık Gülen grubunun yapısından kaynaklanıyor. Karşımızda üç farklı yüze sahip bir yapı var. Yapının çekirdeğini dini yüz oluşturuyor. Yapıya üye kazandıran, üyeleri kenetleyen, faaliyetleri anlamlandıran temel dinamik dini duygular. Dini yüzün toplumsal hayata katılımıyla sivil hareket yüzü oluşuyor. Eğitim, dayanışma, diyalog gibi faaliyetler dini duygularla oluşan yapının toplumla iletişimini, toplumsallaşmasını sağlıyor. Bu iki alandaki söylem ve faaliyetlerle sempati oluşturan yapı belli bir strateji çerçevesinde bürokrasi içinde örgütleniyor. Bürokrasi içindeki örgütlenme paralel yapı olarak da nitelenen üçüncü yüzü oluşturuyor.
Paralel yapı ile ilgili iddiaların Gülen ve takipçileri tarafından üstlenilmemesi, ilişkinin reddedilmesi gibi artık kamuoyunda da inandırıcılığı kalmamış tutumlar, bir yönüyle de, Gülen’in kurduğu oluşumun bu katmanlı yapısından besleniyor. Bu katmanlı yapıyı birbirinden ayrıştırmak mümkün olmasa da, Gülen ve takipçileri bağlamında gündem oluşturan esas unsurun, bürokratik-paralel yapılanma olduğunu söylemek gerekir.
Paralel yapıyı yeniden hatırlamakta fayda var. Paralel yapı ile Gülen’in bürokrasideki takipçileri, kurum hiyerarşisi ve öncelikleri doğrultusunda hareket etmek yerine Gülen’in belirlediği öncelik ve hedefler doğrultusunda hareket eden bürokratlar kastediliyor. Görev aldığı kurumlardaki imkânlarla stratejik değere sahip her türlü aktör ve kurumu sindirmeye yönelik mahrem bilgilere erişebilen, emniyet ve yargıdaki nüfuzu ile bu bilgileri operasyona çevirebilen, bu bilgiler üzerinden hem alternatif güç odaklarını sindirmeyi hem de hukuk dışı yolları kullanarak çıkar elde etmeyi başarabilen, kendi öncelikleri veya ittifak kurduğu ulusal ve küresel aktörlerin öncelikleri doğrultusunda seçilmiş siyasi iradenin politikalarını yönlendirmeye veya iktidarı devirmeye yeltenen bir yapı kastediliyor.
17 Aralık süreci, bu yapının bürokrasi, iş dünyası, medya ve siyaset üzerinde tahakküm kurmayı sağlayacak yerlere sızdığını; yasadışı dinlemeler gerçekleştirdiğini; şantaj dosyaları oluşturduğunu ve yeni Türkiye’nin Erdoğan öncülüğünde hayata geçmesini istemeyen ulusal, bölgesel ve küresel aktörlerle işbirliği yaparak tetikçi bir görev üstlendiğini ortaya çıkardı.
22 Temmuz operasyonu, Gülen’in oluşturduğu paralel yapının emniyet ayağını hukuk önüne çıkarmayı hedefliyor. 17 Aralık’tan bu yana, siyasi retorik ve idari tasarruflarla yetinmek zorunda kalınarak yürütülen mücadelenin, 22 Temmuz’la beraber yargı sürecini de çalıştırmaya başlaması kritik ve tarihi bir öneme sahiptir. Bu sürecin, bir an önce paralel yapının diğer unsurlarını da içermesi büyük bir önem taşımaktadır.
Yargı süreci, iddia edildiği gibi, Gülen'e sempati besleyen, dini veya sivil faaliyetler yürüten kesimleri ortadan kaldırmayı değil, Gülen'in rehberlik ettiği paralel yapının işlediği cürümlerin yargı karşısına çıkarılarak bürokratik imtiyazlarından, siyaset mühendisliği imkanlarından arındırılmasını hedeflemektedir.
Hedefin bununla sınırlı kalıp kalmayacağı, Gülen ve çevresinin, bugüne kadarki riyakarlıklarını, cemaati örgüte dönüştürme tutumlarını sürdürüp sürdüremeyecekleri, kayıt-dışı iktidar arzularını gemleyip dini cemaat veya sivil toplum formatına geri dönmeye razı olup olmayacaklarıyla şekillenecektir.
Yargı sürecinin Türkiye’nin Gülen hareketi ile yaşadığı-yaşayacağı imtihanın en kolay kısmı olduğu unutulmamalıdır. Daha zoru, Gülen grubunun değişmeye-dönüşmeye direnip direnmeyeceği, daha doğrusu sivilleşme ve normalleşme kararı verip vermeyeceğidir.
[Akşam, 27 Temmuz 2014]