Osmanlı'dan kalan anayasa tartışmaları ve yapıcılığı adeta gündemimizden çıkmayan temel siyasi maddelerin başında geliyor. Cumhuriyet'ten bu yana da 'uzun ömürlü bir anayasa' arayışımız devam ediyor. Bugüne kadar yaptığımız anayasaların iki temel özelliği kısa ömürlü ve hürriyetleri temin etmekten uzak olmasıydı.Bugün yeniden tartıştığımız mini anayasa reformu da, vadesi çoktan dolmuş olan son darbe ürünü anayasamızın, yama ile ömrünü bir süre daha hürriyetleri genişletmek adına uzatmaya katlanmaktan ibaret. Milletin siyasi sabrı ve basireti bu katlanma süresinin ne kadar olacağına karar verecek.
Muhtemelen bir iki yıl içerisinde, dünyada ciddiye alınan hiç bir ülkede bir benzeri bulunmayan cari anayasanın ya yeni bir reform ya da topyekün değiştirilmesini gündeme almak zorunda kalacağız.
Öyle ki, bugünlerde yapılan yasal yama ile yeni anayasamız bugünkü Türkiye'nin ekonomi-politik yapısını en fazla seçimlere kadar taşıyabilir. Trilyon dolar büyüklüğe doğru ilerleyen bir ekonomiyi bugün mahkum olduğumuz anayasanın taşıması bir yana; yan yana durması bile düşünülemez.
Bugün yapılan yama yasama faaliyetinin çıkardığı gürültünün millet açısından bir tek anlamı var: Türkiye'nin normalleşmesine ve iç konsolidasyonu sağlamasını isteyenler ve istemeyenler. Tarhan Erdem'in yorumuyla 'değişime direnenler ve isteyenler'. Böylesi bir denklemde 'değişim' çok rahat bir şekilde referandumdan ezici bir zaferle çıkar diyor Erdem. Muhtemelen de öyle olacak.
Bu aşamada üzücü olan, tarafların bu kadar kaba ayrışması. Değişim isteyenler ve istemeyenler denkleminde, malesef, 'nasıl bir değişim?' sorusuna cevap aramak değişime katkı yapmıyor. Genellikle, değişime direnen argümanlara malzemeye dönüşüyor.
Oysa yapılan reformların mahiyetini sorgulamak bugünkü tartışmalardan çok daha önemli. Öyle ki, yasal anlamda yapılacak düzenlemelerin, adalet devleti algısını güçlendirecek adımların hayatta bir karşılığının olup olmayacağı, yani tatbik edilip edilmeyeceği hayati bir mesele.
Bugün yapılması gereken önemli bir tartışma da, hukuçularda ve hukuki uygulamalardaki nitelik sorunu meselesinin masaya yatırılmasıdır. Türkiye'nin ekonomisi, son 30 yılda nüfus yapısında yaşanan hareketlilik, dış politika, yeni toplumsal sınıflar, siyasi oluşumlar vs. konularında ya en ufak bir fikri olmayan ya da en ufak fikri olan yüksek yargı mensuplarıyla hangi hukuk reformunu nasıl tesis edeceğiz? Memleket sosyolojisini trajik bir şekilde ıskalayan, siyasetini ancak at gözlüğüyle okuyabilen, sadece kendi bindiği dalı keserek mücadele edebilen yargı müesses nizamı ile normalleşmiş bir Türkiye'ye nasıl kavuşacağız? Anayasa mahkemesinde bir tane bile anayasa felsefesi, siyaset felsefesi, sosyoloji üzerine ciddiye alınacak bir tek satırı olan ismin olmadığı ülkenin hukuk sisteminin nasıl nitelikli bir reforma tabi tutacağız?