Mısır tarihinde gerçekleştirilen en demokatik seçimlerle 2012 yılında iktidara gelen Mursi’nin, kendisine hiç iktidar olma fırsatı verilmeden ordu tarafından gerçekleştirilen darbeyle devrilmesi, bu darbeye karşı çıkanları hedef alan katliamlar ve uzun tutukluluk süresi sonunda Mursi ve İhvan üyeleri hakkında verilen idam kararları insan hakları konusunda son 60 yılda ulaşılan evrensel değerler açısından bakıldığında kabul edilebilir uygulamalar değildir. İnsan hakları konusunda hassas olduğunu iddia eden bütün kesimler tarafından kınanmalıdır. Bu ağır insan hakları ihlallerine karşı kınama ile yetinilmeyip, bunları gerçekleştirenlerin yargılanması ve yeni ihlaller yapmalarının engellenmesi için herkesin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi gerekir.
Ancak dünya ve Ortadoğu siyaseti göstermektedir ki, bahsettiğimiz evrensel insan hakları kuralları dünyanın her bölgesinde aynı şekilde uygulanmamaktadır. Özellikle Ortadoğu’nun bugünkü manzarasına bakıldığında siyasetin insan hakları ilkeleri doğrultusunda şekillendiğini ileri sürmek doğru olmayacaktır. Aksine Ortadoğu’da siyasete, insan hakları hukukunun da bir parçasını oluşturduğu uluslararası hukuk değil güç ve çıkarlar şekil vermektedir.
Sisi ile kaybedilenler
Mısır’da gücü elinde tutan General Sisi, küresel güçler ABD ve AB ile bölgesel güçler İsrail ve Suudi Arabistan’ın desteğini alarak Mursi yönetimine karşı darbeyi gerçekleştirmiş, sonrasında onların desteği ya da onayını alarak Müslüman Kardeşler’e karşı yoğun bir baskı politikası başlatmış ve nihayet bu hareketin liderlerine karşı idam kararlarını vermiştir. Bu kararlar darbeci Sisi yönetiminin Mısır’ı onyıllar sürecek bir karanlığa sürüklemekte olduğunun göstergesidir. Şekli bağımsızlığından beri küresel aktörlerin etkisinden kurtulamayan ve onların etkisindeki yerel diktatörlerin başarısız yönetimleri sonucu önemli bir bölgesel güç olma potansiyelini kullanamayan Mısır 2011 devrimi sonucunda elde etmeye yaklaştığı iç barışını kurma şansını darbeci Sisi yönetiminin politikalarıyla yeniden kaybetmiş durumdadır. Bu baskı politikalarının Müslüman Kardeşler’i aşırı şekilde radikalleştirmesi ve bunun sonucunda ülkeyi bütün Mısır halkının kaybedeceği bir iç savaşa sürüklemesi önemli bir risk olarak durmaktadır.
Bölge politikası açısından bakıldığında yapılması gereken ilk tespit ise, Sisi yönetiminin Müslüman Kardeşler’e yönelik bu ağır baskı politikasını destekleyen bölge ülkelerinin orta ve uzun vadede bundan büyük zarar görecekleridir. Müslüman Kardeşler’in siyasal ideolojisi ve İslam anlayışını kendileri için tehdit olarak gören bu ülkeler ona karşı izledikleri bu imha politikası sonucunda onun çok radikal yüzüyle tanışma riskiyle karşı karşıyadırlar. Ortadoğu bölgesinde zaten “İslamcı” olduğunu iddia eden aşırı radikal silahlı hareketlerin yaygın olduğu bir dönemde olduğumuz ve bu örgütlerin bütün bölgeyi nasıl kaosa sürükledikleri hatırlanırsa bu riskin ne kadar büyük olduğu anlaşılacaktır. Mısır’daki Müslüman Kardeşler’e iktidar olma ya da siyasete katılma şansı verilmiş olsaydıdevlet yönetimine dair tecrübe sahibi olma imkanı elde etmiş olacaklardı ve Mısır’ın bölge ve dünya ekonomisi ile bütünleşmesini sağlayacak adımlara öncülük edebileceklerdi.
ÇARESİZ RADİKALLEŞME
Bu imkândan mahrum bırakılan ve kendilerine yaşama hakkı tanınmayan bu hareketin Arap coğrafyasının neredeyse tamamında sempatizanları olduğu düşünüldüğünde, Mısır’da yaşanan tecrübenin onları da radikalleştireceği ve bunun doğuracağı gerilimi yönetemeyen o ülkelerin de bir şiddet sarmalına sürüklenmesi riski yüksektir. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin bu süreçte Hamas ve Müslüman Kardeşler’e karşı sert politikasının Arap sokaklarında yol açtığı öfke daha şimdiden kendisini hissettirmeye başlamıştır. Bu öfkeyi fark eden Riyad’ın yeni kral döneminde Müslüman Kardeşler’e yaşam şansı tanımayan politikasını yumuşatması ve bu yönde Sisi’ye de telkinde bulunması beklenmektedir. Çünkü Yemen, Suriye ve Irak’ta İran’a karşı zorlu bir mücadele içerisine giren Suudi Arabistan’ın Sünni dünyada çok yaygın bir hareket olan Müslüman Kardeşler ile mücadeleyi aynı sertlikte sürdürmesi yani aynı anda iki cephede birden savaşması rasyonel olmayacaktır. Ancak Ortadoğu başkentlerinde alınan kararların rasyonelliği konusunda geçmişe kısa bir bakış Riyad’ın çoğu zaman olduğu gibi, bu konuda da rasyonel olmayan politikalarında ısrar edebileceğini göstermektedir.
Bir başka bölge ülkesi olan İsrail açısından bakıldığında, Refah sınır kapısını kapatan ve Hamas’ı yasaklayan Sisi gibi bir diktatörün Mısır’da iktidarda bulunması yakın vadede İsrail’in çıkarları açısından faydalı gibi görünmektedir. Ancak Sisi’nin Müslüman Kardeşler ve Hamas’a yönelik politikalarının sertleşmesinin bu coğrafyada doğurdu öfke ve bu politikaların arkasında İsrail olduğuna dair algı İsrail’in güvenliği açısından riskleri artırmaktadır. Müdahaleci bir devlet olarak bilinen ve zaman zaman bölgedeki değişik ülkelere karşı yaptığı askeri saldırılarla bunu açıkça gösteren İsrail’in Mısır’da yaşanan gelişmelerde etkisinin olduğuna Arap halkları arasında yaygın şekilde inanılmaktadır. İsrail ile işbirliği yaptığı düşüncesihem Sisi yönetimine hem de İsrail’e karşı öfkeyi artırmaktadır ve artan bu öfke orta ve uzun vadede İsrail’in bölgedeki varlığına yönelik tehdidi de artırmaktadır. Biriken bu öfkenin muhtemel bir patlamasının ardından Mısır’ın kaosa sürüklenmesi, İsrail’in sınırında Lübnan ve Suriye’nin ardından yeni bir istikrarsız ülke anlamına gelecektir. İsrail’in komşusu olan bu ülkelerin içine düştükleri bu şiddet sarmalı, onların güçlü ülkeler olmasına fırsat vermeyerek İsrail açısından tehdit olmalarını engelliyor belki, ancak buralarda yaşanan şiddetin artmasının baskı, yoksulluk ve açlıktan başka bir şey tanımayan nesiller yetiştirdiğini ve bunun da çok radikal silahlı örgütleri beslediğini unutmamak gerekir. Bu şekilde etrafı ateş çemberine dönen İsrail’in de kendi varlığını güven içerisinde sürdürmesi mümkün olamayacaktır.
KÜRESEL AKTÖRLERİN ROLÜ
ABD ve AB gibi küresel aktörlerin Sisi’nin politikalarındaki rolüne gelince, bu ülkelerin insan hakları ve demokrasi kavramlarını sadece söylem düzeyinde öne çıkardıkları, buna karşılık dış politikalarını şekillendirirken bu ilkeleri görmezden geldikleri bilinen bir gerçektir. Mısır’da da bu politikayı devam ettirdiler ve darbeye destek verdikleri gibi, darbenin ardından gerçekleştirilen katliamları, Mısır halkının yeni otoritenin kim olduğunu anlaması için yapılması zorunlu eylemler olarak görüp seyrettiler. Sisi yönetimi ve onu finanse eden Körfez ülkeleri üzerinde önemli etkileri olmasına rağmen, bugüne kadar bu etkilerini Mısır’da darbe sonrasında demokratik bir yönetime dönülmesi yönünde kullanmadılar. Bu politikalarından anlaşılan Mısır’da, Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek dönemlerinde olduğu gibi, kolay yönlendirebilecekleri ve İsrail’in güvenliğine katkıda bulunacak bir elit diktatörlüğünü tercih ediyorlar. Bu Ortadoğu’da “kontrollü demokratikleştirme” politikasını artık tamamen çöpe attıklarını ve eski “otokratik elitler” sistemine geri döndüklerini göstermektedir. Mısır gibi bir ülkede demokratikleşme yolundaki adımlara müsaade etmeleri durumunda bunun kolayca kontrolden çıkabileceğini ve ülke üzerindeki manipülasyon imkanlarının ortadan kalkabileceğini gördükleri için daha kolay nüfuz edebilecekleri Sisi gibi bir diktatörle çalışmayı tercih ettiler.
Diktatörlerle işbirliği yapmaları bölgede Amerikan ve Batı karşıtlığının artmasına yol açmak suretiyle Washington, Londra, Paris ve Berlin için riskler oluşturuyor, ancak bu riskler Mursi gibi halkın oylarıyla seçilmiş bir liderin Mısır’ı ABD, AB ve İsrail’in çıkarlarından uzaklaştıracak bir yöne sürüklemesinden daha kabul edilebilir görülüyor. Bu yüzden diktatörün içeride kendisi için tehlike olarak gördüğü bütün rakiplerini ortadan kaldırmasına müsaade ediyorlar ve tıpkı İsrail’in Gazze veya Lübnan’da haftalar süren katliamlarına sessiz kalıp ona “işini bitirmesi için gerekli süreyi tanıdıkları” gibi, Sisi’ye de ihtiyaç duyduğu toleransı gösteriyorlar. Başka ülkelerin içişlerine karışmak için yoğun olarak kullandıkları insan hakları ve demokrasi eleştirilerini Sisi’nin Müslüman Kardeşler’i yok etme politikası karşısında, ancak görüntüyü kurtarmak için ve çok cılız bir şekilde seslendiriyorlar ki, Mısır’daki yeni diktatör bundan rahatsız olup içeride gerekli gördüğü temizliği yapmaktan vaz geçmesin.
Bu şekilde bölgesel ve küresel aktörlerin önemli bir kısmının uyguladıkları güç politikasıyla Mısır ve Ortadoğu’yu daha fazla çatışmaya ve kaosa sürüklemeye çalıştığı bir dönemde sağduyulu seslerin yükselmesi ve bu politikaların kendi faillerini de felakete götürecek ağır sonuçlarının olacağını hatırlatması gerekmektedir. Türkiye’nin Mısır konusunda yapmaya çalıştığı, ülkede önemli bir tabana sahip olan Müslüman Kardeşler’in siyasetin dışına itilmesinin yanlış olduğunu anlatmakve bu hareketin mensuplarını daha fazla radikalleştirecek baskıların sona erdirilmesini sağlamaktır. Bu politika çerçevesinde, Mursi ve diğer İhvan yöneticileri hakkında verilen idam kararlarına da tepki gösteren Ankara’nın bu kararların uygulanmasını engellemek için kararlı bir politika izlemesi gerekmektedir. Ancak bu konuda sadece hükümete değil, muhalefet partilerine, sivil toplum kuruluşlarına ve bütün diğer kesimlere önemli görevler düşmektedir.
[Star Açık Görüş, 23 Mayıs 2015]