SETA > Yorum |

"Açılımın Usulü İçeriğinden Daha Önemli"

Türkiye'de sadece Kürtler devletin yanlış politikalarının hışmına uğramadılar. Doğrudur, en uzun süreli ve maliyetli politikalara Kürtler maruz kaldı, ama bundan diğer kesimler de muaf değil. Kaldı ki, Kürtlerin maruz kaldığı politikalar, Kürtler dışındaki toplumsal kesimlerde de yadsınamaz kötü sonuçlar üretti. Belki de meseleyi şöyle okumak gerekir: Devlet diye sabit, değişmez bir olgu yoktur. Devlet, onu yöneten kadroların zihniyetine göre politikalar üretir. Toplum, aslında, başından beri bu ayrımın bilincinde oldu. Karar mekanizmalarının tepesindeki kişilerle ilişkili olan meselesini devlete mal etmedi. Faili meçhul cinayetleri, o gün karar mekanizmasını ellerinde bulunduran kişilerin bir sorumluluğu olarak algıladı ve onlara oy vermedi. Bugün iç ve dış dinamiklerin değişmesiyle, Türkiye'nin öncelikleri, tehdit algısı, gelecek tasavvuru değişiyor ve bunların bir yansıması olarak da Kürt sorununa bakışı değişiyor.

Röportajı: H. Hüseyin Kemal / Yeni Asya

Kürt meselesi konusunda gerçekleÅŸtirilen demokratik açılım çabaları bazı tartışmaları da beraberinde getirdi. Kürtlere demokratik haklarının tam anlamıyla verilmesinin Türkiye'yi böleceÄŸini savunanlar karşısında toplumsal gerilimin dindirilmesi ve bütünleÅŸme için bu hakların tanınması gerektiÄŸini savunanlar da var. Biz de bu konuyu daha önce Kürt meselesi üzerinde araÅŸtırma yapan SETA'nın Siyaset AraÅŸtırmaları Koordinatörü Hatem Ete'ye sorduk. Ete, ÅŸu an toplumsal bir gerilim yaÅŸandığını belirterek sorunun çözümü için hakların geniÅŸletilmesi gerektiÄŸini düÅŸünüyor.

Kürt sorunu toplumun içinden çıkan bir sorun mudur, yoksa devlet politikalarının halka armaÄŸan ettiÄŸi bir sorun mudur?

Sadece Kürt sorunu deÄŸil, cumhuriyet tarihinin farklı zaman dilimlerinde ortaya çıkan toplumsal sorunların çoÄŸu, devlet politikalarının bir sonucudur. Yöneticiler, başından beri, Alevî-Sünnî, saÄŸcı-solcu, laik-Ä°slâmcı, Kürt-Türk, vb. ayırımlar oluÅŸturarak kitleleri kendi amaçları için karşı karşıya getirmiÅŸlerdir. Kitleler, bu karşıtlıkları kimliklerinin esas unsuru yapıp uÄŸruna mücadeleye girmiÅŸlerdir. Böylece, devlet, dönemsel önceliklerini, menfaatlerini, o dönemde kendisine yakın ve faydalı bulduÄŸu kesimlerin bagajına yükleyerek, varlığını ustaca gizlemiÅŸtir. 1970 ve 80'li yıllardaki saÄŸ-sol ve Alevî-Sünnî çatışmalarını bu çerçevede okumak gerekir. 1990'lı yılların başından itibaren, bu geleneksel karşıtlıkları aÅŸan Türkiye, yeni karşıtlıklar üretti. Ä°slâmcı-laik ve Kürt-Türk gerilimini bu çerçevede sayabiliriz. 28 Åžubat döneminde, bazı kadrolar, laikliÄŸi Ä°slâmcılık paranoyasına karşı bir sınır çizgisi olarak toplumun belli bir kesimine benimsetti. 1980'lerin ortalarından bu güne kadar da, Kürt-Türk gerilimi iÅŸletiliyor. Çok ÅŸükür ki, diÄŸer üç karşıtlığı benimseyerek oyuna gelen farklı toplumsal kesimler, Kürt-Türk geriliminde saÄŸduyulu davranarak bir çatışmaya sürüklenmediler. Herkesin ÅŸunu anlaması gerekir: Dindarların veya Kürtlerin taleplerinin karşılanması laikliÄŸin veya vatanın elden gitmesine yol açmayacaktır.

Halkın bu kadar yoÄŸun propagandalar karşısında çatışmacı bir tutum izlememesi aslında her ÅŸeyin farkında olduÄŸunu gösterir mi?

Tabiî ki. Toplum, bin yıllık kardeÅŸlik hafızasını, çeyrek yüzyıllık yanlış politikalara kurban etmeme noktasında, takdire ÅŸayan bir saÄŸduyu örneÄŸi sergiliyor. Ancak, son dönemlerdeki sosyolojik bir geliÅŸmeye dikkat çekmekte yarar var. 1990'lı yıllarda, zorunlu göçle beraber, Kürt nüfusun belli bir coÄŸrafyayı aÅŸarak Türkiye'nin her tarafına dağılması, Kürt sorununu toplumsal bir soruna dönüÅŸtürme riskini doÄŸurdu. Altyapısı yeterince hazırlanmadan, zorla yerinden edilen nüfus, yeni yerleÅŸim yerlerinde sorunlar yaÅŸamaya baÅŸladı. Bu göç, eski yerleÅŸim sakinlerine de yeni sıkıntılar doÄŸurdu. Her iki toplumsal kesim arasındaki uyuÅŸmazlık, Kürtlerle ilgili, bugüne kadar ÅŸahit olmadığımız olumsuz yargıların oluÅŸmasına yol açtı. Kürtler de yerleÅŸmek zorunda kaldıkları bu yerlerde maruz kaldıkları muameleyle hızla etnik bir kimlik bilinci kazanmaya baÅŸladılar. Tarihte ilk defa, Kürtlerin belli toplumsal kesimlerde ikinci sınıf vatandaÅŸ olarak algılanmaları, Kürtlerin siyasal bilinç kazanmalarıyla birleÅŸince ve bu iki kesim aynı yerleÅŸim yerini paylaÅŸmak zorunda kalınca, toplumsal çatışma riski arttı. Bu günden sonra, Kürt meselesi üzerine söz söyleyen, politika geliÅŸtiren herkesin bu yeni ortamı göz önünde bulundurmasında yarar vardır. Esasında, Kürt meselesini acilen çözüme kavuÅŸturmak gerekliliÄŸinin nedenlerinden biri de bu toplumsal geliÅŸmedir.

Bu kadar faili meçhul cinayet karşısında Kürt halkı devlete hâlen güvenebilir mi?

Türkiye'de sadece Kürtler devletin yanlış politikalarının hışmına uÄŸramadılar. DoÄŸrudur, en uzun süreli ve maliyetli politikalara Kürtler maruz kaldı, ama bundan diÄŸer kesimler de muaf deÄŸil. Kaldı ki, Kürtlerin maruz kaldığı politikalar, Kürtler dışındaki toplumsal kesimlerde de yadsınamaz kötü sonuçlar üretti. Belki de meseleyi ÅŸöyle okumak gerekir: Devlet diye sabit, deÄŸiÅŸmez bir olgu yoktur. Devlet, onu yöneten kadroların zihniyetine göre politikalar üretir. Toplum, aslında, başından beri bu ayrımın bilincinde oldu. Karar mekanizmalarının tepesindeki kiÅŸilerle iliÅŸkili olan meselesini devlete mal etmedi. Faili meçhul cinayetleri, o gün karar mekanizmasını ellerinde bulunduran kiÅŸilerin bir sorumluluÄŸu olarak algıladı ve onlara oy vermedi. Bugün iç ve dış dinamiklerin deÄŸiÅŸmesiyle, Türkiye'nin öncelikleri, tehdit algısı, gelecek tasavvuru deÄŸiÅŸiyor ve bunların bir yansıması olarak da Kürt sorununa bakışı deÄŸiÅŸiyor. Dolayısıyla, meseleyi bugünün koÅŸulları içerisinde ele almak gerekir. Kürtlerin endiÅŸesi, devletin bu yeni inisiyatifinde ne kadar kararlı olduÄŸu noktasındadır. Devlet, kararlılığında Kürtleri iknâ edebilirse, hiçbir Kürdün devr-i sâbık peÅŸinde olacağına ihtimâl vermiyorum.

Ä°nsanlar çok istemeseler bile, biz yanlış bulsak bile, PKK'yı bir teminat olarak görüyorlar. Bu durum nasıl ortadan kaldırılabilir?

PKK bir teminat olarak görülüyorsa bu, esasında Kürtlerin devlete güvensizlik duymalarından kaynaklanıyor. Kürtlerin çözümle ilgili güvensizlik beslemesinin de temelde iki nedeni var. Birincisi, bu sorunun bugüne kadar çözülmemiÅŸ olması veya gerçekleÅŸen çözüm teÅŸebbüslerinin bir sonuca ulaÅŸmamasıdır. Ä°kinci neden de, kamu bürokrasisinin, sorunu ele alışındaki birçok deÄŸiÅŸime raÄŸmen halen sorunu teröre indirgemeye devam etmesidir. DoÄŸrudan Kürt sorununun çözümü için yürürlüÄŸe konması gereken açılımlar, PKK'yı silâhsızlandırmaya veya DTP'nin Kürtler üzerindeki nüfuzunu kırmaya yönelik olarak devreye sokuluyor. Kürtler, politikaların arkasındaki niyeti böyle okuyunca, hem sürece güvenini yitiriyor, hem de zayıflatılmak istenen aktörleri, açılımların devamı için bir emniyet sübabı olarak görmeye baÅŸlıyor. Bu fasit daireden çıkmanın yegâne yolu, devlete/siyasî iktidara yönelik güvensizlik algısının ortadan kaldırılmasıdır.

Siz PKK'nın önÅŸartsız silâhları bırakması gerektiÄŸini düÅŸünüyorsunuz. Bir terör örgütünden daÄŸa çıkışın ÅŸartlarını ortadan kaldırmadan bunu beklemek çok gerçekçi olur mu?

Mevcut ulusal ve uluslar arası dinamikler, PKK'nın varlık sebeplerini ve hayat alanını ortadan kaldırmış durumdadır. Bugün, Kürt sorununun varlığını inkâr eden bir siyasal çevre kalmamıştır. Bu sorunu çözme gerekliliÄŸi üzerinde de bir mutabakat mevcuttur. Ä°htilâf, sorunun nasıl adlandırılması gerektiÄŸi, sorunu oluÅŸturan dinamiklerin hangisinin öncelikli olduÄŸu ve çözümün hangi enstrümanlarla gerçekleÅŸtirileceÄŸi konusundadır. Bu nedenle, PKK da, son yıllarda silâhlı mücadeleye gerek kalmadığını, silâh bırakmanın koÅŸullarının oluÅŸturulması gerektiÄŸini söylemektedir. Zaten varlığına gerekçe kıldığı hedeflerin gerçekleÅŸmesi için faaliyette bulunan birçok silâhsız-sivil yapılanma da mevcuttur. DTP, bölgedeki birçok belediyeyi kazanmış, TBMM'de grup kuracak kadar seçmen desteÄŸi saÄŸlamış, tabanını kolaylıkla mobilize eden güçlü bir siyasal aktördür. Bu nedenle, PKK'sız bir ortamda, silâhların gölgelemediÄŸi bir atmosferde Kürt sorunu çok daha suhuletle çözülebilir.

"Devlet, vatandaşının maÄŸduriyetini gidermek üzere, bir muhataba ihtiyaç hissetmez" diyorsunuz ve PKK'nın muhatap arama peÅŸinde olmaması gerektiÄŸini düÅŸünüyorsunuz? Bu konuları biraz daha açar mısınız?

Kamuoyu, muhatap alma ile sürece katma arasındaki farkı görmediÄŸi için bu muhataplık tartışmaları gündemi meÅŸgul etmeye devam ediyor. Evet, devletin, daha önce maÄŸdur ettiÄŸi kesimlerin maÄŸduriyetlerini gidermesi için muhataba gerek yok. Muhatap, maÄŸdur olan kiÅŸidir ve zaten maÄŸduriyetlerin giderilmesiyle devlet zımnen vatandaşını muhatap almış olur. Öte yandan, bu maÄŸduriyetler yaÅŸanırken, toplumsal kesimler seslerini duyurmak için bir araya gelip belli organizasyonlar aracılığıyla hak talebinde bulunurlar. Siyasal partilerin demokratik sistemlerdeki iÅŸlevi budur. Seçmeninin talebini belli platformlarda dillendirir. Bu maÄŸduriyetler giderilirken, önceliklerin belirlenmesi, sorunların tanımının yapılması, çözüm formüllerinin geliÅŸtirilmesi ve yaraların daha kolay sarılması için sorunla ilgili olan aktörlerin sürece katılması beklenir. Kürt meselesindeki durum da budur. Çözümün muhatabı maÄŸdur olan bütün vatandaÅŸlardır. Ancak pratik kolaylıklar saÄŸlaması dolayısıyla öncelikle, vatandaÅŸlar adına siyaset yapan çeÅŸitli aktörlerin sürecin ÅŸekillenmesinde ve yürütülmesinde aktif hâle getirilmesi, baÅŸka bir deyiÅŸle, sürece katılması gerekir.

Uluslar arası konjonktür sorunun çözümü konusunda bize ne gibi veriler saÄŸlıyor?

Türkiye'nin son yıllarda etrafındaki geliÅŸmelere yönelik aktif ve yapıcı tutumu, hem bölgesel, hem de küresel konumunu güçlendirmektedir. Türkiye'nin Irak, Lübnan, Suriye, Filistin, Gürcistan, Afganistan, vb. bölge ülkelerindeki sorunlara müdahil olma tarzı, Türkiye'yi bölge istikrarının vazgeçilmez bir aktörü haline getirmiÅŸtir. Son günlerde, imzalanan Nabucco projesi bile Türkiye'nin dünya için önemini ve bu rolünü oynayabilmesi için toplumsal barışın önündeki engelleri ve güvenlik sorunlarını gidermesi gerektiÄŸini ortaya koymaktadır. Türkiye'nin bu rolünü oynayabilmesi için Kürt meselesini de çözmesi gerekir. Ayrıca, 2011 yılında ABD'nin Irak'tan çekilmesi söz konusudur. PKK'nın Kandil'deki varlığı, hem Irak'ın güvenliÄŸini, hem de Kuzey Irak yönetimi ve Irak devletinin Türkiye ile iliÅŸkilerini zedeleyen bir iÅŸlev görmektedir. PKK, Türkiye'nin Irak veya Kuzey Irak'la iliÅŸkilerinde bir güvenlik sorunu olarak varlığını muhafaza ettikçe, iliÅŸkilerin iyileÅŸmesi mümkün deÄŸildir. Sonuç olarak, Türkiye'nin bölge istikrarında ve enerji sevkiyatında yüklendiÄŸi iÅŸlev, güvenli ve iç barışını tesis etmiÅŸ bir ülke olmasını zorunlu kılmaktadır. Uluslar arası dinamiklerin Kürt sorununun çözümüne katkıda bulunmalarının altında da Türkiye'nin bu konumu yatmaktadır.

Türkiye, kendi Kürt sorununu çözmezse kendini bölgesel bir sorunun içinde bulabilir mi?

Kesinlikle. Bakın biz bunu 2008'de SETA olarak yayınladığımız Kürt sorunu Analizi’nde de yazdık. ABD'nin Irak'ı iÅŸgaliyle Irak'ta oluÅŸan güvenlik boÅŸluÄŸu ve Kuzey Irak'ta bir bölgesel hükümet kurulması, Kürt sorununun uluslar arası baÄŸlarını güçlendirdi. Kürt sorunu artık uluslar arası bir mesele hâlini almıştır. Türkiye'deki Kürtlere yönelik her geliÅŸme, Kuzey Irak'la iliÅŸkilerimizi; Kuzey Irak'la iliÅŸkilerimizdeki her mesele de Türkiye Kürtlerinin burayla iliÅŸkilerini etkileyecektir.

Sizce Türkiye, bölge Kürtleri için bir cazibe merkezi olabilir mi?

Türkiye, sadece bölgedeki Kürtler için deÄŸil bütün bölge ülkeleri için bir cazibe merkezi olabilir. Büyüyen, güçlenen, bölge istikrarının teminatı olan, enerji güzergâhının merkezinde yer alan bir Türkiye'nin bölge Kürtleri açısından da bir cazibe merkezi olmaması mümkün mü? Nitekim Kuzey Iraklı liderler de sık sık entegrasyona yönelik niyetlerini açığa vuran açıklamalar yapıyorlar. Zaten, Kuzey Irak Kürtlerinin etrafındaki devletler ve halklarla iliÅŸkileri göz önünde bulundurulduÄŸunda onlar için de Türkiye'nin tek emniyetli çıkış kapısı olduÄŸu açıktır. Barzani ve Talabani'nin PKK'nın silâhsızlanmasında aktif rol alma niyetlerinin altında da bu durum yatmaktadır.

Åžu an Türkiye'nin sorunun çözümü için güç birlikteliÄŸi oluÅŸturabildiÄŸini düÅŸünüyor musunuz?

Güç birlikteliÄŸi, üç unsurun mutabakatıyla oluÅŸabilir: Kurumsal, siyasal ve toplumsal mutabakat. Bu üç mutabakatın oluÅŸması için de, aktörlerin sorunun devam etmesi hâlinde Türkiye'nin karşılaÅŸabileceÄŸi maliyetleri ve sorunun çözülmesi durumunda Türkiye'nin yakalayacağı fırsatları doÄŸru analiz etmeleri yeter. Mevcut durumda, kurumlar ve siyasîler korkularını ve gündelik hesaplarını öne çıkarıp negatif anlamda sürece müdahil olmazlarsa, potansiyel bir toplumsal mutabakatın varlığı öngörülebilir. Toplum nezdindeki bu potansiyel mutabakat, liderlerin, aktörlerin anlaÅŸamaması dolayısıyla gerçekleÅŸemiyor. Kısa vadeli kiÅŸisel veya kurumsal hesaplar varoluÅŸsal kavramların altına gizlenerek, toplum karşı karşıya getiriliyor. Böylece, bir tarafın hak talebi, diÄŸer tarafın endiÅŸesi hâline sokuluyor. Hâlbuki Kürtlerin maÄŸduriyetlerinin giderilmesi talebi, koÅŸulların eÅŸitlenmesi talebi olarak algılanırsa, bu hak talebinden endiÅŸe duyan çevrelerin endiÅŸelerinin de yersiz olduÄŸu anlaşılabilir. Kaldı ki, bu endiÅŸeler, ancak, mutabakatla giderilebilir. EndiÅŸeleri giderecek ve toplumsal mutabakatı saÄŸlayacak yegâne yol, siyasal veya kurumsal mutabakatın oluÅŸmasıdır.

EÄŸer bu fırsat da kaçarsa yeni gelecek ÅŸehit cenazelerinden kimler sorumlu olacak?

Elbette, çözüm için gerekli inisiyatifi, iyi niyeti ortaya koymayanlar sorumlu olacak. Ancak, bugünden sorumlu arayarak, kimi aktör ve çevreleri hedef tahtasına oturtmaya kimsenin hakkı yok. Bu arada, bütün siyasî aktörlerin ve toplumsal kesimlerin, bu sorunun çözülmemesinin Türkiye'ye maliyeti üzerinde düÅŸünmesi gerekir. BaÅŸta kültürel haklarla sınırlıyken çözülmeyen sorunun zamanla siyasallaÅŸtığı, hâlen çözümsüzlüÄŸe bırakıldıkça da toplumsallaÅŸabileceÄŸi ihtimalini göz önünde bulundurmak gerekir. Kültürel veya siyasal bir sorunu çözmenin maliyeti ile toplumsal uyuÅŸmazlığa varmış bir sorunu çözmenin maliyeti ve imkânı üzerinde düÅŸünmek gerekir. Yıllardır, soruna hasredilen imkânların, kaynakların, mesaînin, enerjinin ülkenin temel gündelik sorunlarının çözümüne ne tür katkılar yapabileceÄŸini ve bu sorunu çözmüÅŸ bir Türkiye'nin önündeki imkânları görmek gerekir.

Ergenekon'la Kürt sorunu arasında bir baÄŸlantı olduÄŸunu düÅŸünüyor musunuz?

Ergenekon'u, devlet içine öbeklenmiÅŸ kimi çevrelerin, belli amaçlara ulaÅŸmak veya devleti varsaydıkları tehlikelerden korumak için demokratik-hukuksal yapıyı yetersiz bulup hukuk dışına çıkması olarak tanımlarsak, tabiî ki Ergenekon'la Kürt sorunu arasında bir baÄŸ kurulabilir. Bu anlamda, Susurluk'u da Ergenekon'un 1990'lı yıllar yapılanması olarak ele almak gerekir. Ergenekon dâvâsı baÄŸlamında yargılanan birçok kiÅŸinin sayısı binli rakamlarla ifade edilen faili meçhul cinayetlerin iÅŸlendiÄŸi dönemlerde, GüneydoÄŸu'da görev yaptıkları ve bu cinayetlerden sorumlu olmakla itham edildikleri göz önünde bulundurulduÄŸunda bu baÄŸ daha da açıktır.

BaÅŸbakan'ın DTP ile görüÅŸmesini nasıl buluyorsunuz?

DTP, Kürtler üzerinde ciddî bir etkiye sahiptir. Bu kazandığı belediyelerden ve aldığı oylardan da anlaşılabilir. Öte yandan, DTP, açılımın Kürtler tarafından nasıl karşılanacağı noktasında da etkili bir aktördür. Süreci desteklemesi ile mahkûm etmesi, açılımın beklenen rahatlamayı saÄŸlayıp saÄŸlamayacağı konusunda belirleyici etkiler oluÅŸturabilir. Bu nedenle, DTP'nin sürece katılması yararlı olmuÅŸtur.

MHP'nin son evrede takındığı tavır Türkiye'nin bölünmesine mi yoksa bütünleÅŸmesine mi hizmet eder?

Meseleyi, böyle keskin bir karşıtlık ekseninde ele almamak gerekir. MHP, bu sorunun çözümünde en az DTP kadar anahtar önemdedir. Hem MHP hem de tabanı, kendisini bu meselenin doÄŸrudan tarafı olarak görmektedir. Bu nedenle MHP'nin endiÅŸelerini ciddiye almak ve bu endiÅŸeleri giderecek teminatlar üzerinde çalışarak MHP'yi sürece katmak gerekir. Aksi takdirde, MHP'nin çözüm sürecine razı edilmediÄŸi bir senaryoda, Kürt sorununun çözümü bir Türk sorununa dönüÅŸme riski barındırmaktadır. Bu nedenle iktidar partisinin MHP'nin sert ve dışlayıcı söylemlerini görmezden gelmeden, MHP'yi sürece katmanın veya muhalefetini yumuÅŸatmanın yollarını araması gerekir. En büyük sorumluluk ise tabi ki, MHP'ye düÅŸmektedir. MHP, açılımın içeriÄŸi ile ilgili basına yansıyan kimi baÅŸlıklardan rahatsız olmakta ve sınır çizmektedir. Ancak, MHP'nin tabanını tatmin etmekle tahrik etmek arasındaki ciddî farkın bilincinde olması gerekir. Henüz iktidar bir paket açmamış, üstelik de paketin içeriÄŸiyle ilgili kendisinden de katkı beklerken, MHP sözcülerinin "ihanet", "bölücülük" gibi ithamlarla sürece katkıda bulunmayı reddetmesi, dahası süreci mahkûm etmesi hakkaniyetle baÄŸdaÅŸmıyor.

CHP'nin tutumunu nasıl buluyorsunuz?

CHP, Türkiye'de gelmiÅŸ geçmiÅŸ bütün siyasal partiler arasında en fazla Kürt raporu hazırlayan partidir. Üstelik bu raporlarda, çok ciddî analizler yapılmış ve çözüm önerileri geliÅŸtirilmiÅŸtir. Öyle ki, Deniz Baykal'ın genel sekreterliÄŸinde hazırlanan rapor DGM'lik olmuÅŸtur. Dolayısıyla, CHP'nin Kürt sorununun önemi konusunda bir hatırlatmaya ihtiyacı yoktur. Bugün, açılıma destek vermeyecekse, bunu sadece AKP ile iliÅŸkilerine ve siyasî geleceÄŸine yönelik kaygılarına yormak gerekir. Böyle, ulusal bir meselede de hiçbir partinin iç siyasal hesaplar peÅŸinde olması doÄŸru deÄŸildir. Öte yandan, CHP'nin devlet ve bürokrasi nezdindeki etkisi ve temsil ettiÄŸi kitleler dolayısıyla da sürecin dışında bırakılması, bu açılımı zaafa uÄŸratacaktır. CHP'nin içeri alınması için gerekli her adımın atılması öncelikle iktidar partisinin sorumluluÄŸundadır.

Hükümetin bu güne kadar bir yol haritası açıklamamasını nasıl buluyorsunuz?

DoÄŸru bir yöntem olduÄŸunu düÅŸünüyorum. Åžu anda, açılımın usûlü içeriÄŸinden daha önemlidir. Ä°çeriÄŸe dair üç aÅŸağı beÅŸ yukarı herkesin bir fikri var. Önemli olan bu içeriÄŸin psikolojik gerilime yol açmayacak bir usûlle gerçekleÅŸtirilmesi. Açılımın devlet projesi olmasının yolu da buradan geçiyor. Henüz toplumsal, siyasal ve kurumsal mutabakat oluÅŸmadan açıklanan paket, AKP'nin paketi olacaktır. Bu da sorunun çözülmesi için gereken uzlaÅŸmayı zedeleyen bir iÅŸlev görür. Bu nedenle, hem kamuoyunun açılımlara hazırlanması ve mevcut endiÅŸelerin giderilmesi için, hem de sorunun çözümü için gerekli olan mutabakatın saÄŸlanabilmesi için bu görüÅŸmelerin sürdürülmesinde yarar var. Ä°çeriÄŸin ne olacağını bu görüÅŸmeler belirlemelidir.

Önümüzdeki sürecin riskleri neler olabilir?

Önümüzde iki ciddî risk var. Bunlardan biri, Kürt sorununun bu sefer de çözülmemesi, diÄŸeri ise Kürt sorunu çözüme kavuÅŸturulurken Türk sorununun ortaya çıkması. EÄŸer, iç ve dış koÅŸulların her zamankinden daha müsait olduÄŸu bu ortamda açılım akamete uÄŸrarsa, Kürt sorununun demokratik yollarla çözülmesi umudu yitirilir ve güvenin zedelenmesiyle birlik-bütünlüÄŸümüz ciddî yaralar alabilir. Aynı ÅŸekilde, çözüm sürecinin Türk sorununu çıkarmaması ve yeni gerilimlere yol açmamak için de dikkatli olmak gerekir. Bu da temelde, toplumun belli kesimlerde mevcut olan endiÅŸelerin giderilmesine ve teminatların verilmesine baÄŸlıdır.

Hatem Ete ile röportaj Yeni Asya - 17 AÄŸustos 2009 Röportajı yapan: H. Hüseyin Kemal