Perşembe günü iki gün süreyle toplanan AB Liderler Zirvesi'nin sonuç bildirgesi yayınlandı. AB, zirvenin ana konularından biri her zamanki gibi Türkiye ile ilişkilerdi.
Avrupa Türkiye ile bazı alanlarda olumlu adımlar atarken bazı konularda da aba altında sopa gösterdi.
AB-Türkiye arası diyalog için üst seviyede görüşmelerin başlaması, Gümrük Birliği'nin yenilenmesi konularında yeşil ışık yakılırken vize serbestisi ile ilgili olarak "bir bakalım" denildi.
Ancak AB'nin bu zirvede de Türkiye ile ilgili olarak son 15 yıldır uyguladığı taktiğe devam ettiği görüldü. Birlik üyelerinin kendi içindeki ayrılıklardan istifade de etme çabası içinde oldukları anlaşıldı. AB bir tür birbirini suçlama taktiği ile Yunanistan ve GKRY üzerinden Türkiye'ye karşı alan ve zaman kazanmaya çalışıyor. AB Türkiye'ye karşı zaman kazanmak için geliştirdiği iyi polis kötü polis taktiğiyle kendi içinde yürüttüğü ikili stratejiye son vermelidir. Zira AB içi ayrılıkların faturasını Türkiye ödemek zorunda değildir.
Avrupa İnsan Hakları Söylemini Kullanıyor
60 yılı bulan AB-Türkiye ilişkileri incelendiğinde Avrupa'nın Türkiye siyaseti iflas etmiştir diyebiliriz. AB'nin pek çok alanda olduğu gibi Türkiye konusunda yeni bir vizyona ve perspektife ihtiyacı var. AB-Türkiye arasındaki gerilimlerin kamuoyuna yansıtıldığı gibi Türkiye'nin insan hakları, demokrasi ve özgürlük gibi sözde Avrupa değerleri olduğu iddia edilen değerlerinden uzaklaşması nedeniyle değil reel siyasetteki çıkar çatışmaları sebebiyledir. Değerler ve insan hakları söylemleri ise Türkiye'nin hareket alanına daraltmak ve meselenin reel politik çıkarlarla ilgili olduğunu gizlemek için kullanılmaktadır. Kendisi reel siyasi çıkarlarını baz alarak hareket eden Avrupa'nın sözde Avrupalı değerler söylemi ile Türk dış siyasetini baskılama çabası açık bir çelişkidir.
İkili ilişkilerde yaşanan gerginliğin faturası insan hakları ve otoriter yönetim söylemleriyle Türkiye'ye kesilmek isteniyor. AB bu siyaseti de içerden destekçiler de bulmakta zorlanmıyor. Türkiye içindeki Avrupa merkeziyetçi muhalif gruplar Avrupa üzerinden kendilerine alan açmaya çalışırken aynı şekilde AB de bu muhalif gruplar üzerinden rahatça idare edebileceği bir Türkiye resmi için onları destekliyor.
Oysa AB'nin insan hakları söylemiyle Türkiye'yi sıkıştırdığında Yunan ve Avrupa sahil güvenlik yardımıyla batırılan mülteci botları ve denizin ortasında ölüme terk edilen binlerce mülteci; hukuk devleti dediğinde ise sırf mülteci kabul etmemek için tüm uluslararası hukuk ayaklar altına alınarak askıya alınan iltica hakkı akıllara geliyor. Ve bu söylemleri artık kimse ciddiye almıyor.
Ancak Avrupa da yavaş yavaş Türkiye'nin bölgesel bir güç olduğunu kabul etmek zorunda olduğunu görüyor. Zira Suriye konusunda 27 AB ülkesinin tüm ekonomik güçlerine rağmen yönetme iradesi gösteremediği mülteci krizinde Türkiye gerek siyasi irade, gerek kurumları gerekse toplumuyla büyük bir başarı hikayesi yazıyor .Benzer biçimde AB'nin Libya'daki müdahaleci dış siyaseti çökerken Türkiye başından beri doğru yerde durarak Libya'da istikrarın sağlanmasında büyük rol oynadı
Milli Çıkarlar: Hükümet Değil Devlet Politikası
AB-Türkiye ilişkilerindeki yanlışlardan biri de Türkiye-AB ilişkilerinde yaşanan gerginliği mevcut iktidar ve özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan'a bağlayarak olası bir iktidar değişikliğinde bu gerginliğin yok olacağı algısını yaratma çabasıdır. Oysa AB Türkiye'ye karşı oyalama taktiğini 60 yıldır sürdürmektedir. Avrupa'nın başarısız Türkiye siyaseti son 20 yılla açıklanamaz. Diğer yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın siyasi iradesi ile Türkiye'nin milli çıkarlarının öncelendiği bir dış siyaset çizgisi hükümet değil bir devlet politikası haline gelmiştir. Milli çıkarların daha güçlü bir biçimde savunulması için milli savunma kat edilen büyük gelişmeler gibi stratejik adımlar geri döndürülebilir değildir. Ancak AB'nin Türkiye konusundaki bir ileri iki geri siyasetini 2023'e kadar sürdüreceğe benziyor.
Bunun yanı sıra Gümrük Birliği'nin yenilenmesi ve göç konularında atılan olumlu adımların AB Türkiye'nin bir yıldır yoğun diplomatik ve siyasi çabalarıyla elde edilmiş kazanımlar olduğu unutulmamalıdır. Bu yönüyle AB Türkiye'ye yeni bir perspektif sunmuş olmadı. Türkiye'nin bir yıldır talep ettiği adımları atmayı kabul etmiş oldu. Ve hatta bunları bazı şartlara bağladı. Yaptırımlar kartını elinde tutarak yine bir baskılama ve erteleme; biraz havuç biraz sopa siyaseti izledi.
Türkiye-AB ilişkileri bazı üye ülkelerin provokasyonlarına rağmen çoğunlukla Türkiye'nin üstün gayretleriyle ilerleme kaydediyor. Elbette Türkiye de kendi çıkarlarını haklı olarak öncelerken dünya gerçeğine uygun ve alınan haklı kararların süreçlerini ve dünya ile iletişimini profesyonel ve gerçekçi düzeyde yürütmek noktasında gayretlerine artırarak devam etmelidir.
Türkiye-AB İlişkileri Göç ve Ekonomiye İndirgenemez
AB bu erteleme ve baskılamaya dayalı Türkiye siyasetinden vazgeçmedikçe uzun vadede istikrarlı işbirliklerini kurulması güçleşecektir. AB-Türkiye ilişkilerindeki temel sorun ne ekonomik ne de sözde Avrupa değerlerinin uygulanmamasıyla ilgilidir.
İlişkilerdeki temel sorun siyasidir ve AB'nin Türkiye'yi bağımsız bir aktör olarak görmeyerek asimetrik ilişki biçiminde ısrarından ileri gelmektedir. Bu siyasi sorun çözülmedikçe ekonomik ve göç gibi alanındaki işbirliği alanları da bu stratejik yanlışın gölgesinde kalacaktır.
AB ve Türkiye birbiri ile kökü bir mazisi olan ve birbirinden kopmaz ilişkilere sahiptir. Bu ilişkilerin yeni bir geleceğe ihtiyacı var. AB Türkiye ile "olumlu" gündemi sadece işbirliğinin her iki taraf için de kaçınılmaz olduğu göç ve ekonomi alanlarına indirgeyerek Türkiye'nin siyasi beklentilerini düşürme gayretindedir. Oysa AB-Türkiye ilişkileri çok daha stratejik önemi haizdir ve sadece Türkiye'nin Avrupa'nın yükünü aldığı göç gibi konularla sınırlandırılamaz.
AB-Türkiye ilişkileri üyelik çerçevesini çoktan aşmış ve reel siyaset bağlamında karşılıklı çatışma ve işbirliği alanlarında ilerleyen bir ilişki biçimine dönmüştür. Bu yeni ilişki biçimi, eşit göz hizasında reel siyasetin baz alındığı rasyonel bir çerçeveye ve Türkiye'nin bağımsız iradesini tanındığı sağlam siyasi bir temele oturtulmalıdır.
[Sabah, 27 Mart 2021].