Amerika Venezuela'ya rahat vermiyor. Chavez'e de yapmadıklarını bırakmadılar. Yerine gelen Maduro'yu da baştan beri düşürmek için uğraşıyorlar. Dünyanın önemli petrol ve altın rezervlerinin üzerinde oturan bir ülke son yıllarda büyük ekonomik sıkıntılarla yüzleşmek zorunda kaldı. Şimdi de açıktan bir darbe girişimiyle boğuşmak zorunda. Trump açıkça dışarıdan bir devlet başkanı ataması yapmaya kalktı. Avrupalı devletler de hemen kuyruğuna takıldı. Maalesef Batı kamuoyu bir ülkede daha darbeleri savunacak hale geldi. Konu ele alınırken birçok kimse Venezuela'nın yaşadığı ekonomik sıkıntıları genelde Maduro'nun kötü yönetimine bağlama eğilimi sergiliyor. Anlaşılır bir durum değil. Bu kadar rezervin üzerinde oturan bir devlet ne kadar kötü yönetilse dahi ekonomik açıdan bu hale gelir mi? Venezuela kötü yönetiliyor da Suud mu iyi yönetiliyor? Tabii ki hayır. Eğer Venezüella da Suudi Arabistan gibi Amerikan kontrolünde kalmayı kabullenseydi orada da pek bir sorun olmazdı. Petrolü satar, altını üretir, zenginliği de paylaşırdı. Ancak Chavez'in başlattığı bir otonomi mücadelesi Maduro tarafından sürdürülmek isteniyor. Bu da Amerika'nın hiç hoşuna gitmiyor. Amerika bu ülkeleri her zaman kendi arka bahçesi olarak görme eğilimindedir. 19. yüzyılda ortaya konan Monroe doktrini bunun en açık beyanıdır. Dönemin Amerikan Başkanı Monroe özellikle İngiltere ve Fransa gibi sömürgeci güçleri Amerikan kıtasının tamamından uzak tutacaklarını ilan etti. Denir ki, tüm büyük güçler kendi bölgelerinde sınırsız bir hegemonya kurmak istermiş. Yine denir ki, bunu dünya tarihinde sağlayan tek ülke ABD'dir. Tüm kıtaya hâkim olmuş ve başka güçlerin bu kıtaya müdahil olmasını engelleyebilmiştir. Bu da ABD'nin jeopolitik özelliğine bağlanır. İki tarafı okyanuslarla güvence altına alınmış olan ABD Kuzey ve Güney'indeki küçük devletleri de kendine bağımlı kılarak tüm kıtayı kontrol altına alır. Tarihte bunun en önemli istisnası Castro'nun Küba'sıydı. Amerika on yıllarca orada da çeşitli darbe denemeleri yapmış ve iç savaş kurgulamıştır. Küba Sovyet desteği ve 1962'deki Küba Füze Krizi sayesinde ayakta kalmayı becermiş olsa da tüm kıtadan yalıtıldığı için çok büyük bir tehdit değildi. Fakat Amerikan kamuoyu buna bile tahammül edemedi. Benzerleri ortaya çıkmasın diye Güney Amerika ülkelerinin ensesinde boza pişirdi. Bu öyle gizli saklı bir hikâye değil. Komplo teorisi hiç değil. Kissinger Dış İşleri Bakanı'yken kendisine Şili'de bir darbe olma ihtimali sorulmuş. Kissinger da "henüz benim ajandamda öyle bir program yok" diyerek dalga geçmiştir. Şimdi aynısı Venezuela'da tekrar ediyor. Mesele sadece altın ve petrol değil. Asıl önemli kısmı stratejik güvenlik öncelikleri. Venezuela'da bir damla petrol, bir gram altın olmasa da Amerika Venezuela'yı rahat bırakmazdı. Venezuela sahip olduğu bu ekonomik kaynaklar sayesinde dik durmayı becerebildi. Ancak şimdi öylesine bir baskı altında ki, kendi başına buna dayanması çok zor. Amerika kontrolünden çıkma şansı olmayan komşuları da Venezuela'yı tek başına bırakıyor. Tek ihtimal bu bölgeye dışarıdan gelebilecek destektir. Eğer Rusya ve Çin gibi ülkelerin azıcık bir stratejik aklı varsa, Venezuela'ya destek çıkarlar. Ama bunu ne kadar becerebilecekleri ciddi kuşkular barındırıyor. ABD'yi kendi arka bahçesinde meşgul edemezseniz o da sizin arka bahçenizle meşgul olur. O zaman beklediğiniz çok-kutupluluk da hayal olarak kalır.
[Sabah, 26 Ocak 2019].