Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte zaferini ilan eden ABD’nin, geçen 20 yıl içerisinde dünya politikasını hiç de istediği gibi şekillendiremediği görülüyor.
Venezuela, Çin ve İran karşısındaki pervasızlığı büyük ölçüde bu konudaki huzursuzluğunun bir sonucu aslında. Hatta Trump’ın Avrupa ülkelerini hedef alan eleştirel söylemleri de bu rahatsızlığın bir göstergesi olarak okunabilir.
Amerikalıların Soğuk Savaş’ın sona erdiği 1990’ların başında ne hedeflediklerini ve planladıklarını hatırlayalım.
Kapitalist dünyanın zaferiyle tarihin sonunun geldiğini bile ileri sürecek bir heyecanla, iki kutuplu dünyadan sonra kalan tek süper güç olarak dünyayı istedikleri gibi şekillendireceklerini düşünmüşlerdi. Amerikan hegemonyasının mutlak bir hâl alması yönünde planlar yaparken, bu hegemonyaya karşı en büyük meydan okumanın geleceğini öngördükleri Asya’nın yükselişine karşı gerekli adımları atacakları izlenimi uyandırmışlardı.
Dünya siyasal sistemini artık “tek kutuplu” olarak tanımlayan Amerikan akademisyenlerine göre, ABD’nin siyasi, askerî ve ekonomik üstünlüğüne meydan okuyabilecek potansiyele sahip güçler Avrupa ve Uzak Doğu’daydı. Avrupa ülkeleri ABD’nin müttefiki olduğuna göre, Washington’un Uzak Doğu’ya odaklanması ve buradan gelecek meydan okumalara hazırlıklı olması gerekiyordu.
Aradan geçen yaklaşık 20 yıllık zaman içerisinde ABD’nin bu hedeflerinde başarılı olamadığı, Çin ve Rusya’nın ABD’yi dengeleyecek güçler olarak yükseldiği, Amerika’nın Avrupa ve Uzak Doğu’daki müttefiklerinin ise giderek Washington’a olan güvenlerini kaybettikleri görülüyor.
Çin’in Afrika ve Latin Amerika’daki ekonomik yayılmacılığı, Rusya’nın Gürcistan, Ukrayna ve Suriye’de kaybettiği mevzileri geri almasının ardından yeniden Sovyetlerin eski nüfuz alanlarına yönelmesi ve başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerinin, Trump’ın ifadesiyle “saldırgan ticaret politikalarıyla Amerikan ekonomisine zarar vermeleri” ABD’de geniş kesimleri rahatsız eden gelişmelerdi.
Ülkelerinin 21. Yüzyılda da dünyanın tek süper gücü olarak kalacağına inandırılan Amerikan halkı, Bush döneminde yaşanan Irak fiyaskosu ve Obama’nın Rusya ve Çin konusundaki çekimser politikası sonrasında, daha sert adımlar atmasını bekledikleri Trump’ı başkanlık koltuğuna oturttu. Obama’nın Rusya ve Çin karşısındaki tavrını fazla pasif bulan güvenlik bürokrasisi de buna destek verdi.
Trump’ın Venezuela konusundaki agresif politikasını bu beklentiler çerçevesinde okumak gerekiyor. Çin ve Rusya’nın Chavez ve Maduro dönemlerinde ABD ile yaşadıkları gerginliği bir fırsata dönüştürerek Venezuela’daki ekonomik ve askerî varlıklarını artırması, bu bölgeyi kendi arka bahçesi olarak gören Washington için kabul edilebilir değildi. Venezuela uzun zamandır baskı altında tutulup Washington’la uyumlu olmamasının bedelinin ağır olduğu gösterilse de, bu baskı ülkenin giderek Çin ve Rusya tarafına kaymasına yol açıyordu.
Bu nedenle artık sabırsız davranan ABD, Venezuela’da Amerikan karşıtı Maduro’nun devrilip yerine Amerikan yanlısı bir iktidarın getirilmesi için düğmeye bastı.
Her zaman olduğu gibi, aslında Çin ve Rusya ile yaşanan küresel rekabetin bir ayağı olan bu mücadelede atılan adımlar demokrasi ve insan hakları söylemleriyle maskelenmeliydi.
Öyle de oldu.
“Demokrasi, insan hakları ve özgürlüklerin yılmaz savunucusu ABD”, Venezuela’yı da bu değerlerden mahrum etmemek için harekete geçti!
Ülkenin bir gününü daha demokrasisiz, özgürlüksüz geçirmesine müsaade edemezlerdi!
Bu sürecin sonunda Venezuela’nın da Mısır, Suudi Arabistan ve Brezilya gibi sıkı Amerikan müttefiklerinde olduğuna benzer şekilde demokratik ve özgür bir ülke olması bekleniyor!
Washington için, Venezuela’nın dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip ülkesi olmasının önemi yok! Önemli olan Venezuela halkının huzuru, refahı, özgürlüğü ve mutluluğu!
Ancak Venezuela halkının özgürlüğü ve huzurunu düşünen sadece ABD değil!
Bakalım Washington gibi, sadece Venezuela halkının huzuru ve mutluluğunu istedikleri için bu ülkede yüklü miktarda yatırım yapan Çin ve Rusya ile ABD arasındaki mücadele nasıl sonuçlanacak!
[Türkiye, 2 Şubat 2019].