Türkiye 15 Temmuz gecesi tarihinin en önemli kırılma anlarından birisini yaşadı. TSK içerisindeki FETÖ mensubu subayların başlattığı darbe girişimi öncelikle milletin kararlı tutumu ve cesareti sayesinde bastırıldı. Milletin bu tutumu yanında Cumhurbaşkanı’nın güçlü liderliği, hükümetin kararlı tavrı ve siyasi partilerin desteği, TSK’nın önemli bir kısmının bu hareketi desteklememesi hatta karşı çıkması, polisin ağır kayıplara rağmen meşru hükümetin yanında durması ve medyanın demokrasiden yana tavır alması gibi birçok sebep bu girişimi başarısızlığa mahkum etti. Bu girişimin niteliği, neden başarısız olduğu ya da sonuçları önümüzdeki dönemde uzun ve ayrıntılı bir şekilde tartışılacaktır. Ama şimdiden şunu söyleyebiliriz ki artık bu yapının silahlı terör örgütü olduğu, sivil halka ve Meclise uçaklar ve tanklar ile saldırmaktan kaçınmayacak kadar pervasızlaşabildiği; komutanları, emir subayları ve özel kalem müdürleri ile esir edecek kadar sinsi ve tehlikeli yöntemlerle çalıştıkları inkar edilemez bir gerçektir. Bu sebeple yargısal süreçlerin bu gerçekler doğrultusunda işleyeceğini ve bu yapının mensupları ya da destekçilerinin devletin tüm katmanlarından temizlenmesinin zorunluluğunu herkes anlamıştır.
FETÖ’nün Yargı Örgütlenmesi
FETÖ yapılanmasından temizlenmesi gereken en önemli alanlardan birisinin, onlarca yıldır örgütlenmek için yoğun çaba harcadıkları yargı olduğu herkesin malumudur. Bu yapı TSK, Emniyet ve diğer birçok önemli kurumda olduğu gibi yargıda örgütlenmek ve önemli noktaları ele geçirmek için sınav sorularını çalmaktan şantaj ve iftiraya kadar her yolu kullanmış ve önemli oranda başarıya ulaşmıştı. Ergenekon ve Balyoz gibi davalardaki rolü bu yapının yargıdaki gücünü göstermiş, özellikle 2010 Anayasa referandumu sonrasında HSYK üzerinden neredeyse yargının tümünü kontrol eder hale gelmişlerdi. Etkin oldukları bu dönemde yargıyı kendi örgütsel amaçları doğrultusunda Anayasa ve kanuna tamamen aykırı şekilde bir silah olarak kullanmışlar, TSK ve diğer birçok kurumda kendi elemanlarının önünü açacak şekilde tasfiyelere girişmişlerdi. Sonrasında 7 Şubat MİT krizi ve 17-25 Aralık girişimleri ile hükümeti ve AK Parti’yi hedef almaya başlamış ancak 2014 başında hükümetin yoğun çabaları ile FETÖ’nün yargıdaki etkinliği kırılmıştı. En son 2014 yılında yapılan HSYK seçimleri ile bu yapının operasyonel gücü elinden alınsa da neredeyse yargının yarısına yakın bir çoğunluğuna sahip oldukları anlaşılmıştı.
Yargı içerisinde sıkı bir hiyerarşi ve gizli gündem ile hareket eden bu yapının hiçbir hukuksal ilke ve kurala bağlı olmaksızın kendi örgütlerinin talepleri doğrultusunda yürüttükleri faaliyetlerin yakın tanığı olan her kesimden hakim ve savcı siyasi görüşlerini ve farklılıklarını kenara bırakarak Yargıda Birlik Grubu adında örgütlenmiş ve seçimleri kazanmıştır. Bu grubun listesindeki sağcı, solcu, muhafazakar, milliyetçi ya da Alevi olduğu bilinen adaylar seçim sonucunda HSYK üyeliğine seçilmiş ve iki yıldır başarılı ve çoğulcu bir yönetim sergilemiştir. Sonradan dernekleşerek Yargıda Birlik Derneği adını alan platform şu anda yaşadığımız tehlike ve bu tehlikeye karşı gösterilmesi gereken tepki açısından örnek olarak incelenmelidir. Bu dernek FETÖ’nün varlığının her türlü siyasi farklılık ve mücadelenin ötesinde bertaraf edilmesi gereken bir tehlike olduğunu yaşayarak gören hakim ve savcıların birliğinin sembolüdür. Bu nedenle günlük siyasi tartışmaları bir kenara bırakarak, bir milli güvenlik sorunu haline gelen ve anayasal düzenle birlikte tüm hak ve özgürlükleri tehdit eden bu yapının ortadan kaldırılması konusunda işbirliği gereklidir.
Etkili ve Kesin Tedbirler Alınacak
Yargıdaki bu tehlike uzun süredir bilindiğinden, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra silahlı kuvvetlere yönelik yürütülen operasyonların hemen ardından ve hatta onlarla aynı zamanlarda yargıdaki FETÖ mensupları hakkında görevden almalar ve soruşturmalar başlatıldı. Emniyet ve İçişleri Bakanlığındaki işlemler dahi yargıya yönelik olanlardan sonra gerçekleşti. Anayasa Mahkemesi, HSYK, Yargıtay ve Danıştay başta olmak üzere tüm yargıda üç bin civarında hakim ve savcı için görevden alma ve gözaltı işlemleri uygulandı. Bu sayının daha da artma ihtimali var. Şunu da belirtmek gerekir ki bu kişiler bir gün içerisinde tespit edilmiş de değil. Anayasal görevi gereği HSYK, daha önceden bu kişilerle ilgili çalışmalar yapmış, mevcut mevzuatın ve eldeki bilgilerin imkanları doğrultusunda görev yerleri değiştirilmiş ve pasif görevlere alınmıştı. Hatta bir ay önce yüksek yargı ile ilgili yapılan yasal düzenlemenin temel amacının bu olduğu, daha farklı çalışmaların da yürütüldüğü herkes tarafından bilinmekteydi. Ancak bundan sonra daha etkili ve kesin tedbirlerin alınacağını söyleyebiliriz.
Son olarak bu süreçte yürütülen soruşturma ve yargılamalara değinmek gerekir. 15 Temmuz ve sonrasında son derece olağanüstü koşullarda olmamıza rağmen, soruşturma ve yargılama süreci kişisel inisiyatiflere terkedilmemiş, yetkili hakim ve savcıların kararları doğrultusunda Ceza Muhakemesinin hak ve özgürlükleri koruyan temel hükümleri çerçevesinde yürütülmektedir. Halen darbe ve çatışma risklerinin olduğu ve kamu düzeninin sağlanmaya çalışıldığı ilk günlerde dahi, gözaltı ve tutuklama kararları yetkili yargı organları tarafından alınmakta, kanundaki sürelere riayet edilmekte ve gerekli adli tıp süreçleri işletilmektedir. Yani yaşanan olağanüstü koşullara rağmen demokratik hukuk düzeninin temel prensipleri korunmaktadır.
[Kriter, 1 Ağustos 2016].