Katolik dünyasının ruhani lideri Papa 16.ncı Benedikt’in Türkiye ziyareti, Müslüman bir ülkeden çok sanki Ortodoks bir ülkeye yapılıyormuş gibi bir havaya büründü. Vatikan kökenli “Papa Müslümanlarla değil Ortodokslarla diyalog yapmaya geliyor” açıklaması, Türk medyasının dikkatinden kaçmadı ve pek çok ulusal gazetenin manşetine taşındı. Daha sonra “Müslümanlarla da diyalog kurulacak” açıklaması yapıldı ama bu zihinlerdeki şüpheleri pek gidermişe benzemiyor Papa’nın Türkiye ziyareti Katolik ve Ortodoks dünyalarını birleştirme yönünde atılmış tarihi bir adım olabilir mi? İki kilise ve dini otorite arasındaki bin yıllık bölünme, bundan sonra ortadan kalkabilir mi?
Bunu hiç şüphesiz Hıristiyan liderlerin bundan sonra göstereceği tavırlar belirleyecek. Fakat iki otorite arasındaki siyasi ve teolojik sorunlar, zannedildiğinden daha gerilere ve derinlere gidiyor.Türkiye ve İslam dünyası için şu soru daha büyük önem taşıyor: İslam dünyasına diyalog kapılarını kapayan bir Vatikan, Katolik olmayan Hıristiyanlarla sahici bir diyaloga girebilir mi? Tersinden soracak olursak, diyalogu “Hıristiyanlık-içi” bir proje olarak gören bir Vatikan, İslam ve Müslümanlarla yapıcı ve inandırıcı bir diyalog geliştirebilir mi? Papa’nın Türkiye ziyareti ve muhtemel etkileri, bu sorulara verilecek cevaplara göre şekil alacak.
Şu ana kadarki yazı ve açıklamaları esas alındığında Papa’nın, İslam dünyası ve Müslümanlıkla diyalogu öncelikli bir mesele olarak görmediğini söyleyebiliriz. Katolik Kilisesi gibi devasa bir kurumun başına yeni geçen Papa’nın öncelikle Kilisenin iç sorunlarıyla uğraşmak istemesi doğal karşılanabilir. Nitekim 16.ncı Benedikt’in “Avrupa’nın manevi haritası”nı yeniden çizme gayreti, papalığının öncelikli gündemi yönünde önemli ipuçları veriyor. Papa’nın kendisinin de bir zamanlar hocalık yaptığı Regensburg Üniversitesindeki konuşması, bu yönde atılacak adımların ilk işaretlerini de veriyor. Sorun Papa’nın bunu yapmak istemesinden değil, nasıl yapacağından kaynaklanıyor. İslamı “Hıristiyan Avrupa”nın ötekisi, zıddı, rakibi ve hatta hasmı olarak gören bir dini proje, barış ve işbirliğinden çok husumet ve ayrılık getirecektir.
Papa ve İslam
Papa’nın Regensburg Üniversitesinde yaptığı konuşma, aslında İslam ve şiddet değil, Hıristiyanlığın Helenizasyonu ve Avrupa’nın sekülerleşmesi hakkındaydı. Papa Hıristiyan inancının Yunan-Helen kültüründen aldığı etkileri olumlu bir katkı olarak değerlendirirken, Batı toplumlarının aşırı derecede sekülerleşmesini bir sapma olarak görüyor. Yunan-Helen kültürü, Hıristiyan inancına kendini rasyonel argümanlarla ifade etme ve böylece evrensel bir nitelik kazanma fırsatı vermiştir. Papa’ya göre Helenizasyona saf ve basit Hıristiyan inancını tahrif ettiği için karşı çıkan Protestan düşünürler yanlış bir önermeden hareket ediyorlar. Çünkü Hıristiyan inancının rasyonel ve dolayısıyla evrensel olduğunu gösterme imkanı ancak Yunan-Helen geleneğinin sunduğu araçlar sayesinde mümkün olmuştur.Papa tam da bu noktada o talihsiz değerlendirmesini yapar ve İslam’ın şiddet dini olduğunu, çünkü özünde irrasyonel olduğunu söyler. Tanrısal olan rasyonel olduğuna göre, irrasyonel olan İslam’ın ilahi kökenli olması ve takipçilerini kurtuluşa ulaştırması mümkün değildir. Rasyonel ve Tanrısal olanla irtibat kuramayan Müslümanlar, şiddeti meşru bir yol olarak görürler. Bu çarpık İslam anlayışının ne tarihi ne de teolojik bir temeli yok. Fakat Katolik dünyasının ruhani liderinin böylesine büyük bir iddiada bulunması ve “medeniyetler çatışması” tezine teolojik bir gerekçe sağlaması endişe verici.
Papa’nın Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkma gerekçesi de benzer bir hissiyattan besleniyor. Pek çok Avrupalı gibi Papa da, Türkiye’nin Avrupa’nın coğrafi sınırları içinde olabileceğine ama “manevi sınırları” içinde yer almadığına inanıyor. Avrupa’nın bir tarafta Yahudi-Hıristiyan öte tarafta Yunan-Roman kimliği, Türkiye gibi bir ülkeye varlık alanı tanımıyor. Bu yüzden Papa Türkiye’ye “AB’de ikinci sınıf vatandaş olacağınıza, gidin İslam dünyasının lideri olun” diyor. Aslında pek de yabana atılamayacak bir tavsiye! Fakat sorun Papa’nın bunu söylemesinden değil (çünkü bu ne AB’yi ne de Türkiye’yi bağlar), bu görüşünü gerekçelendirme biçiminden kaynaklanıyor. Türkiye’nin AB üyeliğini ilke ve değer açısından anlamsız bulan Papa acaba Avrupa’da yaşayan 22 milyon Müslüman hakkında ne düşünüyor? Avrupa ülkelerinde yaşayan, kanunlarına uyan, vergisini ödeyen, iş gücü üreten, sivil hayata katılan Müslüman toplulukların Avrupa’nın manevi haritasında bir yeri var mi?
Katolikler ve Ortodokslar
Papa’nın ziyaretinin bir diğer önemli ayağını (ve kimilerine göre asıl amacını oluşturan) Katolik-Ortodoks diyalogu zannedildiği gibi kolay bir süreç değil. İki Kilise arasındaki sorunlar, bir Katolik-Ortodoks yakınlaşmasının yahut birliğinin kolay kolay sağlanamayacağını gösteriyor. Doğu kiliseleri Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarından beri Roma’ya karşı siyasi olarak direndiler ve Roma’nın Katolik Kilisesi üzerinden doğu topraklarına nüfuz etmesine karşı çıktılar. Buna bir de Hıristiyan düşüncesinin ürettiği onlarca teolojik sorunu ekleyin: Hz. İsa’nın tabiatı meselesi, Katolikliğin dışında kurtuluşun olup olmadığı, ritüeller, vs. Fakat bütün bu sorunlar arasında “uniatism” meselesi etrafında yaşanan çatışmanın özel bir yeri var.
Katoliklerle Ortodokslar arasındaki bu temel sorun aynı anda hem teolojik hem de siyasi bir nitelik arzediyor. Uniatism, normalde Ortodoks kilisesinin nüfuz alanı içinde olan Doğu bölgelerindeki kiliselerin, Vatikan tarafından oldukları gibi kalarak, yani ritüellerini, dini hiyerarşilerini, tasvirlerini, vs. koruyarak kabul edilmesi anlamına geliyor. Kültürel, demografik ve siyasi olarak Ortodoks olması gereken (doğulu) Hıristiyanlar, Vatikan tarafından Katolik kilisesinin bir parçası kabul ediliyor. Ama bunun için onlara nisbi bir bağımsızlık ve otonomi tanınıyor. Ortodokslara göre teolojik açıdan meşrulaştırılması mümkün olmayan bu yaklaşım, Katolik Kilisesinin Doğu bölgelerinden nüfuz kurma arzusundan başka bir şey değil.Ortodokslar, Doğu Katolik Kiliselerinin Ortodoksları Katolikleştirmek için Vatikan tarafından açıktan ya da gizli olarak kurulduğuna ve desteklendiğine inanıyorlar. Bu yüzden Ortodokslar Vatikan destekli misyonerlik faaliyetlerinden son derece rahatsızlar. Bu rahatsızlığın özellikle 1990’lı yılların başlarında yeniden gündeme gelmesi bir tesadüf değil. Doğu Avrupa ülkelerinde 1989 ve sonrasında komünist rejimlerin yıkılması, Doğu Katolik Kiliselerinin tekrar gün yüzüne çıkmasına neden oldu. Doğu Katoliklerinin özgürleşmesinin misyonerlik hakkı anlamına gelmemesi gerektiğini savunan Ortodokslar, kendi cemaat mensuplarının misyonerler aracılığıyla Katolikleştirilmesini istemiyor.
Bu sorunu en üst düzeyde tartışmak ve bir Katolik-Ortodoks diyalogu başlatmak için iki kilise arasında bir dizi görüşme ve toplantılar yapıldı. Papa 4.ncü Paul ve İstanbul Patriyarkı Athenagoras, 1964 yılında Kudüs’te bir araya geldiler. 7 Aralık 1965 yılında Roma ve İstanbul’da eş zamanlı olarak yayınlanan bir beyannamede 1054 yılında yaşanan karşılıklı aforoz hadisesinin iki kilisenin de hafızasından silindiğini ilan ettiler. Bunu takip eden toplantılarda iki kilise arasındaki ilişkileri geliştirmek ve tarihi düşmanlıkları önlemek için pek çok tartışma yapıldı, öneriler sunuldu. 1993’te Lübnan’da yapılan bir toplantı sonucunda Katolik ve Ortodoks Kiliselerinin birbirlerine saygı göstermesi ve her iki kilisenin mensuplarını kurtuluşa ulaştırabileceği inancının kabul edilmesi çağrısında bulunuldu.
Papa John Paul II ve İstanbul Patriği Bartolemeyos, Balamand Dokumanı olarak bilinen bu çağrıya destek verdi. Fakat Katolik ve Ortodoks dünyanın iki lideri tarafından yapılan bu çağrıya farklı tepkiler geldi. Romanya Ortodoks Kilisesi metne destek verirken, Yunan Ortodoks Kilisesi şiddetle karşı çıktı ve tek çözümün Doğu Katolik Kiliselerinin bütünüyle ortadan kaldırılması olacağını söyledi. Zira sorun sadece 1054 yılında başlayan büyük teolojik kopuşla sınırlı değil. 1204 yılında Haçlı seferleri sırasında o zamanki adıyla Konstantiniyye’nin (İstanbul’un) Avrupa’nın Katolik orduları tarafından talan edilmesi, Ortodoksların hatırasında hala trajik bir hadise olarak duruyor. Papa John Paul II’in bu “günah” için Katolik Kilisesi adına Ortodokslardan resmen özür dilemesi dahi bu hadisenin Ortodoks hafızasından silineceği anlamına gelmiyor. Kısacası Katoliklerle Ortodokslar arasındaki diyalogun büyük engellerle karşı karşıya olduğunu ifade etmek gerekiyor.
Papa’nın Türkiye’de İstanbul Patriği Bartelemeos ile buluşması, Ortodoks-Katolik tarihinde bir dönüm noktası olabilir mi? Bunu önümüzdeki yıllar gösterecek. Yukarıda değindiğimiz teolojik ve siyasi sorunların kısa sürede ortadan kalkacağını söylemek için henüz çok erken. Tam da bu noktada Papa’nın İslam dünyası ve Müslümanlara yönelik tavrı ayrı bir önem kazanıyor. Katolik dünyasını 21.nci yüzyılın başında devralan Papa 16.ncı Benedikt, Ortodoks yahut Müslüman, Katolik olmayanlarla sahici bir diyaloga hazır mı?
Eğer diyalog ve tolerans “ötekine katlanmak” tavrının ötesine gidecekse, Papa’nın bu ziyareti bir fırsat bilmesi ve yapıcı bir diyalogun temellerini atması gerekir. İstanbul böyle bir adım için münasip bir yerdir. Tavsiye ederiz.