Gürcistan’ın G. Osatya’ya girmesiyle başlayan Rusya ve Gürcistan arasındaki sıcak bir çatışmayla gözler Kafkaslar’a çevrildi. Ama kazan uzun zamandır kaynıyor. Öyle anlaşılıyor ki İslam dünyasında dondurulmaya çalışılan çatışmaların yerini Avrasya’da etnik ve dini temelli sıcak çatışmalar alacak. Ufak etnik çatışmalar dahi giderek jeopolitik mücadelelerin fay hatlarına dönüşecektir ve taraflar büyük güçler veya koalisyonlar olacak.
SON zamanlarda dünyanın özellikle bizi ilgilendiren bölgelerinde anlam vermekte güçlük çektiğimiz gelişmeler birbiri ardına patlak vermeye başladı. Küresel ölçekteki güç ilişkileri, jeopolitik yapı çerçevesinde iki yıl öncesine kadar rahatlıkla anlaşılabilmekteydi. Siyasi ve stratejik gelişmeler ve bu gelişmelerin birbiriyleriyle ilişkileri bir anda muammaya dönüştü. Yakın zamanda uluslararası arenada birbirini takip eden gelişmeler dünya siyasetinin değişen çehresinin habercisi görünümündedir. Buna göre stratejik ekseni kayan dünya siyaseti şu anda yeni bloklaşmaların ve yeni stratejik ittifakların kurulma sancılarını çekmektedir.
Kriz neyin habercisi?
Bu gelişmelerden birkaçından bahsetmek gerekirse şunlar sayılabilir: İran’la ilgili nükleer krizin diplomatik yollarla çözülme ihtimalinin artması; Suriye-İsrail arasında Türkiye dolayımıyla temasların başlaması; Nisan ayında Bükreş’teki NATO zirvesinde Ukrayna ve Gürcistan’ın Aralık 2008 itibariyle NATO üyelik sürecine girmesi; Kosova’nın bağımsızlığı, Sırp savaş suçlusu Radovan Karadziç’in yakalanarak Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne sevkedilmesi; İsrail-Hamas görüşmelerinin gündeme alınması, Afganistan’da ABD kayıplarının artması, Taliban’ın yeni mevziler kazanması; Pakistan ve Hindistan arasında Keşmir Meselesi’nin yeniden gündeme gelmesi; Pakistan Devlet Başkanı Perviz Müşerref’in siyasi rakiplerince tasfiye edilmeye çalışılması; Benazir Butto’nun suikasta kurban gitmesi; Pakistan’ın Atom bombasının babası Abdülkadir Han’ın 4 yıl sonra konuşmaya başlaması; ABD ordusunun yeni komuta kademesinin şekillenmesi ve AFRICOM’un kurulması; ABD’nin başkan adaylarından Barack Obama’nın şansının artması; Fransa’nın, Almanya ve diğer bazı etkili AB üyesi ülkelerinin desteği olmadığı halde Akdeniz Birliği projesini gündeme getirmesi; Türkiye’nin Fransa ile sorunlarına rağmen bu girişime destek olması; yeni enerji hatları, özellikle petrol ve doğalgaz boru hatları için rekabetin kızışması; Londra’da eski KGB ajanının öldürülmesiyle başlayan İngiltere ile Rusya arasındaki ajan savaşlarının ve sınırdışıların hız kazanması; Alman kökenli Papa XVI. Bendedict’in Evanjeliklere tavır alması; Alman-Rus yakınlaşması ve iki ülkenin Kuzey Akımı Projesi konusunda diğer Avrupa ülkelerinin çıkarlarına ve alternatif hatlara tehdit oluşturmasına rağmen anlaşmaları; Almanya’nın Gürcistan-Abhazya görüşmelerinde arabulucu olma talebi; bunu müteakiben Rusya’nın Gürcistan’a girmesi, Kuzey Kutbu’nda devam etmekte olan enerji kaynakları savaşları; Rusya’nın NATO yerine EATO adı altında yeni bir askeri güvenlik teşkilatı kurma çabası; Rusya’nın İslam Konferansı Örgütü’ne girme çabası; Ukrayna’nın Hıristiyanlığı kabulünün 1020. yılı kutlamasında Fener Rum Patriği ile Rus Ortodoks Patriği arasında yaşanan temsil çekişmesi. Bu uluslarası gelişmelere paralel olarak Türkiye iç siyasetinde sürmekte olan gelişmeler... Ergenekon davası, AYM’nin AK Parti ile ilgili kararı, Güngören ve Kerkük’te aynı gün bombaların patlaması; PKK’nın bir şehir örgütü olarak toplumu hedef alan eylemlerde bulunması; Rusya’nın kamu yayın kuruluşu Rusya’nın Sesi Radyosu’nın 20 Mayıs 2008 itibariyle Kürtçe’nin Kurmanci lehçesiyle yayına başlaması gibi gelişmelerin şans eseri oluştuğunu düşünmek yanıltıcı olabilir.
Rusya sahneye dönüyor
Birbiri ardına patlak veren bu gelişmelerin, ne tek kutuplu dünya perspektifiyle, ne teröre karşı küresel savaş yaklaşımıyla, ne medeniyetler çatışması söylemiyle, ne ideolojik mücadele yaklaşımıyla ne de küresel kaos perspektifiyle anlamlandırılabilir. Tüm bu olayların peşpeşe gelmesi, bu gelişmelerin hepsinin özne merkezli ve iç dinamiklerle anlaşılmaya çalışılması stratejik okumadaki yetersizlikten kaynaklanmaktadır. Bütün bunlar gösteriyor ki Avrasya jeopolitiğini merkeze alan büyük güç mücadelesi eksenli yeni ‘Büyük Oyun’un kuralları yeni yeni belirginleşmektedir. Bu tablodan çıkan en belirgin süreç ise Rusya’nın tekrar bir süper güç olarak dünya siyaseti sahnesine dönüşüdür.
ABD’nin işi zor
Amerika cephesinde ise neoconların dünya siyasetini tek boşluğunu doldurma mücadelesi idi. Eski Sovyet nüfuz sahasında meydana gelen NATO ve AB genişlemeleri, Rusya’nın çevresinde meydana gelen renkli devrimler, Rusya’yı çevreleyecek füze kalkanı projeleri ve stratejik enerji hatları dışında bırakacak enerji nakil hatları projeleri, Rusya’nın siyaset alanını daralttı ve Rusya’yı öfkelendirdi.
Rusya’ya Soğuk Savaş sonrası reva görülen muamele I. Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’ya reva görülen muameleyle bazı açılardan benzerlik göstermektedir. Şimdi dünya Almanya’nın geri dönüşü gibi, Rusya’nın da geri dünüşünü konuşuyor. Bu dönüş Rusya’nın zaafları ve zayıflıkları üzerinden hesap yapanlar açısından beklenmedik sonuçlara ortaya koyabilir.
Rusya’nın geri dönüşünün en somut kanıtı Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Şubat 2007’de Münih’te yaptığı konuşmadır. GKB internet sitesinde çevirisine de yer verilen bu meşhur konuşma tek kutupluluğun sona erdiğini, Rusya’nın geri döndüğünü ilan etmekteydi. Ancak Euro-Atlantik çizgisi bu meydan okuma karşısında geri çekilmeyerek, Rusya’nın nüfuz alanına girme politikalarına aralıksız devam etti. Soğuk Savaş sonrasında Avrasya’da ortaya çıkan iktidar boşluğu ABD tarafından agresif birşekilde doldurulmaya çalışıldı. Küresel hammadde mücadelesinde Hint-Çin gelişmesini kontrol altına almaya çalışan ABD’nin enerji maliyetinin artmasına müdahale etmemesi sonucunda Putin liderliğinde Rusya yeniden toparlandı. Neoconların bütün dikkatlerini Ortadoğu’ya vererek İslam dünyasını topyekün stratejik düşman olarak algılamaları kendi açılım alanlarını sınırlandırdı.
Özelikle son 1.5 yıldır devam eden bu gerilimin nihai sonucu ABD için Rusya’nın yeni stratejik tedit olmasıdır. Bunun dolaysız sonucu ise stratejik rekabet alanının Ortadoğu’dan Avrasya anakıtasına kaymasıdır. Stratejik düşman tanımı yeniden yapılarak, terör gündemiyle merkeze alınan eski düşman İslam dünyası yerini Rusya’ya terk etti. Bu çerçevede Kuzey’de Soğuk Savaş’tan sonra dondurulan sorunlar yeniden ısınmaya, üçüncü ülkeler üzerinden yapılan sıcak çatışmalar artmaya başladı. Bunun fiili karşılığı İslam dünyasındaki çatışmaların ya dondurulması, ya çözülmesi, ya da ertelenmesidir. Bu yeni stratejik oluşumun, Müslümanlara kısmen nefes aldıracağı, yeni çatışan aktörlerin ise Kuzey’de yer alacağı söylenebilir.
Yeni dönemde oluşacak çatışmaların muhatabı ise büyük güçler veya koalisyonlar olacaktır. Ufak etnik çatışmalar dahi giderek jeopolitik mücadelelerin fay hatlarına dönüşecektir. Bu dönüşüm tamamen yapısal bir sürecin başlangıcına işaret eder. Bunun anlamı ise tehdit algısından, yeni ittifaklardaki dost algısına, stratejik önceliklerden yeni taktik çıkarlara kadar herşeyin yeni baştan ele alınmasıdır. Eski dünyanın verileriyle bu dünyayı anlamaya çalışanlar ise ilk tasfiye olacak öznelerdir. Asıl rekabet Avrasya jeopolitiğinin kaçınılmaz kıldığı çıkar çatışmaları çerçevesinde enerji hatları üzerinden olacak. Ancak hesaplaşma etnik, kültürel ve dini çatışma ekseni üzerinden formüle edilecektir. Bu bağlamda önümüzdeki dönemde Vatikan, Rus Ortodoks Kilisesi, Fener Rum Patrikhanesi, Evanjelikler, Anglikanlar arasında gittikçe artan bir gerilime şahit alacağız. Müslümanlar ortaya çıkan yeni fay hatlarının tarafı olan bloklar için kendi taraflarına çekilmeye çalışılan aktörler olarak görülecek.
Yeni aktör Obama
George W. Bush’un ABD’de iktidarı ele alması, tek kutuplu dünyanın dengelerini geri dönülemez şekilde değiştirdi. Bir önceki başkan Bill Clinton’dan devralınan tek-kutuplu ancak müzakereye açık vizyon, Bush iktidarında Neoconların ideolojik tavrıyla tekkutuplu ve mutlak egemenliğe dayalı, tahakkümü hegemonyaya tercih eden bir tavırla birleşti. Bu çerçevede ABD ‘özgürlük gündemi’ adı altında dünyayı zorla özgürleştirme projesinde stratejik önceliğini ideolojik bir çerçeveye göre belirledi. Bu stratejik öncelik ise düşmanını enerji kaynaklarının kontrolünü elinde tutan İslam ülkelerini terbiye etme misyonu çerçevesinde oluşturulmuştu. Filistin-İsrail sorunu, Lübnan krizinde adil olayan bir tavır taknırken İran ile gerginliğin dozunu artırmıştır. Irak ve Afganistan’da istikrarı sağlamakta çekilen güçlüklerde bir araya gelince Ortadoğu’daki sorunlar neoconların bakış açılarıyla yönetilemez bir hale gelmiştir.
Neoconların teröre karşı savaş adı altında dünyanın birçok yerinde başlattıkları tek yönlü savaş ABD’nin dünya siyasetindeki kredisini önemli ölçüde tüketti. Soğuk Savaş uzmanı tecrübeli isimleri etrafında toplayan Obama’nın başkanlık seçiminde şansı yüksek görülüyor Bush döneminin son 1.5 senesi de bu yeni soğuk savaşa hazırlık olarak değerlendirilebilir. Annapolis süreci ile İsrail-Filistin sorununun yönetilebilir hale getirme, Suriye-İsrail yakınlaşması, İran’ın müzakerelere yeniden çağrılması, Türkiye’de Rusya’ya sempati ile bakan ekiplerin tafiye edilmesi, Irak’ta istikrarın sağlanması anlam kazanmaktadır.
İlk cephe Gürcistan
ABD’nin Ortadoğu’yu yeniden tasarlama çabalarına verilen karşılıklardan biri de Rusya’nın Gürcistan’ı işgali oldu. Rusya’nın Gürcistan’ı işgali ile başlayan kriz ‘İkinci Soğuk Savaş’ın’ ilk dolaylı savaşı (proxy war) sayılabilir. Propaganda, casusluk, silahlanma yarışı, nüfuz mücadeleleri ve dolaylı savaşlar, Soğuk Savaş döneminin temel gerilim hatlarıydı. Berlin Ablukası, Kore Savaşı, Vietnam Savaşı, Küba Krizi ve Sovyetlerin Afganistan’ı işgali, Orta Doğu, Orta ve Latin Amerika’da yaşanan darbe ve hükümet krizleri Soğuk Savaş’ın sıcak çatışmalarıydı. Belki Rusya’nın operasyonu Gürcistan’ın NATO üyesi olmasının ardından gerçekleşmiş olsaydı çok daha derin bir ikilemle karşılaşılırdı, yani yeni üyeler açısından NATO üyeliğinin anlamı ve faydası denenmiş olurdu. Ancak Rusya tam da bu süreçte bir darbe vurarak çatışmaya gireceğini ilan etmiş oldu. Şimdi asıl sorun, yeni ittifakların nasıl kurulacağı, yeni mücadele sahalarının neresi olacağı. Euro-Atlantik İttifakı’na dahil olan Fransa, İsrail ve Hindistan’a karşı Almanya, Rusya, Çin, Vatikan, İran, Pakistan gibi bir çerçeve mi ortaya çıkacak? Türkiye bu gerilimin neresinde kalacak? Asya-Avrupa sınır alanları, Afrika ve kısmen Pasifik yeni çatışmanın alanları haline mi gelecek?
AÇIK GÖRÜŞ, 17 Ağustos 2008 Pazar http://www.stargazete.com/acikgorus/kafkaslar-yeni-ortadogu-mu-121390.htm