Avusturya, cumhurbaşkanını seçmek üzere ikinci tur seçimlerine gidiyor. Sandık başına gidecek seçmenin önünde ikinci tura kalmış iki aday var: Aşırı sağ FPÖ'nün adayı Norbert Hofer ve Yeşiller'in adayı Alexander van der Bellen.
Avusturya siyasetinin merkezini teşkil eden iki parti olan Hıristiyan Demokrat ÖVP ve Sosyal Demokrat SPÖ bugüne kadar yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylarını sürekli ikinci tura taşımış ve adaylardan birisini Hofburg Sarayı'na cumhurbaşkanı olarak çıkarmayı başarmıştı. Gelgelelim 2016 yılında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimleri bu bakımdan tarihi bir dönüm noktası oluverdi. Mülteci politikaları konusunda aşırı sağ FPÖ ile neredeyse aynı dili kullanan merkez partileri ÖVP ve SPÖ ister istemez FPÖ'ye çalıştılar. Bu, siyasetin doğası açısından son derece bilinen bir gerçeğin gözler önüne serilmesi anlamına gelmekteydi: Ne kadar FPÖ'yü taklit etmeyi denerseniz deneyin, FPÖ kadar aşırı sağ olamazsınız! Avusturya seçmeni bu durumda yapılabilecek en mantıklı hamleyi yaptı ve imitasyonlarını değil, hakikisini tercih ederek oyların % 35'lik bir bölümünü FPÖ'nün adayı Norbert Hofer'e verdi. Bu durum İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yaşanması akla dahi gelmeyecek bir sonucu beraberinde getirebilir. İkinci turda Van der Bellen'e destek veren çevrelerin Hofer'e destek veren çevreler kadar inançlı olmadıkları gözlerden kaçmıyor. Dolayısıyla Avusturya, yakın bir gelecekte Hitler'in siyasi geleneğine sahip çıkan bir cumhurbaşkanına sahip olabilir. Söz konusu siyasal hareketliliğin sokağa yansıması da son derece hızlı bir biçimde gerçekleşti. Viyana'dan gelen haberler özellikle Türk kökenli soydaşlarımızın yoğun olarak yaşadıkları Rudolfsheim, Ottakring, Brigittenau gibi semtlerde Müslümanlara, özellikle de Müslüman kadınlara yönelik ağır hakaretlere varan sataşmaların yaşandığını ortaya koymakta. Basına en son yansıyan hadiselerden birisi Avusturya kamuoyunun geldiği noktayı gözler önüne sermekte. Brigittenau semtinde yolda yürümekte olan bir kadının; başörtüsünden yola çıkarak Türk olduğunu varsayan aşırı sağcılar tarafından ağır hakaretlere ve tehdide varan söylemlere muhatap olmuş olduğunu okur hale geldik.
Avusturya Nazi rejiminin kurbanı olarak kabul edildiği İkinci Dünya Savaşı sonrası bütün yükü ve suçu Almanya'nın sırtına bırakarak kurtuldu. Oysa Nazi rejiminin ileri gelenlerinin pek çoğu Avusturya kökenliydi ve Avusturya bile isteye Nazi Almanya'sına katılmıştı. Bu sebeple Avusturya kamuoyunda aşırı sağcıların oyun sahası Almanya'ya oranla daha geniş. Buna rağmen 1999 seçimlerinde elde ettiği seçim başarısı ile iktidara ortak olan Jörg Haider liderliğindeki FPÖ Avrupa Birliği'nden gelen yoğun baskılara dayanamayarak iktidardan çekilmek zorunda kalmıştı. Avusturya siyaseti AB'nin baskılarına boyun eğmiş ve aşırı sağcı bir iktidar ortağına tahammül göstermemişti. Aradan geçen 17 sene Avusturya kamuoyunun değişmediğini, bununla birlikte değişenin AB ve çevreleri olduğunu ortaya koymakta. 11 Eylül sonrası yükselen İslam karşıtlığı Avusturya'nın zıvanadan çıkmasına ses çıkılamaz halde bir Avrupa kamuoyu ve siyaseti yarattı. Sadece Avusturya'da değil, Avrupa'nın geri kalan kısmında da İslamiyet ve Müslümanlar ötekileştirildi. Doğal olarak Avusturya'ya tepki göstermesi gereken ve Avusturya siyasetini hizaya çekmesi beklenen Avrupa çevreleri de benzer bir kitle tarafından belirlenen siyasilerden oluşmakta. Avusturya cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turu hayati öneme sahip; zira sosyal demokrat bir cumhurbaşkanıyla bile Türkiye'nin AB üyeliğine karşı azami direnç gösteren Avusturya, aşırı sağcı bir cumhurbaşkanıyla sadece soydaşlarımız için yaşanmaz bir ülke olmakla kalmayacak, aynı zamanda AB içindeki Türkiye karşıtlığının da başkenti olacaktır.
[Zaman, 21 Mayıs 2016].