SETA > Uzmanlar Cevaplıyor |
İran ın İsrail e Füze Saldırısı ve Gelecek Senaryoları

İran’ın İsrail’e Füze Saldırısı ve Gelecek Senaryoları

1 Ekim Salı akşamüstü İran yaklaşık 200 balistik füzeyle doğrudan İsrail’i hedef aldı. Saldırıda Heyber Şiken, Fettah-1, İmad, Kadir-F ve Siccil füzelerinin kullanıldığı bildirildi. Söz konusu füzeler yüksek hızlarıyla bilinmekte, özellikle yakın dönemde denenen Fettah füzesinin hipersonik olduğu iddia edilmektedir. Bu durum İsrail hava savunma sistemlerinin atılan füzeleri önleyememesinde etkili olmuştur. İsrail her ne kadar füzelerin büyük çoğunluğunun imha edildiğini iddia etse de sosyal medyaya yansıyan görüntüler füzelerin önemli bir kısmının hedeflerine ulaştığını göstermektedir. Nitekim İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçı yaptığı açıklamada füzelerin yüzde 90’ının hedeflerine ulaştığını ifade etmiştir. Hedef alınan bölgeler askeri ve stratejik alanlar olurken İran kaynaklarına göre F-35 savaş jetlerinin tutulduğu Nevatim Hava Üssü, Hatzerim Hava Üssü, bir MOSSAD karargahı ve Aşkelon hedef alınan bölgeler arasında yer almıştır. Bu bağlamda İran-İsrail gerginliğinin gitgide şiddetinin arttığı, stratejik noktaların hedef alınmaya başlandığı anlaşılmaktadır. Bu doğrultuda görüşlerine başvurduğumuz uzmanlar bu meselenin farklı boyutlarda ortaya çıkaracağı etkileri ele almaktadır.

1 Ekim Salı akşamüstü İran yaklaşık 200 balistik füzeyle doğrudan İsrail’i hedef aldı. Saldırıda Heyber Şiken, Fettah-1, İmad, Kadir-F ve Siccil füzelerinin kullanıldığı bildirildi.[1] Söz konusu füzeler yüksek hızlarıyla bilinmekte, özellikle yakın dönemde denenen Fettah füzesinin hipersonik olduğu iddia edilmektedir.[2] Bu durum İsrail hava savunma sistemlerinin atılan füzeleri önleyememesinde etkili olmuştur. İsrail her ne kadar füzelerin büyük çoğunluğunun imha edildiğini iddia etse de sosyal medyaya yansıyan görüntüler füzelerin önemli bir kısmının hedeflerine ulaştığını göstermektedir. Nitekim İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçı yaptığı açıklamada füzelerin yüzde 90’ının hedeflerine ulaştığını ifade etmiştir.[3] Hedef alınan bölgeler askeri ve stratejik alanlar olurken İran kaynaklarına göre F-35 savaş jetlerinin tutulduğu Nevatim Hava Üssü, Hatzerim Hava Üssü, bir MOSSAD karargahı ve Aşkelon hedef alınan bölgeler arasında yer almıştır.[4] Bu bağlamda İran-İsrail gerginliğinin gitgide şiddetinin arttığı, stratejik noktaların hedef alınmaya başlandığı anlaşılmaktadır. Bu doğrultuda görüşlerine başvurduğumuz uzmanlar bu meselenin farklı boyutlarda ortaya çıkaracağı etkileri ele almaktadır.

[1] Ali Rıza Kadirmeyheni, “İran der Hamleyi Vade-yi Sadık-2 be İsrail ez çi Muşekha-yi İstifade Kerd?”, Gadgetnews, 2 Ekim 2024, https://gadgetnews.net/917109/what-missiles-did-iran-use-attack-sadeq-2-on-israel, (Erişim tarihi: 3 Ekim 2024).
[2] “Der Movrid-i Muşek-i Hipersonik-i Fattah der Wikitabnak Bişter Behanid”, Tabnak, 2 Ekim 2024, https://www.tabnak.ir/fa/tags/290006/1, (Erişim tarihi: 3 Ekim 2024).
[3] “Arakçı: Be Amerika Peyam Dadim der Ameliyat-i ma Dehalet Nekoned”, Keyhan, 2 Ekim 2024, https://kayhan.ir/001FBh, (Erişim tarihi: 3 Ekim 2024).
[4] “Vade-yi Sadık-2; Berresi-yi Hamle-yi Muşeki Neyruha-yi Mosalleh-i İran be Rejim-i Siyonisti”, ISWNEWS, 3 Ekim 2024, https://iswnews.com/?p=122257, (Erişim tarihi: 3 Ekim 2024).

Hazırlayan

İsmet Horasanlı

Uzmanlar

Mustafa Caner

Tuğçe Ersoy Ceylan

Turgay Şafak

Muhammed Hüseyin Mercan

Can Acun

Bilgehan Alagöz

 


Sakarya Üniversitesi
 

İran’ın füze saldırısının arkasındaki nedenler ve amaçlar nelerdir?

İran’ın son dönemde İsrail’den yediği darbeler caydırıcılığını ciddi şekilde azaltmış ve itibarını zedelemişti. İsrail’in saldırılarını önleyememek ve hesabını soramamak iki açıdan İran’ın gücünü sorgulamaya açmıştı: birincisi İran’ın ciddi güvenlik ve istihbarat zaafları, ikincisi de İsrail’e etkili bir cevap ver(e)memesi. İran’ın Gazze’deki katliamlarla birlikte tırmanan bölgesel gerilime yaklaşımı hiç değişmeden günümüze kadar devam etti. Bu siyaset, kendisinin doğrudan savaşa müdahil olmaması fakat “direniş ekseni” unsurlarına destek sunarak bölgesel nüfuzunu koruması şeklinde özetlenebilir. Ancak üst üste yediği darbeler (Heniyye, Nasrallah ve birçok Devrim Muhafızları Ordusu komutanının öldürülmesi) İran’ın savaştan uzak durma stratejisinin (stratejik sabır) sınırlarının zorlanması anlamına geliyordu. İran’ın saldırısının altında yatan motivasyon bu anlamda kaybettiği caydırıcılığını yeniden tesis etmekti.

Bu minvalde caydırıcılığını iki şekilde kurmaya çalıştı. Birincisi İsrail’i doğrudan vurabileceğini göstererek ki bunu ikinci defa yapıyor. İlk doğrudan saldırısı Nisan ayındaydı. İkincisi ise İsrail’i istediği zaman kademelendirilmiş bir sertlikte ve hedef gözeterek vurabileceğini göstermek. İlk Nisan saldırısı daha sembolik bir saldırıydı. Önceden haber verilerek ve maddi hasar hedefi asgaride tutularak gerçekleştirilmişti. İsrail’in İran’a saldırıları durmadığı için Tahran daha şiddetli bir yanıt vermek durumunda hissetti. Bu saldırıda askeri hedefler vuruldu ve ilk uydu görüntüleri Nevatim Hava Üssü’ndeki hasarı gözler önüne serdi.

Saldırının altındaki bir diğer motivasyon ise İran’ın bölgesel ortaklarına güven vermekti. Zira İran’ın İsrail karşısında caydırıcılığını yitirmesi direniş ekseni gruplarınca da sorgulanmaya başlanması sonucunu doğurmuştu. Tahran’ın yönlendirmesi ve desteğiyle eylemde bulunan bu gruplar, İran’ın kendilerini korumadığı, son tahlilde kendi başlarına kaldıkları ve bir nevi “ihanet”e uğradıkları hissiyle hayal kırıklığı yaşamaktaydılar. İran’ın bu gruplar ve dolayısıyla ilgili bölgeler üzerindeki kontrol gücünü koruyabilmesinin yolu bir güç gösterisi ve gerektiğinde savaşa girmekten kaçınmayacağı imajını oluşturmaktı. İsrail’e füze saldırısının bu doğrultuda etkili olmasının hedeflendiği söylenebilir.

Ek olarak İran’ın kendi iç kamuoyunda artan bir hoşnutsuzluk hakimdi. Bu durum hükümete ve diğer yöneticilere yansımaya başlamıştı. Hatta Milli Güvenlik Yüksek Konseyi önünde toplanan kalabalık bir grup İran’ın İsrail karşısındaki eylemsizliğini protesto etmişti. İranlılar İsrail’e etkili bir cevap verilmesini istiyordu. İran’daki İsrail karşıtlığının, müesses nizam için bir ideolojik tutkal işlevi gördüğü göz önüne alındığında, İsrail saldırılarını cevapsız bırakmak sistem açısından da bir yüktü. Bu yüzden füze saldırısı gerçekleştirildi ve sonrasında başkent sokaklarında sevinç gösterileri düzenlendi.

Son olarak İran’ın bu misillemeyi Nisan ayındakinden daha şiddetli de olsa sınırlı tutarak büyük bir savaşı tetiklememek istediği söylenebilir. Sınırlı misilleme, ABD’nin İsrail’i şiddetli bir cevap vermemesi adına dizginleme gerekçesini üretmekte ve uluslararası hukuka göre de İran’ı savunulması kolay olmayan bir pozisyona girmekten korumaktadır. İranlı yetkililer, İsrail’in yeniden saldırması halinde daha da güçlü bir cevap vereceklerini ifade ederek hem İsrail’i hem de ABD’yi uyarmaktadır. Aslında İran 7 Ekim’den bu yana genişletilmiş ve doğrudan parçası olacağı bir savaşı istememe pozisyonunu korumaktadır.

 


İzmir Katip Çelebi Üniversitesi
 

İran saldırısı İsrail’de nasıl bir etki doğurdu ve Tel Aviv’in bu saldırıya cevabı ne olabilir?

İran, İsrail’in Lübnan’da Hizbullah’a yönelik operasyonu, örgütün lideri Hasan Nasrallah’ın ve diğer önemli kişilerin öldürülmesi ve olası işgale cevap olarak 1 Ekim’de sürpriz bir saldırı başlatarak İsrail’i 180 füzeyle vurdu. Füzelerin bazıları hava savunma sistemleri tarafından engellenirken çoğunluğu İsrail topraklarına düştü. Füzelerin hedefi şehir merkezlerinin yanında askeri hava üsleri ve MOSSAD karargahıydı. İsrail’den yapılan açıklamada zayiatın yüksek olmadığı, yine de bazı hava üslerinin zarar gördüğü dile getirildi. İran’ın bu saldırısının 14 Nisan’daki hesaplanmış saldırıdan daha ciddi olduğunu söylemek mümkündür. Bu saldırıyla beraber İsrail’in Hamas ve hatta Hizbullah ile olan savaşının İsrail-İran gerginliğinin arkasında kaldığı öne sürülebilir. Özellikle ülkenin merkezinde yaşayanlar açısından İran’ın bu saldırısı benzersizdi; buradaki mukimlerin daha önce bu boyutta saldırıyla karşı karşıya gelmediğini belirtmek yerinde olacaktır. Dolayısıyla İsrail’in bu saldırıya sert bir şekilde karşılık vermesini beklemek yanlış olmaz. Nitekim İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) sözcüsü Daniel Hagari de “Saldırının neticeleri olacak” dedi. Cumartesi günü Netanyahu ise verdiği demeçte İsrail’in bölgedeki güç dengesini değiştirmekte olduğunu ve Ortadoğu’da ve İran’da İsrail’in silahının ulaşamayacağı yer olmadığını söyledi. Kabinede görüşmeler yapılarak askeri bir karşılık verilmesi kararı alındı ancak şu an nasıl bir misilleme yapılacağına dair hükümette bir mutabakata varılmadı. Ultra milliyetçi-dindar kesimlerden İran’ın nükleer tesislerinin vurulması gerektiği yönünde demeçler geldi ancak İsrail bunu ABD ile koordine olmadan gerçekleştiremez. ABD ise böyle bir operasyona sıcak bakmıyor, Biden bizzat bunu dile getirdi. Nükleer tesislere bir saldırı ise İran’ın ekonomisini altüst ederek gerilimin daha sert ve şiddetli bir şekilde tırmanmasını tetikleyebilir. Bu bakımdan İsrail için hedefli suikastlar, İran hava savunmasına yönelik saldırılar ve ABD ile koordineli bir şekilde bir cevap verilmesi yönündeki senaryolar ağır basıyor. İran’ın petrol tesislerinin de olası hedeflerden birini teşkil edebileceğini öne sürmek mümkün.

Gelinen noktada Netanyahu, ABD’yi istemediği bir bölgesel çatışmanın içerisine çekme noktasına getirmiş durumda. Aynı şekilde İran da İsrail’in direniş eksenindeki en önemli vekili olan Hizbullah’a yönelik saldırılarına sessiz kalmayarak Netanyahu’nun uzun zamandır sözünü ettiği büyük askeri gerginliğin bir tarafı oldu. Netanyahu’nun ellerini ovuşturduğu bu durumun güç dengesini İran aleyhine değiştirmek için bir fırsat olduğu söylenebilir. Her halükarda İran ile doğrudan çatışmadan doğacak bölgesel bir savaş ne İsrail ne ABD ne de İran açısından kazanç hanesine yazılır.

 


İRAM
 

İran’ın misillemesi İranlı aktörler tarafından nasıl karşılık buldu?

Aksa Tufanı operasyonu ile birlikte yaşanan gelişmelerden en fazla etkilenen ülkelerden biri de İran’dır. İsrail, Gazze’de başlattığı operasyonların yanı sıra bir taraftan da Hizbullah’ın üst düzey yöneticilerine ve İran’ın hem Suriye hem de Lübnan’daki “müsteşar”larına yönelik suikastlar düzenledi. İsrail’in bu saldırılarına karşın İran uzun süre “stratejik sabır” politikasını takip etti. İsrail’in Nisan’da İran’ın Şam Büyükelçiliği kompleksine saldırısı sonrasında hem İran hem de dünya kamuoyunda, İran’ın sabrının sonunun geldiği konusunda fikir birliği bulunmaktaydı. İran’ın İsrail’e karşı caydırıcılığını yeniden tesis etmek üzere 14 Nisan’da füze ve İHA’larla düzenlediği “Sadık Vaat” operasyonu ile misilleme yapması sonrasında dünya kamuoyunda savaşın bölgeye yayılacağı endişesi şiddetlenmişti. İran yaptığı misilleme ile İsrail’e karşı caydırıcılığını inşa ettiği fikrine kapıldı. Ancak İsrail’in Tahran’da Hamas Siyasi Büro Şefi İsmail Heniyye’ye suikast düzenlemesi İran’ın tesis ettiğini düşündüğü caydırıcılığın İsrail tarafında pek karşılık bulmadığını göstermiş oldu.

İsmail Heniyye’nin tam da yeni Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın yemin töreninin yapıldığı gün Tahran’da suikasta uğraması İran müesses nizamının istihbarat ve güvenlik zafiyetini de ortaya çıkardı. İran aslında bu suikastı Gazze’de bir barış veya en azından bir ateşkes sağlayabilmek için bir fırsat olarak kullanmak istedi. İran hem Gazze’ye barış getiren ülke olarak anılacak hem de İsrail’e karşı bir misilleme yapma zorunluluğundan kurtulacaktı.

İsrail’in Hizbullah’a yönelik çağrı cihazı ve telsiz saldırılarının henüz şoku atlatılmadan Hizbullah lideri Hasan Nasrallah ile Hizbullah’ın üst düzey yöneticilerinin ve Devrim Muhafızları komutanlarından Abbas Nilfüruşan’ın öldürülmeleri gözlerin yeniden İran’a çevrilmesine sebep oldu.

Bu saldırıların ardından İran’ın artık bölgedeki caydırıcılığını kaybettiği, direniş cephesi olarak nitelendirdiği grupları koruyamadığı ve kendi milli güvenliğini sağlamak için vekil güçleri kullandığı şeklindeki yorumlar yapılmaya başlandı. Misilleme konusunda yeni seçilen cumhurbaşkanı ve çevresindeki reformistler tuzağa düşülmemesi gerektiği, yapılacak misillemenin bölgesel bir savaşa sebep olmayacak düzeyde olması gerektiğini savunmaktaydı. Aslında Hizbullah’a yönelik saldırının ardından İran yönetici elitlerinin açıklamalarının oldukça yumuşak olduğu dikkat çekmişti. Yani Kasım Süleymani, İsmail Heniyye ve Fahrizade suikastları sonrasında dillendirilen “intikam-ı saht” (sert intikam) terkibi Hizbullah liderinin öldürülmesinden sonra kullanılmamış ve “Direniş cephesi gerekli cevabı verecektir” demekle yetinilmişti. Aynı şekilde Pezeşkiyan’ın BM toplantısı için bulunduğu New York’ta ABD ve Avrupa’nın sözlerini tutmadığına dair sızan ses kaydı İran’ın misilleme yapmaya gönüllü olmadığı yorumlarını güçlendirmişti. Ülke içindeki muhafazakar cenahın yorumcuları ve gazeteleri ise İsrail’in sadece askeri müdahale ile dizginlenebileceğini dile getirmiştir.

Operasyondan bir gün önce Pezeşkiyan’ın İran’ın Gazze’de ateşkes sağlanması karşılığında misilleme yapmadığına dair haberlerin düşmesi muhafazakar kesimi öfkelendirmiş ve Milli Güvenlik Kurulu binasının önüne gelen bir topluluk Pezeşkiyan’ı protesto etmiştir.

Netice itibarıyla çoğu analistin beklentisinin aksine İran, İsrail’e karşı “Sadık Vaat 2” adını verdiği bir operasyon gerçekleştirmiştir. İran’ın yaklaşık İran’da hem devlet kademesi hem de gazeteciler ve siyasetçiler yapılan operasyonun İran’ın savaş istemediğini, füze saldırısının İran’ın gücünü gösterdiğini ve BM’nin kararlarına uygun olarak hareket edildiğini dile getirmektedir. Genel olarak en reformcu gazeteler dahi bu saldırıların İran’ın meşru hakkı olduğu ve caydırıcılığını yeniden tesis ettiğini ifade etmektedir. Saldırı öncesinde sızdırılan ses kayıtları ile içeride muhafazakar kanadın eleştirilerine maruz kalan Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın Katar ziyareti öncesindeki açıklamasında “Savaş istemiyoruz ama savaştan da korkmuyoruz” ifadesini kullanması ise temkini elden bırakmadığı şeklinde yorumlanabilir.

 


Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, SETA
 

İsrail-Hizbullah çatışması bağlamında İran’ın saldırısının etkisi nedir?

Hizbullah’ın lider kadrosuna yönelik saldırılarla Siyonist yönetim, Gazze’deki stratejik mağlubiyete karşılık psikolojik üstünlük elde etmek adına önemli bir avantaj elde etti. Önce Hizbullah’ın askeri aklı Fuad Şükür ve sonrasında da komuta kademesindeki önemli isimleri tasfiye ederek yıkıcı son darbeyi vurmak adına Genel Sekreter Hasan Nasrallah’ı ortadan kaldırdı. Bu hamle Hizbullah kadar şüphesiz İran için de büyük bir travma anlamına gelmekteydi. Nitekim İran’ın Ortadoğu’daki yayılma ve nüfuz stratejisi Hizbullah’tan bağımsız düşünülemeyeceği gibi benzer şekilde Hizbullah’ın Lübnan’da varlık gösterebilmesi de İran’dan ayrı değerlendirebilecek bir husus değildir. Bu çerçevede hareketin otuz iki yıllık karizmatik liderinin öldürülmesiyle işgal devleti, Güney Lübnan’ı kontrolü altına almak ve İran rejimini derin bir krizle karşı karşıya bırakmak için tarihi bir operasyon gerçekleştirdi.

Nasrallah’ın ardından kara harekatı sürecini hızlandıran Netanyahu hükümeti, Gazze’nin ardından ülkenin kuzeyindeki diğer tehdit unsurunun da etkisini kırmak adına müdahale hazırlıklarını tamamladı. Bu bağlamda işgal devleti, Lübnan’ın güneyindeki Şii nüfusun yoğunlukta olduğu bölgeler ve işgal altındaki Golan’dan Dürzi ve Hristiyan nüfusun yaşadığı yerlere sızma denemeleri yapmaya başlayarak toptan bir harekatın sinyallerini verdi. Öncesinde yoğun hava saldırılarıyla Hizbullah’ın stratejik merkezlerini vurularak kara savaşı esnasında güçlü bir direniş yapılmasının önüne geçilmeye çalışıldı. Sahada etkin birçok ismin tasfiyesi ve liderin öldürülmesiyle Lübnan’daki sürecin kolay gelişeceğini uman Netanyahu ve kabinesi (Burada Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın tehlikeyi fark ederek gösterdiği dirence işaret etmek gerekir) İran’ın gerçekleştirdiği misilleme ile ummadığı düzeyde bir meydan okuma ile karşı karşıya geldi.

Heniyye ve Nasrallah suikastları ile Tahran’ın itibarını sarsıp bölgedeki manevra alanını bitirmeyi amaçlayan Netanyahu, Salı akşamı verilen cevap neticesinde yeni bir gerçeklikle yüzleşti. Öncesinde pimi çekilmiş bombayı bir bakıma İran’ın eline bırakarak ya istediği savaşa Tahran yönetimini çekmeyi ya da İran’ın bölgeden kademeli olarak çekilmesini uman Netanyahu, yüksek düzeyli misilleme karşısında bu sefer düğümü çözecek kararın kendisi tarafından alınacağı bir noktaya ulaştı. İran’a yapılacak güçlü bir saldırının uzun zamandır tedirginliğin hakim olduğu bölgede konuşulan ama istenilmeyen bir savaşı tetikleyeceği mutlak gözükmektedir. Washington yönetiminin Tel Aviv’e verdiği tüm desteğe rağmen sınırlarının genişleme ihtimali yüksek bir savaş senaryosuna özellikle de seçim öncesi koşullarda ne kadar hazır olduğu tartışmalı bir konudur. Bu nedenle Biden ve ekibinin Netanyahu’yu İran’a güçlü bir saldırı yerine sembolik bir saldırı yapmaya ikna etmesi, odağı yeniden Güney Lübnan’a çevirecek ve kara harekatının tam kapasite başlamasının büyük ihtimalle önünü açacaktır.

Gelinen noktada ciddi kayıplar verme ihtimaline rağmen –dünkü sızma girişiminde en az 7 işgal ordusu unsurunun etkisiz hale getirilmesi gibi– Netanyahu’nun önünde başka seçenek gözükmemektedir. İran’ın misillemesi ve Hizbullah’ın sınırdaki ilk girişimlere karşı verdiği tepki, Lübnan’ın hedeften çıkarılması halinde Netanyahu ve kabinesi için psikolojik bir travmaya sebep olacaktır. Kabinenin genel yapısı da dikkate alındığında Güney Lübnan’da tüm riskleri almaya mecbur bir Netanyahu figürü oluşmaktadır. Aksi takdirde İran ve Hizbullah’tan çekindiği için süreci sonlandıran bir başbakan algısı oluşacaktır ki bu da kabinenin geleceğini büyük ihtimalle olumsuz etkileyecektir. An itibarıyla Netanyahu’nun İran’a güçlü saldırısı bölgesel bir savaşı tetikleme potansiyelini bünyesinde barındırsa da ABD’nin sürece dahil olacağının garanti oluşundan ötürü kendisine daha konforlu bir alan inşa edecektir. Böyle bir senaryo gerçekleşmeksizin Güney Lübnan’a kara harekatı ise işgal devleti açısından 2006’dan daha büyük bir zayiatın oluşması olasılığına sahiptir.

 


SETA
 

İran’ın saldırısının askeri boyutu nedir ve bölgesel bağlamda sonuçları neler olabilir?

İsrail son dönemde gerçekleştirdiği saldırılarla İran ve vekillerine karşı hem caydırıcılık hem de eskalasyon üstünlüğünü açık bir şekilde ele geçirmişti. Hatta Hizbullah’a yönelik başarılı operasyonları ve Güney Lübnan’a yönelik işgal girişimleri İran’a karar anı dayatmıştı. İran ya bu yeni gerçekliği hazmedecek ve kendi içine çekilmeye başlayacak ya da İsrail’i doğrudan vurarak büyük bir bölgesel savaşı göze alıp caydırıcılığını yeniden tahkim edecekti. Nihayetinde İran iyiden iyiye istihza edilmeye başlanan “stratejik sabr”ına son verdi ve İsrail’e yönelik kapsamlı bir füze saldırısı gerçekleştirdi. 200’ye yakın süpersonik, atmosfer üstü uçuş yapan balistik füze ile Tel Aviv başta olmak üzere İsrail’deki askeri üsleri hedef aldı. ABD’nin bölgede konuşlu hava savunma istemleri ile İsrail’in Arrow 2 ve 3 yüksek irtifa hava savunma sistemleri bazı füzeleri düşürse de İran’ın balistik füzelerinin genel olarak hedeflerini vurduğu görüldü. Burada sivil kayıplar söz konusu değil ancak İran’ın da ifade ettiği şekilde F-35’lerin konuşlu olduğu Nevatim Hava Üssü, Tel Nof ve Netivot üsleri vurulmuş durumda. Bunlarla ilgili görsel konfirmasyonlar da var ancak üslerin ne kadar hasar gördüğü, F-35’ler başta olmak üzere herhangi bir uçak kaybı yaşanıp yaşanmadığı şu anda bilinmiyor. İsrail’in askeri sansür uyguladığını hatırda tutmakla birlikte bazı kaynaklar İsrail’in 5 tanker uçak kaldırarak saldırı öncesinde F-35’leri havada tutup korumaya çalıştığını da iddia ediyorlar. Saldırının verdiği zararı önümüzdeki günlerde uydu görüntüleriyle daha net anlayabileceğiz. İsrail şu an için üslerin vurulduğunu doğrularken ciddi bir hasar oluşmadığını öne sürmeye devam ediyor.

İran’ın el yükselterek gerçekleştirdiği bu saldırının çok ciddi sonuçları olacaktır. Öncelikle İran, İsrail’in hem caydırıcılık hem de eskalasyon üstünlüklerine karşı ciddi bir yanıt vererek caydırıcılığını tesis etti. Yine Hizbullah başta olmak üzere İran nüfuzunda hareket eden direniş ekseninin diğer bileşenlerinin de öz güveni tahkim olacak ve Tahran’ın arkalarında olduğu hissiyle İsrail’e karşı dirençleri artacaktır. Özellikle Hizbullah’ın komuta kademesini yenileyerek işgale karşı anlamlı direnç gösterebilmesi adına bu saldırı çok önemli bir faktör olacaktır. Ancak İsrail’in mevcut hareket tarzı dikkate alındığında karşılık vermesi çok büyük bir olasılık olarak görülürken İran’a yönelik bir hava saldırısı düzenlemesi ise iki devletin doğrudan savaşa girmesini de beraberinde getirebilir. İranlı yetkililer eğer İsrail misilleme yaparsa yeniden İsrail’i hedef alacaklarını duyurdular. Böyle bir denklemde Irak ve Suriye’deki milis güçler de harekete geçerek bölgesel bir çatışmayı tetikleyen bir süreci başlatabilir. İsrail’in zorlandığı bir denklemde ise ABD’nin savaşa müdahil olması büyük bir ihtimal.

İsrail bir yandan Lübnan’ı karadan işgal etme teşebbüsünde bulunurken diğer yandan Irak, Suriye ve Yemen’deki milis güçlerle yüzleşmek durumunda; elbette İran’ın balistik füze tehdidi ile de. Böyle bir eskalasyonda ABD’nin de savaşa dahil olması mecburiyeti doğacaktır ki bu kötü senaryodan hiç de uzak görünmüyoruz. ABD’de yaklaşan başkanlık seçimi ve ayrıca İran’ın konvansiyonel ölçeği ile birlikte asimetrik kapasitesi, bölgedeki vekil unsurları ile birlikte dünya enerji hatlarını içinde barındıran Hürmüz Boğazı başta olmak üzere küresel ekonomiye verebileceği zarar elbette Washington yönetimini caydıran unsurlar. Ancak Beyaz Saray’daki güç boşluğu ile birlikte Siyonizmin bu ülkede karar alma mekanizmasındaki etkisi ABD’yi irrasyonel şekilde İsrail’in peşinden sürüklemeye devam ederken büyük bir bölgesel savaşın da kapısını aralıyor.

 


Marmara Üniversitesi
 

İran’ın saldırısının Türk dış politikası açısından okunuşu ve muhtemel etkileri nelerdir?

Gündeme gelen senaryoların hiçbiri Ortadoğu için bir umut vadetmemekle birlikte en kötü senaryo İran ve İsrail arasında topyekun bir savaşın olma ihtimalidir. Zira İran’ın uzun menzilli balistik füzelerle İsrail’i vurabilecek kapasiteye ulaşması küçümsenmemelidir. İran’ın 1 Ekim saldırısında katı yakıt teknolojisine sahip füzeleriyle stratejik noktaları hedef alabilmesi, kendisine yönelik olası bir saldırıda ikinci vuruş kapasitesine eriştiğinin sinyallerini vermektedir. Öte yandan İsrail’in nihai hedefi İran’ın nükleer programını ortadan kaldırmak ve bu gerekçeyle nükleer tesislerini vurmaktır. Ancak ABD’nin henüz İsrail’e bu konuda vize vermediği görülmektedir. İsrail ve İran arasındaki kara mesafesi, İsrail’in ABD’nin istihbarat desteği ve hava yakıt ikmali gibi teknik destekleri olmadan bu operasyonu yapmasını olanaksız hale getirmektedir. Bu sebeple şu an için İsrail’in İran nükleer tesislerini hedef alan ve iki ülke arasında topyekun savaşı başlatan bir hamleyi yapması düşük olasılıktır.

Öte yandan benzer durum İran için de geçerlidir. Zira Rusya henüz Su-35 savaş uçaklarını İran’a vermemiştir. Bu uçakların en önemli özelliği havada yakıt ikmali yapabilmesi ve tek depoyla uzun mesafeleri katederek uzak hedefleri vurabilmesidir. Dolayısıyla olası bir İran-İsrail savaşında Washington’ın Tel Aviv’e sağlayacağı teknik ve askeri destekleri dengelemek açısından Tahran’ın bu teknolojiye ihtiyacı yüksektir. Bu teknoloji olmadan İran topyekun bir savaşa girmekten kaçınacaktır.

İlaveten İran’ın İsrail karşısında elini kuvvetlendiren en önemli unsurlardan birisi yıllardır yatırım yaptığı “vekil güç” diğer adıyla “direniş ekseni” siyasetiydi. Ancak Tel Aviv yönetimi bu politikanın en önemli ayağı olan Hizbullah’ın ilk olarak alt kademelerini ve daha sonra tepe noktası olan Hasan Nasrallah’ı hedef alarak Tahran’ın bu politikasına büyük darbe vurmuştur. Bu durum özellikle Kasım Süleymani suikastından bu yana İran için en büyük gerilemeyi işaret etmektedir. Dolayısıyla İran’ın Suriye iç savaşıyla bölgede artan nüfuzu İsrail eliyle sınırlanmakta ve Tahran zorunlu bir şekilde geri adım atmaktadır. Tüm bunlar ekseninde İran ve İsrail arasındaki coğrafi mesafeyi de göz önünde bulundurduğumuzda en kötü senaryoda bile iki ülkenin sınırlı bir savaş içinde kalacağı söylenebilir.

Ancak sınırlı da olsa bu çatışmanın bölgesel sonuçları olacağı için bu durum Türkiye’yi doğrudan etkileyecektir. Türkiye açısından İran-İsrail gerilimi özellikle güvenlik açısından önemli riskler barındırmaktadır. Türkiye 1980’lerdeki İran-Irak Savaşı ve daha yakın zamanda yaşanan Suriye iç savaşından hareketle sınırlarındaki büyük çatışmalara karşı deneyimlidir. Bu bağlamda Türkiye, İran-İsrail gerilimi tırmansa bile güvenlik politikalarını sürdürecektir. Türkiye’nin bu süreçteki en büyük önceliği ise Irak ve Suriye’deki PKK/YPG’nin krizi fırsata çevirmesini engellemek olacaktır. Bu sebeple PKK/YPG’ye yönelik askeri operasyonlar devam edecektir.

İran ve İsrail arasındaki olası sınırlı bir savaş kapsamında bahsi geçen konulardan biri de İsrail’in İran’daki petrol ve elektrik üretim tesislerine saldırıda bulunmasıdır. İsrail’in temel amacı ekonomisi darboğazda olan İran’ı daha da baskılamak ve hatta ülke içinde bazı protestoları tetiklemektir. Böyle bir durum ise İran’dan dışarıya yeni bir göç dalgasını tetikleyebilir ve bunun da ilk adresi Türkiye olacaktır. Türkiye bu olasılığa karşı hazırlıklı olmalı ve daha önceki göç krizlerinde karşılaşılan eksiklikleri gidermelidir. Özellikle sınır güvenliği politikalarının daha sistematik bir şekilde ele alınması gerekmektedir. İran’daki enerji merkezlerine yönelik bir saldırının enerji fiyatlarının yükselmesi gibi küresel sonuçları da olacaktır. Bu da Türkiye’nin enerji politikaları açısından kaynak çeşitliliği stratejisini bir kez daha gündeme getirecektir.

Orta ve uzun vadelerde ise Türkiye’nin güvenlik doktrinini etkileyebilecek en önemli gelişme, nükleer eşikte bulunan İran’ın İsrail’den gelen tehditler karşısında nükleer silah üretimine geçmesi olasılığıdır. İran’ın nükleer kapasitesini artırması bölgedeki güvenlik dengelerini dramatik bir şekilde değiştirebilir. Bu durum Türkiye’de hava savunma sistemleri ve antibalistik füze programı gibi konuları tekrar gündeme getirecektir. Ayrıca bölgedeki nükleer silahlanmaya karşı Türkiye’nin NATO’daki konumunu güçlendirmesi kritik hale gelecektir. Zira Türkiye için güvenlik şemsiyesini sağlayacak en etkili mekanizma NATO olacaktır. Keza NATO için de Türkiye’nin stratejik konumu çok daha önemli bir hale gelecektir.