Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi’de gerçekleşen G-20 Dışişleri Bakanları Zirvesi sonunda Ukrayna konusundaki görüş ayrılıkları nedeniyle sonuç metni yayınlanamadı. Toplantı Eylül ayında aynı şehirde yapılması planlanan G-20 Liderler Zirvesi’ne hazırlık niteliği taşıyordu. Batı’nın son yıllardaki Çin’e mesafe koymaya çalışan politikalarını değerlendirerek uluslararası profilini artırmak isteyen Hindistan için toplantının başarısı aynı zamanda bir prestij meselesiydi. Ukrayna meselesiyle ilgili Batı’yla Rusya ve Çin arasındaki anlaşmazlıklar, Hindistan Başbakanı Modi’nin “ayrılıklar değil ortak noktalar üzerine odaklanılması” çağrısının karşılık bulmasını engelledi. Modi’nin çabalarına rağmen sonuç metni yayınlanamaması, uluslararası sistem krizinin derinleşerek devam edeceğine işaret ediyor.
G-20 Zirvesi’ne ev sahipliği yapan Hindistan, 1,3 milyarlık nüfusunun verdiği büyük ülke algısıyla son yıllarda ‘Küresel Güney’in sesi olmaya çalışıyor. Hindistan uluslararası gıda krizi ve enflasyon gibi sorunların en çok etkilediği gelişmekte olan ülkelerin liderliğine soyunmaya çalışıyor. Batı’yla Rus-Çin hattı arasındaki krizlerin yarattığı boşlukları doldurmaya çalışan Hindistan’ın lideri Başbakan Modi, uluslararası sistemin krizine dikkat çekerek Batı’yı eleştirmekten de geri durmadı. Son yıllarda finansal kriz, iklim değişikliği, terör ve savaşların uluslararası yönetişimin başarısız olduğunu gösterdiğini savunan Modi, zengin devletlerin küresel ısınmanın sorumlusu olduğunu ve bundan en çok gelişmekte olan ülkelerin etkilendiğini söyledi.
Geçen yıl Bali’deki G-20 Sonuç Bildirgesi’nin hazırlanmasında özel çabası olduğu belirtilen Modi, Yeni Delhi’deki toplantıda aynı başarıyı gösteremedi. İç siyasette G-20 Zirvesi’ni Hindistan’ın küresel rol oynadığı şeklinde kullandığı belirtilen Modi’nin ayrılıkları bir tarafa koyma çağrısının karşılık bulmaması Ukrayna savaşının ne kadar derin bir küresel ayrışma yarattığına işaret ediyor. Hem Trump hem de Biden yönetimlerinin Çin’le mücadelede kritik ülke olarak gördükleri Hindistan’ın Ukrayna konusunda Türkiye’ye benzer biçimde denge politikası yürütmeye çalıştığı biliniyor. Rusya’ya karşı yaptırımlara katılmayarak enerji alımlarına devam eden Hindistan bir yandan da Batı’ya kendini Çin’e alternatif ülke olarak sunmak istiyor.
Biden yönetimi izlediği Hint-Pasifik politikası doğrultusunda Çin’in etrafındaki birçok ülkeyle ilişkilerini derinleştirerek Çin’in ekonomik etkisini kırmaya çalışıyor. Hem Trump hem de Biden yönetimlerinin Amerikan büyük şirketlerine Çin’den uzaklaşma yönündeki baskılarının da kısmen de olsa sonuç verdiği biliniyor. Örneğin en son iPhone parçalarının Çin’deki dev üreticisi Foxconn’un Hindistan’da yeni bir fabrika kuracağı açıklanmıştı. Washington’un hem Rusya’yı izole etme hem de Çin’in alanını daraltma politikasının başarılı olması için Hindistan gibi ülkelere ihtiyacı var. Hindistan gibi ülkeler de bunun farkında oldukları için hem kendilerine alan açmak hem de küresel sistemde daha fazla söz söyleyebilmek için fırsatları değerlendirmeye çalışıyor.
Ukrayna konusundaki görüş ayrılıklarının sadece siyasi alanla sınırlı olmaması sonuç bildirgesi fiyaskosunun en önemli nedeni olarak öne çıkıyor. Küresel sorunlarla mücadelede ekonomik çözümlere odaklanan en etkin uluslararası platform olan G-20’nin ortak bir noktaya varamamasında yaptırımların rolü büyük. Batı’nın hem Rusya hem de Çin’e karşı son senelerde sıklıkla kullandığı ekonomik yaptırımlar bir yandan ilişkileri bozuyor bir yandan da caydırıcı olma konusunda etkisiz kalıyor. Rusya ve Çin’in ‘Küresel Güney’ ülkeleriyle iyi ilişkiler geliştirmesi de bu tür ekonomik baskıların etkisiz kalmasında önemli rol oynuyor. Dolayısıyla G-20’deki en güçlü ülkelerin üzerinde uzlaşamadığı bir küresel ajandanın uygulanması ve küresel dertlere derman olması imkânsız hale geliyor.
Amerikan liderliğindeki Batı’yla Rus-Çin ittifakı arasındaki anlaşmazlığın derinliğini Dışişleri Bakanı Blinken’ın Rus Dışişleri Bakanı Lavrov’la ‘ayak üstü’ 10 dakikalık görüşmesinde görmek mümkün. En zorlu zamanlarda bile müzakere edebilen ve geçmişte uluslararası silahsızlanma anlaşmalarını devam ettirmekte zorlanmayan iki ülke Dışişleri Bakanları’nın bir araya gelmesinin bile mümkün olmadığı bir ayrışma dönemi yaşıyoruz. Arabuluculuk iddiasındaki Çin’in son haftalarda ilan ettiği ‘Ukrayna barış planı’ da ne Rusya’yı masaya getirmek için önemli bir adım atıyor ne de Batı’da ciddi bir alıcısı var. Geçmişte bütün anlaşmazlıklar ve krizlere rağmen ABD’yle Rusya arasında diplomatik ilişkilerin bu kadar zayıflamadığını söylemek mümkün. Blinken-Lavrov ayak üstü görüşmesinin sadece ABD’nin taleplerine odaklanması da bırakın küresel sorunları çözmeyi iki ülkenin diplomatik temas bile kurmakta zorlandığını gösteriyor.
Bütün bu resim, Rusya’nın Ukrayna işgal girişiminin Putin Rusya’sının Batı’yla keskin bir kopuş yaşamasına neden olduğunu gösteriyor. Büyük güçlerin G-20 gibi platformlarda küresel problemlerle mücadele için ortak gündem oluşturması ve özellikle ekonomik çözüm üretmeleri beklenirken birbirleriyle konuşamaz ve sonuç bildirgesi yayınlayamaz duruma gelmeleri bu kopuşun altını çiziyor. Önümüzdeki dönemde Batı’yla Rusya-Çin arasında yeni bir Soğuk Savaş’a doğru mu eviriliyoruz yoksa Hindistan gibi ülkelerin yapmaya çalıştığı tansiyonu düşürme çabaları başarılı olur mu? Bu sorunun cevabını vermek kolay değil ancak Ukrayna’daki savaşın akıbetinin her halükârda belirleyici rol oynayacağı kesin.
[Yeni Şafak, 8 Mart 2023]