İdlib’de yaşanan tehlikeli gerginliğin Türkiye’nin Suriye politikası açısından olduğu kadar Rusya ve Batı ile ilişkileri açısından da ciddi sonuçları olması muhtemeldir.
Bu sonuçların neler olacağını Ankara ile Moskova’nın bundan sonraki süreci nasıl yürütecekleri belirleyecek. Eğer iki taraf sahada hesaplaşma yoluna gitmek yerine, tehlikenin boyutlarını görüp sorunu masada çözme yoluna giderlerse son çatışmanın olumsuz etkileri sınırlandırılabilir. Ama sahada hesaplaşma eğilimi ağır basarsa bu sürecin Türk dış politikası açısından önemli sonuçları olacaktır.
Bu arada sahada hesaplaşma kavramına açıklık getirmek gerekir. Sahadaki mücadelenin üç aşaması söz konusudur. Türkiye ve Rusya’nın desteklediği bölgesel silahlı güçler arasında çatışmadan oluşan birinci aşama zaten uzun süredir yaşanıyordu.
Rusya’nın desteklediği rejim güçleriyle Türk ordusunun doğrudan çatışması ise ikinci aşamayı oluşturuyor ve üç gün önce bunun örneği yaşandı.
Üçüncü aşama ise Türkiye ile Rusya ve İran güçleri arasında silahlı çatışma olur ki, bütün taraflar bu adımdan kaçınacağı için bu ihtimal çok düşüktür.
Ancak Türk ordusunun doğrudan rejim güçleriyle çatışmasının yaygınlaşması bu riski artıracaktır ki, pazar günü yaşanan çatışmayla böyle riskli bir döneme girildi.
Bu risk neden ortaya çıktı?
Rusya ve desteklediği Şam yönetiminin, Astana ve Soçi süreçlerinde varılan mutabakatlara aykırı olarak İdlib’e yönelik saldırılarını yoğunlaştırması gerilimin artmasının temel sebebi. Zira Moskova ve Şam, iddia ettikleri gibi İdlib’de terörle mücadele etmiyorlar. Aksine daha önce Halep ve Doğu Guta’da yaptıkları gibi, insansızlaştırma siyaseti çerçevesinde şehirleri yok ediyorlar.
Yoğun saldırılarda sivillerin hedef alınması, Türkiye’ye müdahale etmekten başka seçenek bırakmıyor. Türkiye’nin bu saldırılara seyirci kalması, ülkemizdeki Suriyeli mülteci sayısının iki katına çıkması anlamına gelecek. Daha şimdiden son iki ayda Türkiye sınırına kaçan insanların sayısı 700 bini geçmiş durumda.
Rusya ve rejim güçleri, Türkiye’nin Suriye topraklarındaki operasyonlarında yaptığı gibi, sadece terör örgütlerini hedef alıp sivillerin hayatını korumaya çaba sarf etseler, böyle bir mülteci dalgası gerçekleşmeyeceği için Ankara’nın da harekete geçmesine gerek kalmayacak.
Türkiye’nin sorunu, Suriye’nin kendi toprakları üzerinde kontrol sağlamaya çalışması değil, bunu bütün anlaşmalara aykırı olarak, sivil katliamıyla şehirleri boşaltarak yapmaya çalışması. Çünkü onlar şehirleri yerle bir ettikçe Türkiye sınırına yeni yüz binler dayanıyor.
Ankara’nın sorunu, Moskova ve Şam’ın, yaptıkları saldırıların Türkiye için yol açtığı sonuçları umursamadan sivil katliamına devam etmeleri.
Türkiye, Suriye’nin toprak bütünlüğünden yana olduğunu her fırsatta dile getiriyor ve buna hizmet eden diplomatik çabalara her türlü desteği veriyor.
Rusya’nın, Astana ve Soçi süreçlerinin ardından masada değil de sahada yola devam etme yönünde hareket etmesi ve bu yolda Türk askerlerine saldıran Şam güçlerine destek verme yolunu seçmesi Türkiye-Rusya ilişkilerinde yeni bir dönemin kapısını açacaktır.
Bağımsız dış politika arayışı çerçevesinde, ABD’yi dengelemek için Moskova ile yakınlaşan Türkiye, eğer artık Rusya Türkiye’nin bağımsızlığını ve güvenlik çıkarlarını doğrudan tehdit etmeye başlıyorsa, onu dengelemek için kendisine yeni ortaklar arama yoluna gidebilir.
Bu çerçevede Türkiye’nin Batılı ülkelerin bazılarıyla ilişkilerini yeniden yoğunlaştırdığı bir dönemin başında olabiliriz.
Bu, Türkiye’nin en fazla petrol ve doğalgazı ithal ettiği, S-400’leri satın aldığı ve ilk nükleer santral inşa projesini verdiği Rusya için ciddi bir kayıp olacaktır.
Ekonomik ve askerî iş birliği konusunda bu kadar yakınlaştığı Türkiye’yi kaybetmeyi Moskova ne kadar göze alıyor bilemeyiz ama İdlib’de attıkları adımlar bu riski göze aldıkları yönde bir izlenim oluşturuyor.
Türkiye’nin, Rusya’nın bu saldırgan tavrını dengeleme konusunda en fazla güveneceği unsurun ise kendi gücü olduğunu hatırlamakta fayda var. Bu çerçevede Rusya’yı hem ekonomik hem de askerî açıdan dengeleyecek kapasiteye sahip olma yolunda atılan adımların hızlandırılması en öncelikli meseledir.
[Türkiye, 5 Şubat 2019].