Geçtiğimiz hafta Taksim Gezi Parkı alanındaki ağaçların başka yere nakledilip yerine tarihi Halil Paşa Topçu Kışlası’nın aslına uygun bir şekilde inşa edilmesi projesine karşı başlatılan protestolar, mahiyetinde ve niyetinde büyük bir zaaf kaybı yaşayarak pek çok şehre sıçramış durumda. Protestonun ilk gününde toplumun pek çok kesiminden insan bir araya gelmiş, demokratik bir talebi dillendirmeye çalışmışlardı. Esasında yıllardır muhalefetin her geçen gün ülke gerçeklerine yabancılaşan muhalefetinden bıkan bu kesimler kendi usulünce muhalefet yapmaya talip olmuşlardı. Ancak kolluk kuvvetlerinin herhangi bir strateji oluşturulmaksızın yanlış bir şekilde yönlendirilmesi ciddi bir iletişimsizlik ve kargaşa ortamının yaşanmasına neden oldu. Olayları baştan anlatmanın bir manası yok ancak demokratik bir talebin nasıl ve hangi koşullar içinde bu kadar hızlı bir şekilde ‘karşı şiddet’ üreten bir ortama dönüştüğünü iyi okumakta fayda var.
KİMLİĞİN KABULÜ YA DA TANINMA İHTİYACI
Süreci anlamak için çatışma çözüm teorilerine bakmanın öneminin altını çizmemiz gerekiyor. Son bir haftadır yaşanan gelişmeler akla, çatışma çözüm teorilerinden ‘Temel İnsani İhtiyaçlar Teorisi’ni (Basic Human Needs Theory) getiriyor. Bu teoriye göre insanlar barınma, beslenme gibi temel ihtiyaçları neticesinde çatışmaya girebilmektedir. Teori, temel ihtiyaçlardan bir diğer önemlisinin tanınma ihtiyacı olduğunu söylüyor; yani bireyin başkaları tarafından kimliğinin kabul edilmesidir ki, Gezi Parkı’nda insanların ilk gün eylemlerinde konunun bu boyutu ön planda yer almaktaydı. İçinde yaşadığı, sokaklarında nefes alıp verdiği, çocuklarını büyüttüğü şehirle ilgili verilecek kararlarda izleyici olmaktan ziyade fikirlerinin tanınması talebi ortaya konmuştu. Zira son günlerde dış politikada, Reyhanlı olaylarında, Kürt meselesinde yaşanan hızlı gelişmelere karşı kafa karışıklığı yaşayan ve sosyo-psikolojik olarak ziyadesiyle yabancılaşan ve kendisini seyirci hisseden toplum kendini ifade etme arayışlarına girmişti. Gezi Parkı protestosu bu arayışın bir tezahürüydü.
İYİ NİYETLİ TALEBİN DEZENFORMASYON VE PROVOKASYONLA GASBI
Bugün gelinen noktaya bakıldığında, iyi niyetli bir toplumsal talebin dezenformasyon ve provokasyonla statükocular tarafından nasıl gasp edilip içinin boşaltıldığına şahit olmaktayız. Yukarıda bahsi geçen ve benzer pek çok çatışma çözüm teorisinde siyasi erklerden daha ön planda yer alan aktörler sivil toplum örgütleri olarak ifade edilirken, protestoları Hükümet karşıtı provokasyonlara dönüştürüp 28 Şubat romantizmi yaratmaya çalışanlar ne yazık ki yine bazı sivil toplum kuruluşları ve muhalefet partileri oldu. Öyle ki, ana muhalefet partisinin özgürlükçü kanadında yer alan pek çok milletvekili sosyal paylaşım sitelerindeki ifadelerinde bariz bir şekilde darbe çığırtkanlığı yaptı. Yeşil bir eylemin, yer yer din ve başörtü karşıtı provokasyonlara evrilmesi demokrasiyi anlamak konusunda topluma öncülük etmesi gereken sivil toplumun zaafiyetini ortaya koydu.
HATALARIN TESPİTİ VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Demokrasinin toplumsal yaşama sirayeti konusunda son günlerde yaşananlara bakıldığında hâlâ ergen bir toplum olduğumuz rahatlıkla ifade edilebilir. Ancak bu durum insanların birbirine karşı hazımsızlığını, nefretini açıklamamaktadır. Nitekim gelenek ve inançlarımızda hoşgörü ve tahammülün tarihi demokrasiden çok daha kadimdir. Son bir hafta içinde yaşanan gelişmeleri yeniden değerlendirecek olursak, süreçte yapılan karşılıklı hataların öncelikli olarak ortaya konması ve bu hataların telafisi için siyasetin, sivil toplumun ve basının somut adımlar atması Yeni Türkiye’nin inşasında büyük öneme sahip. Bu çerçevede;
- İlgili projenin muhatapları, projenin hedeflerini, planını halka doğru şekilde anlatamamıştır. Otobüs rengini seçerken bile halktan görüş alan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin proje ile ilgili daha kapsamlı bir tanıtım yapması ve görüş alması gerekirdi.
- Güvenlik kuvvetlerini yönetenlerin zaafları, orantısız güç kullanımına neden oldu, bu kötü yönetim protestocuları daha fazla kışkırttı. Bu tutum nihayetinde emniyet teşkilatının toplumsal imajını da olumsuz yönde etkiledi. Bu imajın düzeltilmesi yine emniyet teşkilatının kendisine düşüyor.
- Medyanın protestolar yayılırken sessiz kalması ve kamuoyunu bilgilendirmemesi, sosyal medyanın ve dış basının ön plana çıkmasına neden oldu. Provokasyonların çoğu dış basında yer alan asılsız haberler ve Facebook/Twitter üzerinden yayınlanan yalan ölüm haberleri ve olaylarla ilgisi olmayan fotoğraflar sayesinde yapıldı. Basının bu gibi kriz dönemlerinde daha şeffaf davranması yaşananları çözüme kavuşturmak için dolaylı yollara başvurmayı engelleyecektir.
- Toplumsal bilinç konusunda, yalan haberleri çok hızlı ciddiye aldığımız, tepki verme konusunda oldukça cevval ve canı tez bir toplum olduğumuz söylenebilir. Duyulan her asılsız habere yersiz ve zamansız tepkiler üretmek, söylemi de asılsızlaştırır ve ciddiyetini kaybettirir. Bu da ilerde yaşanacak pek çok gelişmede ortaya koyacağınız tepkilerin toplum ve siyaset nezdinde yalancı çoban olarak değerlendirilmesine sebep olacaktır.
- Sıcak bir jeopolitik bölgede yer alan Türkiye’nin Kriz yönetimi konusunda daha profesyonel olması, koordinasyon sorunlarını azami düzeye indirmesi gerekmektedir. Özellikle çatışma çözümü konusunda doğru ve stratejik iletişim yollarını kullanmak, bölgesinde anahtar bir öneme haiz Türkiye için öncelikli hedefler arasında yer almalıdır.