SETA > Yorum |

Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor

Modernite-postmodernite tartışması bir yana, son günlerde tüm Türkiye'nin konuştuğu bir dizi sebebiyle Osmanlı ve Kanuni Sultan Süleyman üzerine büyük tartışmalar yaşandı.

Osmanlı gibi, Kanuni gibi büyük bir kültür hazinesi, bir dizi eliyle magazinleştirilerek ve tüketilerek bir nesne konumuna düşürülüyor.  Yazının başlığı aslında Marks’ın dile getirdiği ve Marshall Berman’ın moderniteden postmoderniteye geçiş sürecini eleştirel bir yolla anlatmak için kitabına isim olarak verdiği nefis bir tanımlama. Modernitede katı olan ve sabitelere dayandırılan birçok şey, postmoderniteye geçiş sürecinde adeta eriyip havaya karışmaya başlamıştı. Modernite-postmodernite tartışması bir yana, son günlerde tüm Türkiye’nin konuştuğu bir dizi sebebiyle Osmanlı ve Kanuni Sultan Süleyman üzerine büyük tartışmalar yaşandı. Belki de durumu en veciz şekilde özetleyebildiğini düşündüğüm için bu tanımlamayı kullandım; adı malum dizi Osmanlı’ya ve Kanuni’ye dair katı olarak bilinen ne varsa hepsini buharlaştıran “muhteşem” bir kültür endüstrisi ürünü olarak gündemimize oturdu.

Basit bir şekilde soralım: Neden milyonlarca insan bu dizinin daha fragmanları yayınlanmaya başladığı andan itibaren RTÜK’ü mail yağmuruna tuttu? İnsanları bu kadar rahatsız eden şey neydi? Senaristin, yapımcıların ve danışman tarihçilerin savunmalarına rağmen neden bu kadar tepki çekti bu dizi? Aslında cevabı çok basit; cihana yön vermiş Kanuni’nin sefil, şehvet düşkünü hallerde gösterilmesi Osmanlı’yı ecdadı bilen her vatan evladının vicdanını acıtmıştı. Kimsenin kalkıp da “Bu, kurguya dayalı bir dizi, belgesel değil” savunması yapması kabul edilebilir bir durum değil. Acaba bugün Kanuni’yi anlatırken yeri geldiğinde “kurgu” savunması yapanlar, Can Dündar’ın daha yakın zamanda izlediğimiz “Mustafa” adlı filminde Mustafa Kemal’in “insan olarak zaafiyetlerinin” gösterilmesine ne tepki verdiler dersiniz! Bazı çevreler, böyle bir anlatımın Atatürk’ü ve Atatürkçüleri rencide ettiğini söyleyerek Can Dündar’a ateş püskürdüler; hatta ülkemizin en büyük şirketlerinden biri filme sponsorluk desteğini geri çekti. Burada tarih tartışması yapmıyorum; mesele geçmişte neyin nasıl olduğu meselesi değil, mesele Kanuni’nin nasıl gösterilmek istendiği. Çünkü senaryoyu yazmaya ve kamera başına geçmeye başladığınız anda siz de bir tarih yazıyorsunuz aslında. Kaldı ki ne dizinin senaristi ne de danışman iki tarihçiyi “mutlak otorite” olarak kabul etmek gibi bir zorunluluğumuz olduğunu sanmıyorum. Tarih nedir? Edward H. Carr, tarihçi olmakla tekneyle denize açılmak arasında bir benzerlik kuruyor. Tekneyle kocaman denizin neresine gittiğiniz çok önemli, çünkü seçtiğiniz yere göre elde edeceğiniz sonuçlar değişiyor. Dolayısıyla bir tarihçinin hangi kaynakları seçtiği, bunları nasıl ele aldığı ve oradan derlediği bilgileri nasıl birleştirip bir tarih okuması yaptığı çok önemli. Zaten başlı başına tarih metodolojisi olarak nitelendirilen alan bunlarla ilgileniyor. Tarihle ilgili her anlatım özü itibariyle bir tercihler bütünü aslında. Hiç birimiz Kanuni döneminde yaşamadığımıza göre o dönemde neyin nasıl gerçekleştiğini tarihî kaynaklardan yola çıkarak anlamaya çalışıyoruz. Soru(n) şu ki tarihî bir olayın nasıl olduğunu mutlak olarak bilebilmemiz için ilgili tüm bilgilere sahip olunması, sonra da bunların en iyi ve doğru bir biçimde değerlendirilmesi gerekiyor. Yani tüm kaynaklara sahip olsanız bile eğer tarihçi olarak sizin bakış açınızda sorun varsa yanlış sonuca ulaşabilirsiniz. Dolayısıyla birkaç tarihçinin “bilgisine ve tarihi yorumlayışına” biraz da “kurgu” katarak Kanuni (ya da başka bir tarihî şahsiyet) üzerine bir senaryo yazmak, hele de izleyenlere bağıra bağıra Hürrem üzerinden oryantalist bir Harem tablosu izletmek en hafifinden bir akıl tutulmasıdır. İnsan dizinin senaristini ve yapımcısını düşününce bu akıl tutulmasının ne kadar masum olduğu konusunda şüpheye düşebiliyor. Eski İşçi Partili senarist ve “Küçük Sırlar” ve “Kavak Yelleri” gibi sözde gençlik dizilerinin yapımcısı, bu dizide birlikte çalışıyorlar. Nedense bu bile insanın bu “akıl tutulması” konusunda masumane düşünmesini engellemeye yetiyor. Açıkça belirtmek gerekir ki diziyi yapanlar Kanuni’yi özellikle Hürrem’le ilişkisi çerçevesinde anlatmayı “tercih” ettiler. Bu tercihlerini toplumu rahatsız edecek sahnelerle de takviye ettiler. Sonuçta hem ciddi tartışmalara zemin hazırlayıp daha fazla reyting toplamak şeklindeki amaçlarını gerçekleştirmiş oldular, hem de o çok barışık olmadıkları Osmanlı’ya yerli oryantalist bir kafayla gölge etmiş oldular. “Presentation” ile “Representation” arasındaki fark Presentation “sunmak”, representation ise “temsil” anlamlarına geliyor. İletişim dilindeyse presentation, bir olguyu/mesajı alıcıya doğrudan aktarmak, representation presente edilen bir şeyi yeniden yorumlayarak, onu bir aracı ile (temsil olarak) alıcıya sunmak olarak tanımlanıyor. Burada mesaja bir müdahale var. Bu müdahale, bir nesnenin kendisini görmekle onu bir kamera ile çekip görüntülerini göstermek arasındaki fark gibi. Zira görüntüyü çeken kişi o gerçeğe müdahale ederek kendi bakış açısıyla kamerayı kullanmış.  Maalesef bu dizinin yapımcıları da aynen kameraman gibi tarihî bir sürece kendi bakış açılarıyla müdahale ederek onu izleyicileri “baştan çıkaracak/ayartacak” bir formata sokmuşlar. Bu yolla dizi hem merak uyandırarak ciddi bir reyting topluyor hem de toplum Kanuni gibi büyük bir tarihî şahsiyet üzerinden adeta ayartılıyor. “Kültür endüstrisi” ürünü olarak tanımlanabilecek olan şey tam da bu. Osmanlı gibi, Kanuni gibi büyük bir kültür hazinesi, bir dizi eliyle magazinleştirilerek, tüketilerek, harcanarak bir nesne konumuna düşürülüyor.  Keşke yapımcılar diziyi ideolojik bir tartışma temelinde ele alsalardı. O zaman en azından ideolojik bir tartışma yapılabilirdi. Hürrem ile seviyesiz bir ilişki halinde gösterilen Kanuni üzerinden nasıl seviyeli bir tartışma yapılabilir ki? Dolayısıyla dizinin asıl amacının Kanuni’yi anlatmak değil, Osmanlı, Kanuni, Hürrem ve Harem üzerinden toplumu ayartarak (hatta tahrik ederek) yüksek reyting toplamak olduğunu düşünüyorum. Yani mesele tarih anlatmak değil, onu televizyona dizisi formatına uygun olarak heyecan dozu yüksek bir şova dönüştürmek. Malum dizi bunu o kadar büyük bir bütçeyle başarıyor ki diziyi izleyen insanlar izlediklerine inanacak oluyorlar. Hâlbuki ortada duran şey, yukarıda bahsettiğim senaristin, yapımcının ve danışman iki tarihçinin gözünden bir Osmanlı tarihi representasyonu. Yeni bir sinema diline ihtiyacımız var Sonuçta milyonlarca insan rahatsız olsa da, birçok kişi bu konu üzerine eleştirel yazı kaleme almış olsa da, RTÜK diziye uyarı cezası verse de malum dizi aynen devam ediyor. Devlet eliyle diziyi kaldırmak da anlamlı olmayacağına göre belki de yapılabilecek en anlamlı iş, gerçekten “yerli” ama bir o kadar da evrensel değerleri kuşatan bir sinema diline olan ihtiyacımızı giderecek adımlar atmak. Son dönemde bu yönde önemli adımların atıldığına da mutlulukla tanıklık ediyoruz ama hâlâ gidilecek çok yol var. Belki o yol gidildikçe dizilerimiz de belirli bir seviyeye gelir. O zaman tarihimize ilişkin her türlü yüzleşmeyi açık yüreklilikle, ama onu bir kültür endüstrisi nesnesine dönüştürmeden, yapabiliriz. O zaman Kanuni’yi de, Hürrem’i de, Osmanlı’yı da daha sağlıklı bir akıl ile değerlendirebiliriz. Ama bu akıl ile sergilenen Kanuni ancak bu kadar oluyor...

Mostar/Şubat