Avrupa Parlamentosu Türkiye ile üyelik müzakerelerini "dondurmayı" tavsiye etmiş. Normal şartlarda Avrupa Parlamentosu'nun tek başına haber değeri yoktur. Ama bu tavsiye kararıyla bir anda gündemimize oturdu. Kopan şamatayı bir kenara bırakın. Bu kararın doğrudan bir sonucu olmaz. Türkiye ile AB ilişkilerini önemli ölçüde etkilemez. Bu boş bir tehdit ve provokasyon çabasıdır. Çünkü 'Avrupa Parlamentosu' hem yetkisizdir hem de sorumsuz. Eğer Türkiye oyunu iyi oynarsa, yetki sahibi ülke liderleri aynı sorumsuzluğu gösteremeyecektir. Bir zamanlar Henry Kissinger "Avrupa kim?" diye sormuştu. Aslında dalga geçiyordu. Kissinger'a göre AB gerçek değildi ve uluslararası ilişkilerde üreteceği bir sonuç yoktu. Aradan yıllar geçti. Seksenler ve doksanlarda herkes Kissinger'ın yanıldığını ve AB'nin gerçek bir aktöre dönüştüğünü düşündü. Sözüm ona AB tek bir kurum haline dönüşüyordu. Fakat bu iyimserlik uzun sürmedi. Bugün Avrupa Birliği'nin dağılma ihtimali tekrar gündemde. Şu an birliğin kendine bile hayrı yok. Üye ülkeler bile artık AB'nin kıymetini sorgular hale geldi. Bunların başında gelen İngiltere terk etme kararını aldı bile. Ve aslında referanduma sunulsa, belki daha birçok ülke terk etmek zorunda kalacak. Bu da AB için ciddi bir dağılma sürecinin başlangıcı olabilir. Şimdi geldiğimiz noktada tekrar sormak lazım. Gerçekten AB kim? Avrupa Birliği her şey olabilir. Ama Avrupa Parlamentosu değildir. Bakmayın size AB Parlamentosu'nun öneminden bahsedenlere. Bu hikâyeleri yıllardır dinliyoruz. Ciddi hiçbir AB meselesinde Parlamento'nun hala söz hakkı yok. Adı 'Parlamento' diye önemli bir kurum olduğunu düşünmeyin. Aksine sadece sembolik bir kurumdur. Gerçek yetki hala üye ülkelerdedir. Türkiye ile olan ilişkileri de o üye ülkeler belirleyecektir. Sembolik Avrupa Birliği parlamenterleri dedi diye ilişkiler donmaz. Çünkü yetkisiz oldukları gibi aynı zamanda sorumsuzdurlar. Fakat üye ülkeler hem yetkilidir hem de sorumlu. Aynı kararı almalarının siyasal sonuçları olur. Brüksel'de görev yapan bir parlamenter, Türkiye ile müzakere etmek zorunda değil. Ama Merkel aynı rahatlığı gösteremez. Belki kendi lafını parlamentoya söyletebilir. Ama bu kararı alıp uygulamaya geldiğinde iki kere düşünmesi gerekir. Türkiye'deki 3 buçuk milyonluk mülteci Avrupalı liderlerin korkulu rüyası haline geldi. Her gün bir Alman yetkili Ankara'ya boşuna gelmiyor. Mültecilerin Avrupa'ya akın etmesi zaten zor günler yaşayan AB için dayanılmaz sonuçlar üretir. Böyle bir akın ilk önce Schengen'in sonu olur. Schengen biterse de, AB'nin bir anlamı kalmaz. Bu akın aynı zamanda Avrupa'da aşırı-sağı da yükseltir. Bu da AB'nin çözülme sürecine benzin dökecektir. Bırakın Parlamento'nun ne tavsiye ettiğini. Önemli olan üye ülkelerin böyle bir adım atıp atamayacağı. Bunun kararı da 15 Aralık'ta yapılacak liderler zirvesinde verilecek. Eğer Almanya gibi yetkili ve sorumlu ülkeler böyle bir kararın mülteci akınına yol açabileceğini görürse, bu tavrı sürdüremezler. Ankara, bu noktayı sürekli dile getiriyor ve Avrupalı liderleri uyarıyor. Bu uyarıların etkili olabilmesi için ise Türkiye'nin ciddiyetini göstermekte fayda var. Bunun boş bir tehdit olmadığı ufak ufak gösterilmeli. Çünkü Avrupalılar her zaman olduğu gibi havuç-sopa politikasına başvuracaktır. Parlamento kararıyla bize sopayı gösterirken, "Vize Muafiyeti Anlaşması" gibi saçma tekliflerle havuç sunacaklar. Bu esnada Türkiye de sopanın ucunu göstermelidir. Belki hepsi değil ama belli sayıda bir mülteci grubunun Avrupa sınırlarına bölük bölük dayanması oldukça ikna edici olurdu. Ufak ufak grupların ilerleyişi Türkiye'nin bu konuda ne kadar ciddi olduğunu gösterir. Bu ülkelere "reddemeyecekleri teklifler" yapılabilir.
[Takvim, 28 Kasım 2016].